Kanatlarımı Hazırla, Serafin — Düşüyoruz —  Üçlemesi I

Yapay Zeka ile Hazırlandı.

Kanatlarımı Hazırla, Serafin — Düşüyoruz — Üçlemesi I

İlk Şiir: Merdiven Meridyen

I. Merdiven Meridyen

Ayı ayağında sallayan küçük kız.
Dolunay’ın gözünde pıhtı var, uykusu kaçmış.
Dolunay’ın uykusu nereye kaçmış?
Pencere pervazlarında ölüm ilanları.
İntiharını planlıyor; dünyaya ayağından bağlı,
bir uçan balon gibi — içinde saklar gerçekleşmiş bir kaderi!

İkizim dünyayı kurtarmak istiyor, çarşafını pelerin yapmış.
Çarşafım boynumda; ben kendimi balkondan aşağı atmak isterken,
balkonsuz köprümüzden.
Çarşafa sarınmış bir ay, pencere pervazına tünemiş;
kanatları varmış gibi kırıtıyor.
Kim inanır masum melek taklidine,
seni oyuncu?

Bunları hikâyeci bir kedi anlatmış,
kendine özgü miyavıyla.
İsmi Tale’ymiş ve parıldak mor kuyruğu,
Andromeda’nın güney kıyılarından,
kısık gözle seçilirmiş.

Yulaflı meridyen görürmüş düşünde,
maması çamur pisliği.
Işıktan ninni, ıslıktan ninni…
Geçmişinden bu hikâyenin
usulca çalıyor.

Jack Kerouac’in yolundan daha heyecanlı bir yol diyorum ona,
ikna etmek için değil; o,
yeşil-kırmızı aklını toprağa ekmek için sadece.
Dil çıkarıyorum.
Dil çıkarmamı sevmiyor.
“Senden ne Beatnik, ne Sputnik olur,” diyor.
“Senden de olsa olsa yol kazası!
Ya da çalışmalarım sürerse yer elması…”

Yer elmas’ı.
Yer elma’sı,
diyorum içimden sessizce.
İçimi duyamıyor.

Başının etrafındaki cin mısırları zaferle dans ediyor,
bir Hawai bebeği gibi püsküllerini sallayarak,
kazandıklarını sanıyorlar.
Sanarsa sansın!

Yapay Zeka ile Hazırlandı.

Bir şeye ihtiyacın olursa ateş et, sevgilim.
Bu çok katmanlı bir şiir
ve biraz daha az katmanlı bir aşk hikâyesi.

Romalı askerler, fırça kafaları;
bir temizlik dehası,
yıllardır ev halklarınca kullanılan antika bir miğfer!

Rüyalarından kaçarken ayakkabımı düşürmüşüm;
ayın kemikleri ayağıma battı.
Beyaz kristal kesiği ayaklarım,
kutsal bir mücevher gibi ışıldıyor.
Bu da bir Cinderella masalı sayılır mı?

Ağzımda gül biriktiriyorum sevgilim, sana.
Dikenleri leziz öpüşlerle titreşir.
Yastık kılıflarından kaçırıyorum gözlerimi,
telefonda yalanlarımı söylerken…

Cennetten indiğinde ıslık çal — 
bu, asla unutamayacağım bir melodi olur.

Bir kutu gotik makyajlı fındık faresi,
dört adet dolaptan çanağa düşmüş vida,
kendini boğman için şarj kablomun on santimi…
O kadar küçüksün ki bu sana yeter.

Cenaze makyajını fareler hazırlar.
O kadar miniksin ki
dört vida yeter tabutunu aya çakmaya.

Yapay Zeka ile Hazırlandı.

Bir palyaço elini şıklatıyor;
bir uçurtma dönerken yorgun,
bir günebakan uzağa bakıyor — günün ötesine,
ilerideki tarlanın sahibi, mavi şapkalı farenin ilerisine.

Bebek bir maymun ilk hırsızlığını yapmış; annesi gururlu.
Elinde yalnız bir kadının ışıldayan umudu.
Farenin rüyasında tutsak, canlı yaşıyormuşuz.

Kozmik uzayda bir ay prensesi ağlıyor,
cenazesinde bir yıldızın.
Ayağı takılan mavi bir göktaşına,
özlerken başka galaksileri semada.

Islanıyor mavi şapkalı farenin,
dereyi geçerken kaybettiği onuru.
Biz hepimiz o onurun içinde yaşardık,
yosun tutmuş taşlara çarpıp paramparça olmadan önce.

O kaygan yeşillere değmeden,
gökteki en parlak yıldıza göz kırparak düşündüm:
“Düşmüş bir onur” — ne şiirsel bir cümleydi diye.
“Düşmüş bir onur bekliyor onu,
kaybettiği yerde kader tohumunu.”

Bir kızın el falını okurken yamuk dişli bir büyücü,
böyle afilli sözcükleri bir kitapta okumuştu.
Tüterken eski, orta boy kazanının mayıs büyüsü;
kafesinde bir başka fare büyücünün,
bir papağan sanki art arda:
“Biz burada yabancıları sevmeyiz!”

Ben bunları Polonya’da, arka sokaklardan birinde düşürmüştüm,
yosun kaplı ulusal müzenin yere düşmüş tacına
bir şut çekerken.

İşte o ayağı takılan yıldız cenazesine ağlayan prensesin
başına kondu bile!
Bak, öğren yamuk dişli büyücü — 
böyle olur sihir dediğin.

Hepsi bu manzaranın bir parçasıydı;
birazdan olacakların suçlu bir tanığı.
Ya da porsuk gölünde yıkanan bal porsuğu bir ayığı,
aylağı geceleri denizi içen, gelgit vakti.

Ve ayışığı prensesin beyaz yüzünden süzülen,
Beethoven’ın aşkından sonatını yazdığı…
Nasıl bilmezsiniz ki siz bu ışığı?

Ay tutulması sırasında
Wolfgang, ay ışığının melodisini çaldı.
Uzaktan duyuramadı sesini ay.

Bu nasıl bir hırsızdı?
Geri ver melodilerimi — 
ve seni,
sonatınla boğmayayım,
parlak uzay göllerindeki ışıltı!

Ay’ın asıl suçladığı;
sanırım uzay dilinde şakımayı
henüz öğrenemeyen bir yarı serçeydi o.

Bilinç dışı boş, tüm kabuslar burada.

“Nos vemos en otra vida”

Xoxo Chica

Kanatlarımı Hazırla, Serafin — Düşüyoruz —  Üçlemesi I was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.