KÂBUS KIRIĞI

Resim yapay zeka kullanılarak üretilmiştir

Bölüm 1

Işık kaynağı yoktu. Yine de odanın her detayına hâkimdi. Penceresiz soğuk fayanslar, tavanda kalp şeklindeki pas lekesi, nem kokusuna karışmış ilaç kokusu… Sanki yılların eskittiği bir ameliyathaneye kapatılmıştı.

Göğsü sıkışıyordu. Hava ağırdı. Susamıştı, masadaki sürahiye uzanmak istedi. Ayağa kalkmak için tüm gücünü topladı ama nafile.
Kollarını oynatabiliyor, parmak uçlarını kıpırdatabiliyordu. Ama bedeni, sandalyeye çivilenmiş gibiydi. Onu tutan şey zincir değil, yalnızca kendi etine sinmiş bir ağırlıktı.

Hamile olduğunu hatırladı. Ama aşağıya baktığında, karnı dümdüzdü. Bebeğin yokluğu zihnine saplanan en keskin bıçak oldu. Bağırmak istedi, ses çıkmadı. Kalkmak istedi, ayakları ona ihanet etti.

Duvarlar gitgide yaklaşmaya başladı. Sessiz bir karanlık her tarafını sardı. Lara sessizliği bölen keskin bir cam kırılma sesiyle çığlık atarak gözlerini açtı ve yatağından nefes nefese kalktı. Yatağın yanındaki Sürahi yerde bin bir parça olmuştu. Ter içinde göğsü hızla inip kalkıyordu. İlk refleksi karnına gitmekti. Ellerini bastırdı, bebeğini hissetmeye çalıştı.

Yataktan panikle fırlayan Hasan da bir yandan Lara’yı sakinleştiriyor, öbür yandan cam kırıklarına basmasın diye kolundan çekiyordu. Lara kendi kendine “su.. su” diye fısıldadı. Eşi Hasan su getirmek için mutfağa giderken, Lara pencereye yöneldi. Ciğerlerindeki ağır havadan kurtulmak istemişti. Sessiz sokağın durağan karanlığı taş parkelerin üstüne sonsuz bir battaniye gibi serilmişti.

Sokağın karanlığında bir karartı, bir çift göz Lara’ya bakıyordu. Lara çığlık eşliğinde pencereden uzaklaştı. Sesini duyan Hasan mutfaktan hızla gelirken ayağını masaya çarptı.
“aşağıda biri var! Yemin ederim gördüm onu! Bana bakıyordu” diye seslendi Lara.
“dur hayatım, cama basma!” dedi Hasan pencereye koşarken. Dışarıya baktı, sokak bomboştu. “hemen geliyorum” diyerek kapıya yöneldi. Lara elinden tutarak “dur, ne olur beni bırakma” diyerek yalvarırcasına bir bakış attı, kısık bir sesle “belki de kâbusun bir yansımasıdır” diye ekledi.

Lara’nın gözlerindeki korku onu olduğundan da küçük ve savunmasız göstermişti. Hasan bunu fark etti. Nihayet onu sakinleştirip yatağın köşesine oturttu. “korkma bitanem, Ben buradayım, bebek de öyle” derken ellerini sıktı. Lara bir bardak su içip tekrar uzandı. Hasan kırılan sürahinin parçalarını toplayıp pencereden son bir bakış atıp kapattı. Sokak hala sakinliğini koruyordu. Lara o gece bebeğinin bir kıpırtısını hissetmeden uyumamıştı.

Sabah ışığı perde aralarından sızarak odayı solgun bir parıltıya boyuyordu. Lara yatağın örtüsünü düzeltirken, Hasan mutfaktan geldi, ayağını hafifçe aksatıyordu. Lara’nın gözü hasa’nın ayağına kaydı. “masaya çarptım da dün gece” dedi Hasan, yüzüne zorlama bir gülümseme yerleştirerek. Lara günlüğünü çekmeceye yerleştirirken, endişeli ve ısrarlı bir sesle “çıkık olabilir, ihmal etmeden baktırmak lazım” diye cevapladı.

Hasan onaylayarak kafasını salladı. Tam o sırada Lara’nın bakışları masaya, oradan da duvarın dibine kaydı. Sürahinin dün geceki devrilişi zihninde yeniden canlandı. Dudaklarından istemsizce bir fısıltı döküldü: “ama.. Nasıl oldu? Duvarın dibindeyken nasıl devrildi?”

Hasan, Lara’nın endişesini gidermek isteyerek bir açıklama yapmaya çalıştı. “Belki sürahi duvarın dibinde değil de, masanın kenarındaydı. Oradan da zamanla kayıp düştü. Ya da.. Bilmiyorum küçük bir sarsıntı olabilir.” Sesi ikna edici olmaktan çok, kendi kendini avutmaya çalışıyordu.

Konuyu değiştirmek istercesine yumuşak bir sesle devam etti: “sen hastaneye benimle girme. Sırada beklemen gerekmesin. Dışarıda, sahildeki kafelerden birine otur. Beni bekle. Belki kahve iyi gelir sana.” Lara hafifçe başını salladı ama içindeki huzursuzluk dinmemişti.

Lara, eşiyle vedalaştıktan sonra Eminönü sahiline doğru yürüdü. Hava açıktı ama içindeki gölge geçmemişti. Adımlarını yavaşlatmaya çalıştı; “belki bebeğimi kucağıma alırsam, gerçekten biter” diye düşündü. Kafasının içinde o geceden kalan yankılar: kırılan cam sesi, bebek tekmesi, Hasan’ın sesi. Hepsi hala oradaydı. Ama güneşin altındaydı artık, kâbuslar gündüzleri işlemezdi, değil mi?

Kafeye vardığında, cam kenarındaki bir masaya oturdu. Kahve siparişi verdi, denize baktı. Köpükler kıyıya vurdukça, içindeki gerginlik bir nebze yumuşadı. Rüzgâr saçlarını savuruyor, çocuklar martılara simit atıyordu. Birkaç saniyeliğine huzurun tadını hissetti. O an sessizlik bile güven veriyordu.

Sonra… Bir şey oldu.
Sanki havanın dokusu değişti,
Güneş aynıydı ama ışıklar solmuş, deniz griye dönüyordu.
Kafedeki aynalı duvarda, karşı kaldırımdaki bir silueti fark etti. Adam, sokağın gölgesine yaslanmış, ona bakıyordu. Göz göze gelir gelmez adam bir anda yok oldu. Kalabalığın arasında eridi mi, yoksa hiç var olmadı mı, anlayamadı. Gece sokakta gördüğü karartıyı hatırladı.

Eliyle masanın kenarına tutundu. “hayır, hayır” diye fısıldadı.
Elini uzatıp telefonunu almak istedi. O sırada, yan masadaki kadının telefonu havalanıp yere çarptı. Bir diğeri, ardından bir diğeri… Sanki görünmez bir el, sırayla her masadaki telefonları havaya fırlatıyordu.

Kafe bir anda doldu: şaşkın bağırışlar, sandalye gıcırtıları, telefonların tabakların üstüne düşmesi. Bir çocuk ağlamaya başladı. Garsonlar birbirine çarparak koşuşturdu.
Lara ayağa kalktı ama dizleri titriyordu. Etrafındaki herkes telefonlarını yerden toplarken o hala aynı yere bakıyordu: o gölge, hala orada mıydı?

Bir anlık kararlılıkla dışarı fırladı ama birkaç adım sonra nefesi kesildi. Hamileliği koşmasını zorlaştırıyordu. Sokak başında bir karaltı hareket etti. Lara o anda hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı, nereye gittiğini bilmeden.
Bir devriye arabasının sireni uzaktan yankılandı. Lara, iki polis memurunun dikkatini çekti, nefesi düzensizdi, konuşamıyordu. Polislerden biri koluna girip, “hanımefendi iyi misiniz?” diye sordu.

Lara cevap veremedi. Gözlerinden yaşlar akıyor, kelimeler boğazında düğümleniyordu. “biri beni izliyor…telefonlar…hepsi..” diyebildi sonunda.
Polis memurları birbirlerine baktı. “tamam, sakin olun, şöyle gelin,” dedi biri yumuşak bir sesle.

Onu devriye arabasına oturttular. Lara’nın elleri hala titriyordu, telefonuna sıkıca tutunmuştu. Bir süre sonra, gözyaşlarının arasından telefona baktı, ekranında gelen bir arama: *Canımın içi*
Telefonu açtığında sesi neredeyse duyulmuyordu. “Hasan.. ne olur, gel.. eve tek dönmek istemiyorum…” diye fısıldadı.

Hasan o sırada hastanede oturmuş ilerlemeyen sırayı beklerken ayaklarını sallayıp duruyordu. Lara’nın ağlamaklı sesiyle ayağa fırladı, kimseye bakmadan dışarı koştu.

Hasan devriye aracına vardığında, Lara’nın gözyaşları kuruduğu halde yüzündeki korku silinmemişti. Eve dönüş yolunda ne olduğunu sorsa da, Lara dışarının güvensizliğinde sessizliğini bozmadı.
Eve girdiklerinde içerisi hala dün gece gibi soğuktu. Hasan, Lara’nın elinden tutup koltuğa oturttu. Kadının omuzları titriyordu.

Lara Kırılan sürahinin masasına baktı. “kâbuslar hiç bitmiyor” dedi kısık sesle. Sakinleşip kendini güvende hissedince olan bitenlerin tamamını anlattı. Bir süre sonra, annesini aradı. Gürcü aksanlı ses hattın öbür ucunda endişeliydi. “iyiyim” dedi Lara, pek iyi olmasa da. “selam söyledi” dedi kapattıktan sonra, ama sesi neredeyse fısıltıydı.

Akşama kapı çaldı. Lara’nın teyzesi Daria içeri girdi, beraberinde ağır bir tütün kokusu.
Yorgun ama kararlı bir yüzü vardı. Lara’nın İstanbul’daki tek akrabasıydı.
“Ah kuzum” dedi Lara’nın ellerini avuçlayarak. “korkmuşsun.”
Lara başını eğdi, gözleri doldu. Çay içtikten sonra, Hasan “Teyzeciğim, bu gece bizde kalır mısın?” diye sordu. Daria teyze kafasını sallayarak “kalırım oğlum” dedi.

Lara biraz sonra uykuya daldı. Teyze balkona çıktı, Hasan da peşinden gitti. Kadın, sessizliğin içinde sigarasını yaktı, duman geceye karıştı.“ablam her şeyi anlattı” dedi Daria teyze, ağır bir sesle. “olanların bir açıklaması var” diye ekledi, uzaklara bakarak.

Hasan başını çevirdi, gözlerini kısmıştı. “açıklaması mı var?” diye sordu şaşkın bir sesle. Teyze “evet, daha önce başımıza gelmişti” diyerek endişeli bir yüz ifadesiyle Hasana baktı. “ağır ağır taşlar uçup yere çakılırdı. Bazen ağaç dalları sırayla kırılıp düşerdi” diye fısıldadı.

“Lara o esnada küçüktü. Köyün hemen dışında bir okul kampına göndermiştik onu” dedi ve Lara’yı kontrol edercesine arkasına bir bakış attı. “oysa Lara kamptan dönmeden önce her şey bitmişti. Demek kızın zayıf anında tekrar gelip musallat oldular” diye ekledi. “zaten rahmetli papaz söylemişti bize zamanında, imanlı olun! Güçlü olun! Çünkü bu Ruhlar ancak ve ancak imansız veya zayıf olanlara musallat olurlar!”

Teyze içini çekip başını sallayarak “garip yeğenimin ruhu yıpranmış olmalı yoksa o Ghuli’ler hayatta yaklaşamazdı” diye konuşmaya devam etti.

Hasan anlatılanları ağzı açık dinledi. Sonra da “kimmiş musallat olanlar?” diye sordu. Daria teyze ciddi bir yüz ifadesiyle “üç başlı Ghuli’ler” dedi. Hasan şaşkın ve alaycı bir sesle “üç..başlı” diye fısıldadı. Daria teyze açıklama yapmak zorunda kaldığını hissederek “evet evladım, üç başlı Ghuli’ler” diye tekrarladı. “rahmetli yaşlı papazımız dua okuyarak tüm köyü dolaşıp durdu da, o kötü ruhlardan öyle kurtulduk” diye devam etti gayet ciddi bir sesle.

Sessiz geçen bir iki dakikanın ardından “komşum genç papaz Henry’le konuşacağım, çok imanlı bir genç. Onu görünce aklıma köyün papazı geliyor” dedi Daria teyze, sigarasını kül tablasına bastırarak.

“teyzecim, sana olan saygımız büyüktür. Ayrıca yanımızda olduğun için de teşekkür ederim.” Dedi Hasan ayağa kalkıp demir korkuluktan tutarak. “ama Lara bu kadar yorgun ve hassas bir durumdayken, bir de üstüne kötü ruhlarla ve papazlarla uğraşmak istemiyoruz” alaycı bir gülümsemeyle “ayrıca ben sürekli dua okuyorum” diyerek dönüp teyzeyle göz göze geldiler. Daria teyze başını sallayarak “dua okuyorsun, ama inanmıyorsun evladım. Dualar, dudakta kalırsa işe yaramaz”

o anda içeriden bir ses geldi.
“olur, teyze” dedi Lara, uykulu bir tonda. Hasan irkildi. Kadın içeri döndü, Lara balkonun kapısında “çağır gelsin. Şu papazı..gelsin.”
Lara, başını Hasana çevirdi, yüzü solgun, sesi titrekti. “biliyorum kulağa delilik gibi geliyor ama.. Artık bitsin istiyorum, Hasan.”
Hasan bir an tereddüt etti, sonra yavaşça Lara’nın elini tuttu. “tamamdır teyze, çağır gelsin” dedi.

Daria başını eğdi, dudaklarının kenarında belirsiz bir gülümseme. Lara gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı.
Ev yeniden sessizliğe gömüldü, ama o sessizlik artık bir huzur değil, bir beklentiydi.

Gece serinliği yavaşça eve siniyordu. Pencereden içeri süzülen ışık, duvardaki çatlakları parlatıyor, her bir çizgi, Lara’nın kalbindeki yorgunlukla aynı ritimde titreşiyordu.

Daria teyze, koltuğun kenarına oturmuş, telefonu kulağına dayamıştı. Konuşurken sesi neredeyse bir fısıltıya dönüşüyordu. Sanki evin duvarlarının bile duymasını istemiyordu.

Telefonu kapatınca odanın havası değişti. Tül perde hafifçe dalgalandı, sanki biri geçip gitmiş gibi. Lara, teyzesinin yüzünü okumaya çalıştı ama başaramadı.

O sırada Hasan’ın parmağındaki sargıyı fark etti. “parmağını doktora gösteremedin, değil mi?” özür dilercesine dudaklarını büzdü. “ihmal etme lütfen.. Tekrar git olur mu?”. “üzme kendini, yarın birlikte hastaneye, oradan da bir yerlere gezmeye gidelim” diye cevapladı Hasan yumuşak bir sesle.

Teyze uyumaya gitti, Lara ile Hasan balkonda kaldılar. Deniz uzakta koyu bir çizgi gibi duruyordu. O an, her şeyin düzelebileceğine inanmak istedi. Belki sabah olunca, belki yeni bir günle birlikte.

Gece ağır bir örtü gibi sarmıştı evi. Mahalle’nin uzak yerlerinden köpek havlamaları geliyordu. Her biri başka bir hikayenin yankısı gibiydi.
“uykun yok mu?” dedi Hasan
“hayır, bugün her şey farklı hissettiriyor. Sanki ev nefes alıyor”
“yorgunsun, ondan. Her şey geçecek”
“geçecek” diye cevapladı Lara usulca. Ama sesindeki güven çoktan solmuştu.

Hasan ayağa kalktı. Birden parmağındaki ağrıyı hatırladı. Elini sıktı, yüzünü buruşturdu.
“sen istersen azıcık daha otur, sonra uyumaya çalış olur mu?” dedi Hasan. “nereye gidiyorsun?” diye cevapladı Lara. “parmağımın ağrısı uyutmayacak beni. Nöbetçi bir eczaneden krem alayım da, yarın gündüz gözüyle hastaneye gidene kadar ağrısı azalsın”.
Lara “tamam” dedi. Ama o ”tamam”ın altında binlerce kelime sustu.

Sokak boştu. Nöbetçi eczane uzak, gecenin içinde tek bir ışık gibi yanıyordu. Acıyan parmağı, yüzünü sıyırıp geçen yumuşacık rüzgâr, Hasan’ın adımlarını yavaşlattı. Stresli bir iş gününün ortasında Bir yürüyüşe çıkmış gibiydi. Yaklaşık bir saat sonra geri döndü. Ufukta sabahın ilk ışığı görünüyordu. Binanın önüne gelince bir tuhaflık fark etti. Kapı açıktı, içini huzursuzluk doldurdu. Merdivenleri çıkıp dairesinin kapısında durduğunda ise, kapı aralıktı. Elindeki ilaç poşeti yere düştü. Sanki bütün gece o kapının ardında bekleyen bir soğukluk, şimdi dışarıya taşmıştı.

İçeri girdiğinde, halı başka birinin yürüyüşünü hatırlıyormuş gibi gıcırdadı. “Lara?” dedi alçak bir sesle. Cevap yoktu. Koridorun lambası yanıyordu, ışık titrek ve kirliydi.
“Lara?” diye tekrar seslendi, artık sesi koridorun lambası gibi titriyordu.

Salona girdiğinde yerde bir hareketsizlik vardı. Daria teyze yerdeydi. Hasan dizlerinin üstüne çöktü. Teyzenin omzuna dokundu. “teyze..duyuyor musun beni?”
Kadın hafifçe inledi, ama gözlerini açamadı.

“Allah’ım.. ne oldu burada?” diye mırıldandı kendi kendine.
Hızla ayağa kalktı, evin her köşesine koştu.
Banyo, boş.
Mutfak, sessiz.
Lara yok.
Yatak odasında battaniye yatağın kenarına kaymış, Lara’nın eşyaları yerindeydi.

“Devam Edecek”

hikaye, esasen kayıp rıhtım formunun aylık öykü seçkisi için yazılmıştır.

KÂBUS KIRIĞI was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.