2023 yılında beni dernek işlerine tövbe ettiren bir tecrübe yaşamıştım.(Merak edenler şu yazıya göz atabilirler.) Sindirip devam etmesi zor olmuştu. Şirinler-Kayıp Köy’ü izledim ve şelaleden düşmek üzere olan Gargamel’e yardım eden şirinlerde kendimi gördüm. Sonra kişisel bir aydınlanma anı yaşadım; bu kadar iyiliğin çizgi filmde bile yeri yok! Kaldı ki gerçek hayatta bir karşılığı olsun… Bu yazıda içime su serpen, kabullenmemi sağlayan şeyleri paylaşıyorum. Kılavuz bir ses, tutunacak bir söz arayanlar, ancak anlamlandırınca devam edebilenler için.
- Cüneyt Özdemir: ‘Meslekte uğradığım ihanetleri ve sırtımdaki hançerleri art arda dizsem burdan Bab-i Ali’ye yol olur ama bu kişiler üç gün var, beşinci gün yok, sürekliliği olmaz.’ Cüneyt’in aklıma kazınan başka cümleleri de var: (mealen) ‘Biz birbirimizi tanırız, muhabirlikten gelirsin, görünürsün, hiç bilmediğimiz tipler türedi.’ Hala ortaokulun ilkokuldan, doktoranın lisanstan, ustalığın kalfalıktan, kitap yazmanın kompozisyon/blog/yazı yazmaktan sonra geldiği bir düzen varsa, evet. Ve yatırım yapacağı kişi için ‘Birkaç kere iş batırmış olacak.’ O kadar doğru ki… Batırmış ve devam etmiş. Artık daha güçlü. Daha tecrübeli. Üstelik aklına fikir gelmeye de devam etmiş. Çünkü kökü onda. Hani insan kalbi kırılınca da bir daha öyle sevemeyeceğini düşünür. Ama ne diyor Nihan Kaya: ‘Sevgimizin kaynağı sevdiğimiz kişi değil, biziz. Bir insanı çok güzel ve güçlü mü sevdiniz: Bu güzel ve güçlü sevebilme kapasitesi sizde, onu hiç kimse elnizden alamaz. Birini böyle güzel ve güçlü sevebildiysek bir başkasını da böyle güzel ve güçlü sevebiliriz.’
- ‘So above as below’ Zaten sorun çıkmasa Norveç’tik, altta ne varsa yüzeye o çıkıyor.
- Saba Tümer: ‘İyi olmak bir tercih, kötülük yapmak kolay.’
- Avukat olan arkadaşım: ‘İlerde daha büyük cezaya rastlarlar, yine atlayabileceklerini düşünerek.’ Çünkü suç artarak devam eden bir şey, cezası kesilmeyince.
- Erkan Baş’ın Can Atalay olayı için gelen ‘Tahmin edemediniz mi?’ sorusuna verdiği cevap: ‘Edemedik’ Edemezsin güzel kardeşim. Edebilseydin ona benzerdin, onun gibi olurdun. Kendimizi kaybetmek, kendimiz olmaktan çıkmak, durmamız gereken eşik zaten.
Bu süreçte hiç vazgeçmeden, kendi başıma oldurtmaya çalışırken en çok, çabuk vazgeçebilenlere özendim. Sardunyaya mesela. Yeri mi dar? Başka tarafa uzadı. Duvara mı denk geldi? Kaynakları kesti, ordaki yaprağı sarardı. Bakım az mı? Sadece hayatta kaldı. Nerde ‘high-functioning anxiety’? Bitkilerin diretmemesi, kolay vazgeçmesi, aslında müthiş bir kaynak yönetimi. Gerçekten bu erken haber veren hassas sensörler bende olsa yıpranmadan daha üretken olurdum. Ben yüzeyde kalmak için sürekli kulaç atıp sonra da kooperatif gibi ‘İçerde param çok’ diye işin içinden çıkamazken, baktım o şartları iyileşince -eskiden iki yaprak olan dalında bile- geriye dönük yaprak çıkardı. ‘Bu bilimsel bir gerçek mi?’ yoksa ben ‘Salonda tek başıma çok fazla mı kaldım?’ diye şüphelenip bir bilene sordum: ‘Bitkilerin çevresel koşullara göre farklı biçimlerde gelişebilme yetisi developmental plasticity olarak bilinir ve özellikle bitkilere özgü bir özelliktir. Çevredeki karbondioksit miktarı, sulama düzeni, sıcaklık gibi faktörlerdeki görece küçük değişimler bile bitkinin gelişim biçimini doğrudan etkileyebilir. Ancak bu tür gelişimsel esneklik mekanizmaları bitkilere hastır; sinir sistemi gelişmiş hayvanlarda aynı şekilde işleyen bir sistem bulunmaz.’ Sevineyim mi üzüleyim mi?
Bir de ilahi adalet var: İş yapma azmiyle değil, rekabet hırsıyla etkinlik tarihini diğer projenin etkinlik tarihine denk getirirsen, şehre son 20 yılın karı da yağar, elçilik etkinliğini iptal de eder, konuşmacıların-davetlilerin hakkına da girmiş olursun, sponsorluk parasını çar çur da edersin, aidat ödedikleri derneklerinin paydaşı olduğu iki etkinliğe de gitmek isteyen -üstelik hakları- üyelerce tenkit de edilirsin.
Referanssız kullandığın fotoğraf için (curve buralarda işte) basında çıkan ilk yazı dizinde linç de edilirsin.
Ben ise geçen bu iki yılda, elimi eteğimi çekmeme rağmen, Cumhuriyet balolarına devet edildim. Gösterilerde atıf aldım. Proje konusunu bir tema olarak işleyen okullardan resmi tören fotoğrafları bana geldi. Konunun öncülerinin şartsız desteğini gördüm. Her şeyin çok az veriyle bile 50–60 yaş tecrübesinde bu kadar net görünür, kolay tahmin edilir olması içime su serpti. Fikrin başkalarınca da işleniyor olması mutlu etti. Sonuçta bu konu kimsenin tekelinde değil.
Onlarla yolu kesişen kişilerin ise aynı şeylerden muzdarip olması, projenin fikir sahibine dair bir fikir sahibi olmamaları ise şaşırtmadı. Çünkü orada tekrarlayan bir pattern var. ‘Çünkü onlar Ayşeciğim, Dallas’ta Ceyar’ı tutuyor!’*
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek, düşüncesizliğe incelikle, bencilliğe fedakarlıkla karşılık vermek, olmuyor. Olduramıyorsunuz. Hiçbir şey değişmiyor. Ancak referansları bu grubun belirlemesine de izin vermemek gerek. Bir Aile Meselesi’nin de dediği gibi ‘Hayat, bu bir grup ham ahlatın şekillendirmesine izin vereceğimiz bir yer değil, olmamalı.’
*Devir-Ece Temelkuran
P.S. Bu yazının ilk versiyonunu okuyan premium üyemizden 🙂 şöyle bir soru geldi: ‘Metnin başlığı kabullenme. Neyi kabul ettin o zaman?’ Cevabım: ‘Bazen olmaz’.
Rahmi Koç Müzesi (Ağustos 2024 / Ankara)
Kabullenme was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.