Geride bıraktığımız iki hafta içinde, ülkemizin bağımsız festivallerinden İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali ile Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde günümüz sinema sanatının seçtin örnekleri sergilendi. İlk göze çarpan özellik, insanın giderek yalnızlaşmasına yönelik bir tepkiydi. Bir başka ortak nokta ise, çok uluslu yapımların sayısındaki artıştı. İzmir festivali, Avrupa sineması üzerinde yoğunlaşırken, Ayvalık ABD, Çin gibi uzak diyarlardan filmlere de programında yer vermişti.
İzmir Film ve Müzik Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümündeki yabancı yapımlardan üçü 15 Eylül’deki törende ödüle değer görüldü. Ömer Vargı’nın başkanlığındaki Uluslararası Jüri Büyük Ödülü Fransız yönetmen Grégory Magne’ın “Müzisyenler” adlı filminin oldu. Zengin bir genç kadın, babasının hayalini gerçekleştirmek üzere dört virtüöz müzisyeni davet ederek bir kayıt yapmayı planlar; fakat müzisyenler bir türlü aralarındaki uyumu sağlayamazlar… İnsan ilişkilerinin karmaşıklığı ve ego çatışması üstüne kurulmuş sağlam bir senaryo, Grégoire Hetzel’in etkileyici müziği ve her biri gerçek bir müzisyen olan oyuncuların yorumları ile tadına doyum olmaz bir seyirlik, günümüz Fransız sinemasının tüm özelliklerini barındıran bir film “Müzisyenler”.
Kneecap adlı İrlandalı ünlü müzik topluluğu üyelerinin kendilerini canlandırdığı, dillerini, kültürlerini korumak adına verdikleri mücadeleyi yansıtan film festivalden En İyi Müzik ödülüyle ayrılırken, ünlü müzisyen Keith Jarrett’i n Köln konserini organize etmeyi aklına koyan genç bir girişimcinin gerçek hikâyesini beyazperdeye taşıyan Alman Yönetmen Ido Fluk’un “Köln 75”i Jüri Özel Ödülünü kazandı. Üç filmde de başarının anahtarının yılmadan çalışmak ve inat olduğu vurgulanıyordu. Türkiye hakları Bir Film’e ait olan “Köln 75”i yakında sinemalarda izleyebileceğiz.
Ayvalık Festivali’nde izlediğimiz, Cannes’da Jüri Büyük Ödülünü alan “Manevi Değer” (Sentimental Values) yılın en başarılı yapımlarından biri. Norveçli yönetmen Joachim Trier filmini İsveç, Norveç, Danimarka gibi İskandinav ülkelerinin yanı sıra Almanya, Fransa, Birleşik Krallık, Türkiye ortaklığında gerçekleştirmiş. Filmin yapımcılarından Atilla Yücer de Ayvalık’taydı. Sanatında elde ettiği başarıyı aile ilişkilerinde yakalayamayan, çocukluğunda kendisini yalnız bıraktığı için yönetmen babasını affedemeyen bir kadın oyuncunun kendisiyle ve çevresiyle barışma sürecini anlatan Trier, başta muhteşem Stellan Skarsgard ve Renate Reinsve, son derece başarılı bir oyuncu kadrosunun katkısıyla izleyiciyi daha ilk andan filme bağlıyor ve sonuna dek gerilimi düşürmeksizin anlatıyor öyküsünü. Türkiye hakları MUBI’de olan ve Başka Sinema’nın sinema gösterimlerini üstlendiği “Manevi Değer”in festivalin açılış filmi olarak seçilmesi ve yarışmasız bir festival olan Ayvalık’ın ‘Yeni Bir…’ adlı tek ödülünün “Ölü Mevsim” filminin yönetmeni Doğuş Algün’e gitmesi isabetli seçimlerdi.
DÜNYANIN HALLERİ
Cannes’da Altın Palmiye ödülü kazanan Cafer Panahi’nin “It was Just an Accident”ı ile Rus yönetmen Kiril Serebrennikov’un “Josef Mengele’nin Kayboluşu”nun yanı sıra, iki önemli belgesel, Gazze’deki trajediyi konu alan İranlı yönetmen Sepideh Farsi’nin “Yüreğini Eline Al ve Yürü” ve İzmir’de de gösterilen “Bir Darbenin Soundtrack’i” dünyadaki politik çalkantılara, faşist uygulamalara ışık tutuyor. Seçkinin en güçlü yapımlarından biri Ukrayna kökenli yönetmen Sergey Loznitsa’nın “İki Savcı”sıydı. Adalet kurumunun siyasetin oyuncağı haline geldiği Stalin döneminden yalın ve etkileyici bir hikâye anlatıyor Loznitsa… Arjantin’de darbe öncesi günlerde zengin çocuklarının okuduğu bir okulda öğretmenlik yapan bir İngiliz’in yaşadıklarını mizahi bir dille anlatan, -İstanbul Festivali’nde izleyip yazdığım- “Penguen Dersleri”ni de bu listeye eklemek isterim.
Mizahın yanı sıra fantezi ve bilim kurgu ögelerini ustaca harmanlayan bir film, “Chuck’ın Hayatı”nı hararetle tavsiye etmek isterim. Günümüz dünyasında bireyin yalnızlığını ve yabancılaşmasını anlatan bir film bu. Üç bölümden oluşan, önce son bölüm, ardından ikinci ve birinci bölümlerle çarpıcı bir kurgu oluşturan yapım önümüzdeki günlerde sinemalarda izlenebilecek. Festivalin en çarpıcı filmlerinden biri olan “Sirat” Fransız yönetmen Olvier Laxe’ın imzasını taşıyor. Kuzey Afrika’da kaybolan kızını arayan bir babanın öyküsünü anlatan Laxe, bu filmle Cannes’da Jüri Ödülünü, Kahire’de Altın Piramit’i kazanmıştı. Bu filmin de Türkiye hakları MUBI’de ve muhtemelen platform öncesi sinemalarda gösterime girecek.
Alman yönetmen Mascha Schilinski’nin “Düşüşün Tınısı” (Sound of Falling) iki buçuk saat boyunca izleyiciyi bir Alman çiftliğinde yaşayan geniş bir ailenin fertlerinin yüzyıl başından günümüzde uzanan hikâyesini, kadın kahramanların bakış açısından anlatıyor. Etkileyici görüntülere ve ses tasarımına sahip olan film, erkek egemen toplumda kadınların yüzyıllar boyunca çektikleri acılara tanıklık etmemizi amaçlıyor besbelli, ama öylesine iddialı, biçimci, estetizme teslim olmuş bir anlatı ki sonuç izleyici açısından bir hüsran oluyor. Oysa Çinli yönetmen Huo Meng’in ülkemizde “İki Dünya Arasında” diye adlandırılmış, İngilizce adı “Living the Land” olan filmi, uzunluğuna ve karanlık sahnelerine karşın izleyiciyi içine çekmeyi, derdine ortak etmeyi başarıyor. 1991 yılında ailesi kente çalışmaya gitmiş, büyükannesi ile komşuların gözetiminde yaşayan bir çocuğun gözünden Çin’in modernleşme sürecine tanıklık ediyor. Film boyunca geleneklerine ve değerlerine bağlı köylülerin bu süreçte çektiği sıkıntıları izliyoruz. Berlin’de neden En İyi Yönetmen seçildiğini anlamak zor değil.
Hollandalı Daan van den Hurk’un 20. yüzyıl başından görüntülere piyano ile eşlik ettiği “Bir Zamanlar Avrupa” adlı kurgu filmi ve yönetmenin yaptığı Q&R (soru-cevap) festivalin en güzel anlarından biriydi. İzmir ve Ayvalık’ta Sinematek/Sinema Evi, Kurukahveci Mehmet Efendi işbirliği ile restore edilmiş “Aysel Bataklı Damın Kızı”nın gösterilmesi sinemamızın mirasına bir saygı duruşu niteliğindeydi. Yarın Ayvalık’tan Adana’ya uzanacağız. Adana Altın Koza Film Festivali’nde sinemamızın yeni ürünlerinin yer aldığı Ulusal Yarışmanın yanı sıra dünya sinemasından ilginç örnekler var. Haftaya Adana’da buluşmak üzere…