Tahran’ın su krizi, doğal kaynakların yanlış yönetilmesinin yol açabileceği sonuçlar bakımından tüm bölge için alarm sinyali veriyor.
İran, son aylarda giderek derinleşen bir su krizine teslim olmuş durumda. Başkent Tahran dahil birçok kentte musluklardan su akmıyor, kuyular kuruyor ve uzmanlar, ülkenin “Sıfır Gün”e, yani su kaynaklarının tamamen tükeneceği noktaya tehlikeli bir hızla yaklaştığı uyarısında bulunuyor.
Yaz aylarında 50 dereceye varan sıcaklıklar, artan klima kullanımı ve bunun sonucunda yaşanan elektrik kesintileri, milyonlarca İranlıyı cezalandırıcı bir sıcakla baş başa bıraktı. Yaşanan kriz karşısında İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın, soruna kalıcı çözüm önerisi getirecek olanlara 100 milyar tümen (yaklaşık 1 milyon dolar) ödül vaat etmesi, durumun vahametini gözler önüne serdi.
Ancak uzmanlara göre İran’ın yaşadığı şey, basit bir kuraklıktan çok daha ötesi. On yıllardır süren yanlış su politikaları, plansız sanayileşme ve ekolojik dengeyi göz ardı eden mega projeler, bir “su iflasının” kapısını araladı.
Binlerce yıldır ‘kanat’ adı verilen yeraltı su kanalları, İran’ın merkez platosunda hayatı dengeleyen sistem olmuştu. Ancak bu geleneksel yapılar, yeraltı su tabakalarıyla birlikte çöküyor. Yezd, Kirman ve Horasan’daki kadim yerleşim yerleri, kanatların kuruması ve toprağın çökmesiyle terk ediliyor. Uydu verileri, yeraltı suları tükendiği için tarım topluluklarının tamamen yok olduğunu gösteriyor.
İran’ın çevresel çöküşü, betona duyulan hayranlıkla başladı. 1949’da Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin Las Vegas ziyareti ve Hoover Barajı’na duyduğu hayranlık, ülkedeki baraj inşası çılgınlığının fitilini ateşledi.
Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği, nüfuz alanlarını genişletmek için baraj inşası ve hidrolik projelere teknik yardım ve kredi sağladı. Başkan Truman’ın Dört Nokta Programı kapsamında İran’a gönderilen Amerikalı mühendisler, modern sulama ve sondaj teknolojisini getirdi. Bu, İranlı çiftçilerin yeraltı sularını sürdürülemez bir hızla tüketmesinin önünü açtı.
Şah, ağır sanayiyi İsfahan ve Fars gibi suyu kıt bölgelere yerleştirdi. 1963’teki toprak reformları ise geleneksel sistemlerle bağları kopardı. Köylüler kanatları terk ederek motorize kuyulara yöneldi. Ancak desteklenmeyen çiftçiler iflas etti ve kentlere göç etmek zorunda kaldı. Bu kitleler, 1979 devrimine giden süreçte önemli bir rol oynayacaktı.
Şah’ın devrilmesinin ardından kurulan İslam Cumhuriyeti, Batı tarzı modernleşmeyi kınadı ancak su yönetimi politikalarını değiştirmedi. 1980-1988 İran-Irak Savaşı sırasında gıda egemenliğine verilen önem, kuyu sayısının ikiye katlanmasına neden oldu.
Savaş sonrasında dönemin Cumhurbaşkanı Ekber Haşimi Rafsancani ile birlikte su yönetimi, güçlü kurumların elinde toplandı. İDG’ye bağlı Hatam el-Enbiya İnşaat Karargahı, İran Su ve Enerji Kaynakları Geliştirme Şirketi (I.W.P.C.O.) ve danışmanlık şirketi Mahab Ghodss, kapalı bir döngü oluşturdu.
Bu “su mafyası” olarak anılan yapı, bakanlık yetkilileri, danışmanlık firmaları, İDG taşeronları ve akademik müttefiklerden oluşan bir kartele dönüştü. Barajlar ve su transferleri, kayırmacılığın motoru haline geldi; içeridekileri zengin ederken nehirleri öldürdü ve kırsal toplulukları yok etti. Projeler çevresel etki değerlendirmesi olmadan onaylandı.
Batı İran’daki Urmiye Gölü, bu politikaların en çarpıcı kurbanı. Bir zamanlar Orta Doğu’nun en büyük gölü olan Urmiye, besleyen nehirlere inşa edilen barajlar yüzünden tuzla kaplı bir havzaya dönüştü.
Barajsız bölgelerde ise çiftçiler izinsiz kuyular açtı. Yeraltı suları çöktü, ovalar çöktü ve çöller genişledi. Tüm bunlar, kendi kendine yeterlilik adına meşrulaştırıldı.
Kötü yönetim döngüsü, farklı yönetimlerde de devam etti. 1997-2005 arasında görev yapan ve kuraklığa alışkın Yezdli Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi bile memleketine su transferini destekledi. 2000’lerin sonunda Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad kuyu açma kısıtlamalarını gevşetti ve yeni bir baraj inşası dalgası başlattı.
2024 yazı itibarıyla İran’da 10.000’den fazla köyün içme suyuna erişimi yok. Daha geniş su krizi, yaklaşık 27.000 köyü etkiliyor. Su mafyası, dolmayacak barajlar inşa etmeye devam ederken, Hindistan gibi ülkelerde başarılı olan sel yayılımı ve yağmur suyu hasadı gibi doğa temelli çözümler reddedildi.
İran, su kullanımını yenilenebilir kaynakların %40’ının altında tutması gerektiği konusunda defalarca uyarılmasına rağmen, tarım sektörü su kullanımının yaklaşık %90’ını oluşturuyor.
Krizden çıkış için; suya aç ürünlerden vazgeçilmesi, akıllı tarıma geçilmesi, kayıp-kaçak su oranının yüzde 30’ları bulduğu şebeke altyapısının iyileştirilmesi, ve kadim taşkın yönetimi tekniklerinin canlandırılması gerekiyor. Tuzdan arındırılmış deniz suyu transferi gibi mega projeler ise sorunu daha da kötüleştirmekten başka işe yaramıyor.
Dünyanın en iyi su bilimcilerinden bir kısmı İranlı olmasına rağmen, bu uzmanlar su mafyası tarafından sürgüne zorlandı veya kenara itildi. İran’ın, siyaset üstü bağımsız bir su otoritesine ve sürdürülebilir bir plana ihtiyacı var.
Su krizi, İran’ın sınırlarını aşan bir tehdit. Irak ve Afganistan’la paylaşılan nehir havzalarındaki anlaşmazlıklar, bölgenin bir sonraki güvenlik krizini ateşleyebilir. İran’ın gelecekteki liderlerinin, bu varoluşsal krizle başa çıkmak için küresel standartları ve sürgündeki uzmanlığı dikkate almak gibi bir zorunluluğu bulunuyor.
Kaynak: TIME