İki insanı bir süre için bir arada tutan her ilişki biriciktir; hele bir de uzun yıllardan bahsediyorsak. Ancak hepimizin şu ya da bu şekilde öğrendiği üzere, ilişkiler biter ve bu çok acıtır. Bir süre sonra zor da olsa ayağa kalkar, kendimize çeki düzen verir ve hayatımıza devam etmeye çalışırız. Benim hikayemde “algoritma” buna izin vermedi…
Teknoloji basınında geçirdiğim 16 senede, dijital teknolojilerin hayatlarımıza nasıl nüfuz ettiğine bizzat şahit oldum. Bir zamanlar suda halka geçirme oyunu muamelesi yaptığımız mobil ekranlar, kısa sürede nasıl hissedeceğimizi tayin etmeye ve hatta seçimlerin sonucunu değiştirmeye başladı. 21. yüzyılda artık hiçbir şeyin olması gerektiği gibi olmaması bir norm haline geldiğinden, bunu da ya alışmamız ya da kaçınmamız gereken bir diğer şey olarak kabul ettik. Çok geçmeden dijital medya her formuyla sosyalleşti, hepimiz bir şekilde algoritmaların kucağına düştük, kimilerimiz bunu diğerlerinden daha iyi idare ettik.
Instagram’ın psikolojime ne yaptığını anladığımda ilk refleksim hesabımı kapatmak, Reddit ve Twitter gibi platformlara geçmek olmuştu. Biliyorum, bu attan inip eşeğe binmekten farksızdı, kaldı ki bu detoks pek de uzun sürmedi. O zamanlar birlikte olduğum kız arkadaşımın komik ve olumlu içerikleri benimle paylaşmak istemesi üzerine, yeniden Instagram’a katıldım. Tüm dünya vatandaşları gibi ben de kelebekten kaçan küçük çocuktan yavrularına ağzındaki somun ekmeği götüren köpeğe, fahiş fiyatlı yeme-içme mekanlarının tanıtımlarından sağlıklı yaşam dolandırıcılarına kadar geniş bir yelpazede Instagram’ın tüm nimetlerinden faydalandım. Instagram’ı hiç ilgilendirmez ama gün geldi ve kız arkadaşımla yollarımızı ayırmaya karar verdik. Hayat işte! Dolayısıyla birbirimizden dijital olarak da kopmamız gerekti. Nasıl olduğunu bilirsiniz; karşılıklı olarak telefon numaralarınızı silersiniz, Siri’ye numarasını önermemesini tembihlersiniz, birbirinizi artık sosyal ağlarda takip etmezsiniz vesaire…
Tüm bunların üzerinden aylar geçmiş ve artık bir yatışta 20 şınav çekebiliyorken, yani anlayacağınız zor da olsa ayağa kalkmışken, bir pazartesi sabahı Instagram bana hayatımda ilk kez e-posta gönderdi:
Gmail’in “Tanıtımlar” ve “Sosyal” filtrelerini atlatmayı başaran bu e-posta, üretken geçeceğini umduğum sabahıma bomba gibi düşmüştü. Bu noktada netleştirmek isterim ki ben, Instagram’ın ısrarla ne yaptığını görmemi istediği bu kişiyi uzun süredir takip etmiyordum, kendisinin hesabı özeldi (private) ve paylaşımlarını onun önceden onayladığı kişiler dışında kimse görememeliydi.
E-posta gelen kutuma düşer düşmez tıkladım. Karşımda uzun zamandır görmediğim bir profil fotoğrafı ve bir mesaj duruyordu… Instagram onun en yeni paylaştığı fotoğrafını ve açıklamasını bana servis etmişti.
Sağ üst köşede kendi profil fotoğrafımın görünmediğini fark ettiğimde, bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. Ne bu sezgim ne de karşımdaki insanın mahremiyetine duyduğum saygı, beni o mavi kutunun cazibesinden alıkoymadı. Belli ki çağımızın tanrılarından Zuckerberg beni kutsamış ve makinelerine “Bunu Hasan’a gösterin!” diye buyurmuştu. İyi bir kul oldum ve mavi kutuya tıkladım.
Gizliliğini hiçe saymamak adına o ekranı sizinle paylaşmayacağım.
Ve karşımdaydı… O hep çıkmak istediğimiz ve en nihayetinde bensiz gittiği yurt dışı tatilinde çektiği fotoğraf albümüne bakıyordum. Burnumun direği sızladı. Altıncı fotoğraftan sonra artık Zuckerberg’ü suçlamayı bırakmış, bunu kendi kendime yaptığımı kabul etmiştim. Sağ üstte hiçbir profile bağlı olmadığımı gösteren o jenerik profil fotoğrafı duruyordu, hesabıma bağlı değildim, yine de buna rağmen o paylaşıma dair her şeyi tıpkı onun bir takipçisiymişim gibi görebiliyordum. Bir yabancı olarak Instagram’ın arka sokaklarında etik dışı acılarda yeterince kavrulmamın ardından ilk iş, telefonumdan kendisinin hesabını açık hale getirip getirmediğini kontrol ettim. Hayır, hesabı hala özeldi ve erişimim yoktu.
Adının Heartbreak Hotel olarak değişmesi gereken o malum e-posta listesinden çıktım. Kendisini de yaşanan bu tuhaf olaya dair bilgilendirdim.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu şaşırtıcı olay karşısında ne düşüneceğimi bilmiyorum. Daha çok hepimizin üzerine düşünmesi gereken sorularım var: Günümüzde mahremiyet artık bir yanılsama mı? Teknoloji şirketleri kodlarındaki hataların insani sonuçlarından ne kadar sorumlu?
Bu soruların yanıtını bilmiyorum. Bildiğim ve sizinle paylaşmak istediğim ise bu yeni dijital dünyada çok savunmasız olduğumuz.
Elbette bu olayın ardında kötü bir niyet yoktu; olayın faili hedefini şaşırmış, muhtemelen en yüksek etkileşimi almak üzere yazılmış bir kod diziniydi. Ancak asıl tehlikeli olan da bu değil mi zaten? Hayatlarımızı emanet ettiğimiz, özel yaşantılarımızı istesek de istemesek de sünger gibi emen bu sistemlerin, bir insanın yas sürecini ya da mahremiyet arzusunu öngöremeyecek kadar kör olması. Benim başıma gelen, eski bir sevgilinin fotoğraflarıydı. Peki, ya yarın sizin karşınıza artık hayatta olmayan bir yakınınızın hatırası ya da unutmak için çabaladığınız bir travmanın önerisi çıkarsa? Bunun olmayacağının garantisini kimse bize vermiyor.
Bu olay bana, arkamızda bıraktığımızı sandığımız her anının sunucularda uyuyan birer hayalet olduğunu gösterdi. Bazen, bir kod satırındaki tek bir hata, o hayaletleri savunmasız bir anımızda karşımıza dikebiliyormuş. Bizler, hatasız olması beklenen makinelerin ve algoritmaların insafına kalmış, hassas anılarla dolu insanlarız.
Ve görünen o ki, bu yeni dünyada hiçbirimiz o kadar da güvende değiliz.
Instagram özel fotoğraflarınızı eski sevgilinize servis ediyor olabilir. Ben o eski sevgiliyim… was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.