Bugüne kadar elma hep göz önündeyken, incirin olayını tamamen unutmuşuz. Kimine Adem ve Havva’nın yediği yasaklı meyveyi sorsam, hep “elma” cevabını duydum. Peki ya sonra? O elmayı yedikten sonra ne oldu? Adem ve Havva’nın elmayı yedikten sonra kazandıkları bilinç yüzünden, mahrem yerlerini hangi meyvenin yaprağıyla kapattı? Çoğu kişiyi düşünürken buluyordum; tabi cevap alamıyordum. Ben de bunlardan biriydim, ta ki okuduğum bir kitaptan öğrenene kadar.
Bu kitabın adı Yüzünde Bir Yer — Sema Kaygusuz. Çok etkileyici bir kitap; bana göre bitmemesi için yavaş yavaş okuduğum bir kitaptı. Şimdi sizlere kitaptan çok, o incir hakkında konuşmak istiyorum.
“Farsçada incire “Ancīr” derler; anlamı “delmek, oymak”tır. Öyle ki, inciri öyle avuçlayıp yiyorlarmış ki, ortalıkta incir yemek, herkesin gözü önünde sevişmek kadar utanç verici bir işe dönüşüyormuş. Bugün bile İran’dan Anadolu’ya nereye gitsen, manavdan uluorta incir isteyemezmişsin; sana ters ters bakar, istediğini duymazlıktan gelirler. En iyisi, “yemiş” deyip incirin müstehcenliğini kabul etmek; perdeler kapalıyken, ev içinde yemekmiş. Zaten dilim dilim de yiyemezsin inciri; onunla öpüşür gibi içine dalıp emmen gerekir. Eller yapış yapış olacağından, incir bitene dek hiçbir şey yapamazsın.”
Buraya kadar kitaptan alıntı yaptım şimdi biraz düşünelim sonra devam ederiz.
Bir meyvenin böylesi bir anlam kazanması çok tuhaf, ama biliyorum ki Adem ve Havva’nın cennette yedikleri elmanın ardından kazandıkları ilk bilinç — kendilerini ve iyiyi-kötüyü fark etme, utanç ve sorumluluk duygusu — bedenlerini incir yapraklarıyla örtmeleriyle somutlaşmıştı. Bu yüzden incir bile cinselleşmişti, ayıp olmuştu.
Şimdi beni asıl şaşırtan bölüme gidelim. Kitabın devamında şöyle diyordu:
“Belki de bu yüzden bakirelerle gebe kadınları incir ağacına yaklaştırmadılar. Cinsellikten uzak durmaları için… Ne ki, evlilikdışı gebe kalmış kadınların rahmindeki cenini söküp almak yine inciredüşmüştür. Yalnızca kocakarıların bildiği bir sırdı bu. Kocakarı, ağaçtan kestiği taze sürgünlerden birini gebe kadının rahmine sokup kurcalayarak düşük yapmasını sağlardı. Kadının canını çıkarmadanrahim zarını dölyatağından kazımak o günlerde sihir sayıldığından incir ağacının yaratıcı ve yok edicigücü dilden dile yayılmaya başladı. Derler ki, incir dalıyla çocuk düşüren kadın bir daha asla incir yememeli. Kendi kaybının baş döndürücü lezzetiyle zehirlenmesin diye.Binlerce yıl içinde incir mi insanlaştı, insanlar incirin huyunu mu kaptı bilemiyorum, incir hangidilin içinde köklenmişse o dili konuşuyor, hangi dinin cennet ağacıysa o dine ibadet ediyordu. Gelzaman git zaman cinler yerleşti incirin dibine. Geceleri ağacın köküne işeyen sarhoşların ağzı yüzü bir yana kaymaya, ağaca tırmanmaya kalkışan çocuklar sakatlanmaya, incir gölgesinde uyuyakalanlar hafızasını yitirmeye başladı. İnsanlar incire hem değer verip hem de onu lanetledikçe, yeryüzüneinmiş çifte yürekli bir hünsanın, küçük lokmalar halinde herkese tanrısal bir can paylaştırdığınainandı. Hem yoldan çıkaran hem de uysallaştıran kutsal bir candı bu. Bir yandan özgür iradeyi besleyip benliği kışkırtıyor, öbür yandan herkese başkalarına benzeyip görünmezleşmesiniöğütlüyordu. Ne tuhaf, o zamanlar çift cinsiyetliydi incir. Kendi kendini döller, kendini kendindenyaratırdı da, insanı cennetten kovdurmaya yeminli bir iblis gibi davranırdı.Diyorum ki, tam da incir çağındayken sen, tarihin gözüyle değil de başka bir gözle bakmalıydınZevraki’ye. Her uygarlığın geçici olduğunu içten içe bilen bir barbar gibi. Ağacın döngüselyaşamından esinle bedenindeki tine erişmiş yırtıcı bir kadın iştahıyla… Oysa, bir kez olsun incir ağacından büyülendiğini duymadım. Sadece incir söylencelerinden etkilenmiştin. Hepsi bu.”
İlginizi çekti, değil mi? Çekmediyse, bunun saçma veya abartılmış bir şey olduğunu düşünebilirsiniz; olabilir. Ama tüm bu anlatılara bakın: Ayıplığın, cinselliğin sembolüne, sessiz sessiz yetişen insanların doğumunu, ölümünü, yaşam döngüsünü sağlayan, buna neden olan meyveye bakın. Sizce de elmadan daha etkili, daha derin bir anlam taşımıyor mu? İncir, sadece yemekle bitmiyor; onunla birlikte insanın utancı, arzusu ve yaşamın kırılganlığı da sofraya geliyor. Şimdi incirin nasıl oluştuğunu öğrenelim. Aslında incir, soframıza gelen tatlı bir meyve değil; karmaşık ve ilginç bir doğa mucizesi. İncir, kendi başına çiçek açmaz, çiçekleri meyvenin içinde gizlidir. Yani bildiğimiz “çiçek” görünmez; meyvenin iç kısmında yer alır ve arılar veya özel polen taşıyıcılarıyla döllenir. Bu özelliği, inciri hem sıradışı hem de biraz “mahrem” bir meyve yapar.
Peki ya İncir nasıl oluşur?
“Olgunlaşmamış meyvenin içindeki dişi çiçekleri tozlaşmaya hazır olduğunda, incir meyvesi kendi türüne özgü incir arısını adeta “baştan çıkaran” bir koku salgılamaya başlar. Ama bu koku, incir arısının sadece dişilerini kendisine çeker. Kokuyu takip eden dişi arılar, incir meyvesini bulurlar ve her incirin dibinde bulunan daracık açıklıktan zar zor içeri girerler. Bu açıklık öylesine dardır ki, dişi arılar meyvenin içine girene kadar kanatlarını ve antenlerini sürtünme nedeniyle kaybedebilir. Ama bu önemsizdir, çünkü dişinin artık antenlere veya kanatlara ihtiyacı olmayacaktır.Meyvenin içinde yavaş yavaş ilerleyen dişi arı, yumurtalarını gelecekte tohum olacak çiçeklere bırakır. Bu sırada, kendisinin doğmuş olduğu önceki incir meyvesinden üzerine yapışan polenleri de incirin içindeki bu yolculuğu sırasında yeni incire aktarmış olur. Bu polenler, arının sadece yumurta bıraktığı çiçeklerin değil, ulaştıkları bütün çiçeklerin döllenmesini sağlar. Yumurta bırakılan çiçekler kolay kolay gelişemezler; ancak polenlerin bütün çiçeklere ulaşabiliyor olması, incirin öyle veya böyle yeterli sayıda tohum üretebilmesini sağlar.Bu, dişi arının sonudur. Artık yumurtalarını güvenli bir şekilde bıraktığı için, evrimsel görevini tamamlar ve ölür.
Arının yumurtaları, incirin tohumları içinde büyüyen yumrulara dönüşür. Birkaç hafta içinde gelişimlerini tamamlayan yumurtalardan çıkan yeni arılar, incir tohumlarının içinde doğarlar. İlk olarak erkekler doğar ve hemen çiftleşecek dişiler aramaya başlarlar. Dişilerden çok daha küçük olan erkeklerin kanatları yoktur ve bu nedenle asla uçamazlar. Bu yüzden de hemen doğdukları incirdeki ve civarındaki incirlerdeki dişilerle çiftleşmek zorundadırlar. Üstelik bu çiftleşme, daha tam olarak yetişkin hale gelmemiş dişilerle olur.Çiftleşmeyi başaran erkekler, üreme sonrasında anneleri gibi ölürler. Bu ölüm, neredeyse her zaman doğdukları incirin kendisinde yaşanır. Yani erkek incir arıları, doğdukları incirin ötesindeki dünyayla hiçbir zaman tanışamazlar.Dişi yavrular ise yumurtadan çıktıkları anda çoktan döllenmiş ve gebe haldedirler. Dolayısıyla kendileri de çoktan yumurta bırakmaya hazırdırlar. Tabii bu sırada incir bitkisinin erkek organları da tozlaşmaya hazırdır. Dolayısıyla kanatlı dişiler doğdukları inciri terk etmeden önce, ister istemez bu polenler de vücutlarına yapışır.
Bu arılar, kendilerine yeni bir incir meyvesi bulurlar, kanatlarını yitirirler, yumurtalarını bırakırlar, bu sırada polenleri de o incire taşımış olurlar ve böylece döngü devam eder.”
İncirin nasıl oluştuguna dair anlatıların sahibi devamına bakabilirsiniz
Kaygusuz’un inciri, yaşamla ölümün, utançla arzunun kesiştiği bir yerden sesleniyor. Gerçekten de “ne incirmiş be” dedirtiyor kitap.
Siz ne düşünüyorsunuz?
İncir sizin için sadece bir meyve mi, yoksa başka bir şey mi söylüyor size?
✏ Yorumlarda buluşalım — kendinize iyi bakın.
İncirin Sessiz Sırrı was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.