Mahkemeye gönderilen yaklaşık 4 bin sayfalık İBB iddianamesinde savcılık mealen ve özetle şunu diyor: Bu adam (Ekrem İmamoğlu), 2014’te Beylikdüzü Belediye Başkanı olur olmaz bir örgüt kurdu, 2019 yılına kadar suç konusu olan eylemlerle para biriktirdi, sonra bu parayı 2019 yerel seçim çalışmalarının finansmanı için kullanıp İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu; ardından da gözünü cumhurbaşkanlığına dikti ve aday olmak için CHP’yi ele geçirdi. Şimdi biz bu “ahtapot” gibi örgütlenen yapıyı çökertmek için operasyon yaptık ve lideri İmamoğlu başta olmak üzere tüm örgüt mensuplarının ağır hapis cezalarıyla yargılanmaları için işte bu dosyayı hazırladık.
“Ahtapot” lafı önemli; zira bildiğimiz kadarıyla mucidi bizzat Erdoğan. “Bildiğimiz kadarıyla” demek zorundayız çünkü Erdoğan’dan önce kimseden böyle bir tabiri duymadık; ama kamuoyuna yansımayacak şekilde Erdoğan grup toplantısında söylemeden önce birileri “ahtapot” benzetmesini kullandı mı, ondan da emin olmak mümkün değil. Ancak gerçek ne olursa olsun, iddianamenin girişinde ve toplamda dört farklı yerinde “ahtapot” ifadesinin tercih edilmesi, yargı ile yürütmenin nasıl bir dil ve yaklaşım birliği içinde olduğunu gösteriyor.
İddianameye ilişkin söylenecek çok şey var elbette. İmamoğlu’nun tüm siyasi kariyerini “suç” kategorisine alan bir metin hazırlanmış. Yükselme hikâyesinde kendisine isnat edilmeyen suç bırakılmamış. İddianame, İmamoğlu’nun ilçe belediye başkanlığından itibaren “sistem” kurduğunu ve aynı zamanda bu faaliyetlerle kişisel mal varlığını artırdığını savunuyor. İmamoğlu’nun yürüttüğü siyasal çalışmaları bu “sistem”le finanse ettiğini öne sürüyor. Çınar, Köknar, Sekoya gibi isimler verilen 15 gizli tanığın ifadesine ve “etkin pişmanlıktan” yararlanmak için konuşanların sözlerine yaslanıyor. Birtakım para hareketlerine yer verip “Bunlar suç geliri” diyor ama “Para şurada” demiyor. Bazı bilgileri de hatalı aktarıyor. İmamoğlu’nun iptal edilen lisans diploması için “sahte” diyor. Oysa diploma sahte olduğu için değil; yatay geçişin “usulsüz” olduğu iddiasıyla İstanbul Üniversitesi tarafından iptal edilmişti. Bunun gibi bir yığın özensizlik…
Peki neden şimdi? Bu kadar büyük bir “suç örgütü”nden bahsediliyorsa, yakın zamana kadar hiçbir işlemin yapılmamış olması nasıl açıklanabilir? Hukuki olarak ne denir bilinmez ama yaşananların siyasi bir açıklaması var. Savcılığın imza attığı iddianameye atıfla söyleyelim: “Ekrem İmamoğlu isimli şahıs” geride kalan 11 yılda sandıkta AKP’yi defalarca mağlup etti. 2014’te Beylikdüzü’nü aldı; 2019’da eski başbakanı -hem de iki defa- mağlup etti. 2024’te ise son 35 yılın rekorunu kırarak, bakanlıktan adaylığa kaydırılan rakibini geride bıraktı. Mart ayındaki yerel seçimi takip eden Kasım ayında, mensubu olduğu CHP’nin de yönetimi değişti ve Özgür Özel’in liderlik koltuğuna oturmasıyla birlikte İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı yolu tamamen açıldı. Kamuoyu yoklamaları ve halkın hissiyatı, Türkiye’de cumhurbaşkanı değişiminin çok olası olduğuna işaret ediyordu. İşte İmamoğlu böyle bir dönemde demir parmaklıkların ardına atıldı. Hatta atılmadan önce de, cumhurbaşkanı adayı olacağı anlaşılınca lisans diploması elinden alındı.
İBB iddianamesi, bir kırılma döneminin ürünü. Aynı zamanda devleti yöneten ve kontrol eden aklın aktüel yaklaşımının yansıması. Yine AKP döneminde, Ergenekon-Balyoz davalarında da bir kırılma yaşanmıştı. Davaların daha sonradan “kumpas” olduğu kabul edildi ancak siyasi hedefe çoktan ulaşılmıştı. Yani kumpas dense de zaman geri döndürülemedi. “Atı alan Üsküdar’ı geçti”. AKP ve henüz yollarını ayırmadığı Fethullahçı yapı, siyasi rakiplerini devletten bu davalar ve onların etrafında geliştirdikleri toplumsal atmosfer içinde elemine etmişti. Davaların “kumpas” şeklinde nitelendirilmesinin nedeni de bir siyasi ihtiyaca dayanıyordu. Bu kez tasfiye edilmesi gerekenler Fethullahçılardı ve onların ipi de geçmiş suçları ortaya serilerek çekildi.
Bugün davalarla var olanı tasfiye etmek değil, gelmekte olana engel koymak amaçlıyor. Çünkü AKP, siyasi denklemde “talep eden” pozisyonundan uzaklaşıp “muhafaza eden” pozisyonuna geçti. Önceden şeklen “demokrat”tı, şimdi şeklen de esasen de muktedir. Eskiye göre fark burada. Elindeki gücü devretmek istemeyen bir iktidar, ülkeyi dertten derde, çileden çileye sürüklerken, muhalif yurttaşlar açısından temel soru, ağır baskı ve kuşatma koşullarında “Bu iktidar nasıl mağlup edilir?” sorusu. İmamoğlu’nun hakkını ve hukukunu savunmak hiç şüphe yok ki siyasi ve etik açıdan önemli bir yerde duruyor. Aynı zamanda iktidara karşı yürütülen mücadelenin ivme kazanabileceği kanallardan da biri burası. Sorunun cevabı ise onu zihninde üreten aklın kolektif iradesine, sabrına ve kararlılığına bağlı.
Türkiye’de çoğunluğa tekabül eden muhalif halk kesimleri, iktidarı yenme kararlılığını her koşulda birincil talep olarak mahfuz eder, üzerine oynanan oyunların birliğini bozmamasına izin vermez ve muhalif siyasetin yürütücü aktörleri tarihsel sorumluluklarını unutmazsa; zulmün sahipleri ne eylerse eylesin, karanlık yırtılacak ve her şey bitti sanılırken bu yıkıntının ortasında, gücünü memleketin temiz ve bereketli toprağından alan yeni bir gelecek filizlenecektir. İddianameleri savcılıklar yazar ama tarih göstermiştir ki nihai hükümleri halklar verir.