Herkes Founder, Herkes CEO, Ben Sadece Deniz

Herkes Founder, Herkes CEO, Ben Sadece Deniz

Başarı Üzerine Bir Yetersizlik Güzellemesi

Bir süredir “başarı” kavramı üzerine düşünüyorum. Dümdüz durup düşünmüyorum tabii, LinkedIn’e her girdiğimde gelen o panik atakla karışık “ben ne yapıyorum bu hayatta?” hissiyle düşünüyorum. Ana sayfamda herkes bir şeylerin “Head of”u, herkes seri girişimci, herkes “Co-Founder”. Arkadaşım daha geçen hafta makarna haşlayamıyordu, bugün profilinde “Angel Investor” yazıyor. İnsan ister istemez bir sorguluyor; herkes bu kadar başarılıysa, bu kadar başarısızlığı kim yapıyor? İstatistiğe aykırı bir durum var ortada.

Kendime bazı kıstaslar koydum bu başarı sorgulamamda. Turnusol kağıdı gibi bir soru buldum: “Piyango Testi”. Soru basit: “Eğer şu an hesabıma o büyük ikramiye yatsa, yarın sabah kalkıp şu an yaptığım işi yapar mıyım?” Cevap beni bile şaşırttı: Evet. Vallahi yaparım. Yani belki birilerine daha rahat “hayır” derim, ofise helikopterle giderim falan ama işimi yapmaya devam ederim. Çünkü ben bu işi gerçekten seviyorum. Sorun da burada başlıyor zaten. İşimle aramdaki bu romantik ilişki, başarı tanımımı bozuyor. Millet işinden nefret edip para kazanmayı başarı sanıyor, ben işimi sevip “ee hani nerede benim yatlarım katlarım?” diye bakıyorum. Sevmek karın doyurmuyor dedikleri bu olsa gerek.

Bir de sosyal medyada sürekli bir baskı var. “Sabah 5’te uyanan milyarderler kulübü” geyikleri… İşin komiği, ben sabah erken uyanmayı da seviyorum. Güne erken başlamak, o sessizlik, kahve kokusu falan şahane. Benim derdim uyanmakla değil, benim derdim bu ülkenin saat dilimiyle! Sabah uyanıyorum, dışarısı Mordor. Güneş bile benden sonra uyanıyor. Karanlıkta evden çık, karanlıkta işe git… Ben sabah insanıyım ama coğrafya buna izin vermiyor. Başarı sabah 5'te uyanmaksa ben uyanıyorum, ama güneş uyanmadığı için teknik olarak hala gece sayılıyor. Şimdi ben başarılı mıyım yoksa sadece karanlıkta yolunu bulmaya çalışan bir yarasa mıyım?

İşin içinden çıkamayınca yine o araştırmacı damarım tuttu, gittim kelimenin köküne indim. Başarı, yani İngilizcedeki Success, Latince “Succedere” kökünden geliyormuş. Anlamı ne biliyor musunuz? “Birinin yerine geçmek, sonradan gelmek.” Yani kökeninde bile bir rekabet, birinin ayağını kaydırma var. Oysa Antik Yunan’da “Eudaimonia” vardı. İnsani serpiliş, ruhun potansiyelini gerçekleştirmesi demek. Adamlar mutluluğu ve başarıyı ruhsal doygunlukta aramış. E ben işimi seviyorum, sabahımı seviyorum, ruhum doygun… Ama insan kalabalığı ruhumu emiyor. Aristoteles İstanbul trafiğinde işe gitmeye çalışsa Eudaimonia falan kalmaz, sinir krizinden filozofluğu bırakırdı.

Bu başarı meselesini arkadaşlarıma da danıştım. En absürt cevapları derledim. Bir arkadaşım, “Başarı, alarm kurmadan uyanmaktır, gerisi köleliktir” dedi. “Ben alarmı seviyorum oğlum, düzen seviyorum ben” dedim, bana uzaylıymışım gibi baktı. Başka bir arkadaşım, “Başarı, eski sevgilinin seni stalklarken yanlışlıkla like atmasıdır” dedi. Vizyona gel. Ama en çok kafama yatan, bir diğer arkadaşımın o can alıcı tespiti oldu: “Başarı bir ‘hizalanma’ (alignment) meselesidir.”

Bu cevap o günden beri beynime kazındı. Eğer ruhun, bedenin ve sabahın köründe kalkıp gittiğin yer birbiriyle aynı hizadaysa, başarılısın. Statüymüş, CEO’lukmuş hepsi hikaye. Senin içinle dışın hizalı mı, ona bakacaksın.

Düşünüyorum da, benim hizam yerinde galiba. Yaptığım işi seviyorum, sabahın o sessizliğini, şehrin uyanmamış halini seviyorum. Benim tek sorunum Güneş’le hizalanamamak. O benden geç uyanıyor, ben ondan önce yola çıkıyorum. Aramızda bir senkron kayması var sadece. Ben hayatımdan memnunum da, şu kış saati uygulaması benimle bir türlü hizalanamadı.

O zaman ben başarılıyım arkadaş. Sadece biraz karanlıkta kalmış bir başarı benimkisi. Buna da “Dark Mode Success” diyelim, havalı olsun.

Sizi seviyorum.

Herkes Founder, Herkes CEO, Ben Sadece Deniz was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.