70’lerin çocukları, 70’lerin anneleri ve bugünün kalbi
Bazı anılar vardır; fotoğraf gibi değil, koku gibi gelir, bir ses gibi gelir, bir gölge gibi gelir. Benim çocukluğumdan aklımda kalan seslerden biri şüphesiz şudur: “Heeeiiiidiiii başladıııı!” Mahalle bir anda canlanır, top düşer, ip unutulur, bilyeler etrafa saçılır, ayaklar sanki yerden kesilmiş gibi eve doğru uçardı. Bugün çocuklar bir çizgi filmi başlatmak için ekrana dokunuyor, durduruyor, geri alıyor, hızlandırıyor ama biz öyle değildik. Biz, bir çizgi filme ulaşmak için sabırla bekler, bir anı kaçırmamak için tüm enerjimizi sokağa bırakırdık. Bizim zamanımızda hayat, acele etmezdi; biz hayatla, oyunla, mahalleyle ve birbirimizle temas ederek büyürdük.
Televizyonun bile bir vakti vardı. O zamanlar televizyon can sıkılınca açılmazdı; akşam yedi’de TRT yayına başlar, gece on birde “İyi geceler Türkiye Cumhuriyeti” denir ve ekran kapanırdı. Kumanda yoktu; ana hattan açılır, ana hattan kapanırdı. Bugünkü çocuklar bir tıkla her şeye ulaşabiliyor ama biz bir çizgi filme kavuşmak için o saatleri beklerdik, ekranın karşısına oturduğumuzda ise her saniyesi bir hazza dönüşürdü. Beklemek, sabretmek, arzuyu erteleyebilmek… Bunlar, farkında olmadan içimize ekilen değerlerdi. Her açılış, her kapanış, hayatın ritmini öğretirdi bize; zamanın, sabrın ve küçük şeylerden mutluluk çıkarmanın değerini gösterirdi.
Ve Heidi başladığında mahallede bir hareketlilik başlardı. Bir evden bir ses yükselirdi: “HEİDİ BAŞLADI!”, başka bir evden: “KARA ŞİMŞEK BAŞLADI!” Bu sadece bir uyarı değil, adeta bir acil çağrıydı. Kim neredeyse bırakırdı: topu, ipi, sekseği, bilyeyi… Ayaklarımız adeta uçardı. Kaçırırsak bir hafta beklerdik, tekrar yoktu, kayıt yoktu, “sonra izlerim” diye bir şey yoktu. Bu yüzden biz bir şeyi izlerken sadece bakmaz, içimizle yaşardık. Kaçırmak bir kayıp değildi; bir anı kaybetmek, mahalleyle, arkadaşla ve kendi iç dünyamızla kurduğumuz bağın küçük bir boşluğu olurdu.
Bu çocukluğun tam ortasında annelerimiz vardı. 70’lerin anneleri çocuklarının etrafında dört dönmez, her adımı analiz etmezdi; ama onların ruhunu çok iyi bilir, düşeni kaldırır, yarayı sarar, “hadi git oyna” derdi. Bizim annelerimiz yorulurdu ama şikâyet etmezdi; ev kalabalık, imkân sınırlı, hayat ağırdı ama bir düzen vardı. Onlar yarayı değil, iyileşme gücünü büyütürdü. Bugünün anneleri ise çocuklarının ruhuna daha yakından bakıyor, duygularını soruyor, sıkıntılarını anlamaya çalışıyor. Bu çok kıymetli bir fark. Ama bazen bu kadar yakından bakmak, çocuğun kendi ayaklarıyla durmasını zorlaştırabiliyor. Eskiden çocuk sokağa giderdi, düşer, kalkar, yaralanır, annesi ile bir bakışta anlaşırdı. Bugün çocuk ekran başında, annesi bir adım ötede… aradaki temas, bazen mesafe ile ölçülüyor.
Bizim çocukluğumuzda oyun sadece eğlence değildi; hayatın bir provasını yapmak, sabretmeyi öğrenmek, hayal kurmayı geliştirmekti. Biz bir taşla beş oyun uydururduk, bilye ile yarış, ip ile sek sek, hayal gücümüzle bir dünya kurardık. Bugünün çocukları hazır hayallerle büyüyor; istedikleri her şeye ulaşabiliyor ama bazen hiçbirine dalacak iç dünyaları yok. Biz hayal kurmayı, beklemeyi, sabretmeyi öğrendik; onlar seçmeyi, hızla ulaşmayı, imkânı öğreniyor. Her çağın çocukları kendi imtihanını yaşıyor; ama ikisi de aynı şeyi arıyor: görülmek, değer görmek, sevgiyle büyümek.
Eski zamanlar daha yavaştı ama kalpler daha yakındı. Bugün hayat daha kolay ama kalpler bazen daha yalnız. Bizim çocukluğumuz diz yarasıydı. Onlarınki ruh yarası. İkisi de ilgi ister. İkisi de şefkat ister. Belki bizim görevimiz onlara biraz sokak olmak. Onların görevi de bize biraz kolaylık öğretmek. Belki de tam burada iki kuşak birbirine şifa olur.
Ve şimdi, Heidi çoktan bitti, mahalle sessiz…
ama ben yaşadığım her hâlimle, geçmişimle, bugünüyle, yarınımla; Rabbime içimden gelen bir “Elhamdülillah” bırakıyorum. 🤍
Heidi Başladı Diye Koşan Son Nesildik Biz was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.