HAYRET MAKAMI YA DA İÇİMİZDEKİ ÇOCUĞU SAVUNMAK

Takriben 2004 yılından bir yazımı tarihin ve kütüphanemin tozlu raflarında buldum. Daha canım oğlum doğmamış, ‘daha şivan düşmemiş böğrüme, daha deli deli esmemiş ruzigar, kalbim acıya düşmemiş’…

Şimdi 21 yıl sonra oğlum bu yazıyı okuduğunda, yazı dilimin değişmediğini tespit etti. Bense; anlaşılamamak sebebiyle pek çok kelimeyi kullanmaktan vazgeçmenin üslubumu fakirleştirdiğini üzülerek tekrar fark ettim. Bahse konu yazı aynıyla aşağıya alınmıştır:

Yılın son dolunayı. 4 Aralık 2025 gecesi Eskişehir havalisi.

“Mestâne nukuş-i suver-i âleme baktık/Her birini bir özge temâşâ ile geçtik” Şair Nailî

‘Bir özge temaşamız vardı… İyi bilirdik!’

Evvel zaman içinde kâinat ve içindekiler evvela ilgimizi sonra hayretimizi mucip şeylerdi. Derin bakmayı hak ederdi eşya; keşfedilmeyi kuşatılmayı değil; hissedilmeyi anlaşılmayı hak ederdi. Bir çift göze koca bir kâinatı sığdırmak gibi ciddi ve keyifli bir işimiz olduğunu zanneder, zaten başından acayip olan bu işi, karşılaştığımız her eşyada artan bir ilgi ve hayretle sürdürürdük. Henüz dünyayı keşfetmediğimizden(!) midir nedendir bilinmez her şey bizim için fazlasıyla ilgi çekiciydi o günlerde. Bizim ve/veya medeniyetimizin çocukluk günleriydi o günler. Duyguların sahici olduğu…

Kâinat ve içindekileri ne ara keşfediverdik de hepsi bizim için sıradanlaştı fark edemedik. Bir ara baktık öyle hızlanmışız ki, yol kenarındaki bütün nesneler bulanıklaşmış, değil özge bir temaşayı, şöyle durup bir bakmayı dahi çok görüyoruz. Aydınlık keşiflerimizle dünyayı bilindik bir yer haline getirdiğimizi zannettiğimizden (hamdık piştik olduk yahu), hız tutkumuz yüzünden (daha sonra, daha sonra, şimdi çok işim var…) yahut her gün uğradığı milyonlarca uyaran bombardımanından kurtulmak için kendini kapatan algı yetimizden (bilinçli duyarsızlaşma der buna sosyal psikologlar) olsa gerek. Belki de artık sadece ‘büyüdük’ de ondan dolayı; hayret duygumuzu kaybettik. Şimdilerde bu duygunun yerine konan his müsveddesini ifade etmek için kullanılan ifade oldukça etkileyicidir: “Oha falan oldum yani”

“Oha falan” nasıl olunur; bilgisizlikten onu pek izah edemeyeceğim, sıkı Türkçecilerden olmama rağmen ifadenin sefaleti üzerinde de duracak değilim (Lüzum da yok) Sadece hayret ile bu duygu müsveddesi arasındaki farka dikkat çekeceğim: Hayret; ilgi, merak ve derin görüşü mündemiçtir. “Oha falan olmak” içinse hassaten derin olmayan bir bakış kâfidir.

‘Hayret’in başına gelen sadece bir örnek. Duygularımızın giderek yüzeyselleştiği ve yozlaştığı, pörsütüldüğü; imaj-duygular duygu-imajlarla yaşar olduğumuz aşikar. Duyguların törpülenmesini her alanda yaşıyoruz. Ve her alanda düşük doz uyuşturucuya alışan bünyenin hep daha fazlasını istemesi gibi körelen duygularımıza hitap edebilecek hep daha fazla, hep daha farklı gerçeklikler istiyoruz.

Yazının aslı bu. Sureti kalsın…

Körelen duygularımızı etrafımızdaki herkesi, her şeyi, hâsılı kâinatı tüketerek yaşatabileceğimizi zannediyoruz. Oysa bütün duygularımız gibi hayret duygusu için de ‘yaşamak için koşturmak’ değil ‘hissetmek için durmak’ gerekiyor. Durmak ve temaşa etmek… Bu, akıp giden hayat içinde olmamak değil elbette. “Siz gidin, ben arkadan yetişirim” demek de değil durmak ve temaşa etmek. Temaşa; herkesle birlikte gitmek fakat herkes gibi gitmeyebilmektir.

Her alanda yaşıyoruz dedik duyguların törpülenmesini. Hayret etmek, dikkat etmek, önem atfetmek için ufoları, gerçekleşen kehanetleri beklemekle; eğlenebilmek için hep daha fazlasını hep daha /farklısını, daha anormalini isteyen zihniyet birbiriyle ilişkisiz değil.

Evet uyuşturucu kötü bir alışkanlıktır fakat alışkanlık da kötü bir uyuşturucudur. Aslolan alışmanın kıskacından kurtulmayı bilerek evrene bakabilmektir. Duyguların yozlaştığı, bahsettiğimiz zinciri kırabilmek için alışkanlığın ilk halkasını kırmak gerekmektedir.

Nedir ilk halka: İnsan güneşin her gün aynı yönden doğup batması gibi bilimin şaşmaz kanunları tarafından ‘onaylanan’ bir şeye hayret edemiyor da bunun için bilimin kanunlarının onaylamadığı şeyleri arıyorsa ‘mucize’ bekliyorsa hayata yanlış yerden bakıyor demektir. “Güneş dünyaya göre falanca koordinatta doğar batar. Bu mesele ispatlanmıştır. Hayretengiz bir mevzu kalmamıştır. Geçelim Ay’a…” Bu bilim için belki gerekli bir bakıştır oysa bizim için korkunç.

Yapılan deneyler göstermiş ki gürültülü müzik ve kötü sözler dinletilen su amorf yapıda (eciş bücüş) kristalleşirken; ahenkli müzik ve güzel sözler dinletilen su, düzgün/simetrik kristalleşmiş (bilimin hoş keşiflerinden biri). Bu ince bir hayret mevzuu. Fakat; suyun kristalleşiyor olması, yıllardır bunu aynı ısıda yapıyor olması, buharlaşıyor olması ve bunun gibi suya dair genel geçer tüm bildiklerimiz hayret mevzuu olmuyor da sadece bu deneyi acayip, ilgi çekici bulduysak duygularımızın bir kısmının törpülenmiş olduğunu açık yüreklilikle söyleyebiliriz.

Başlı başına kristalleşmeyi unutup da, ‘farklı kristalleşmeye’ hayret eden bir bakış bir süre sora bunu da sıradan bularak daha sıra dışı hayret vakası arayacaktır. Oysa aslolan alışmanın kıskacından kurtulmayı bilerek evrene bakabilmektir(Cümlenin tekrarı sehven değil fehmendir!). Yoksa bir alt ya da bir üst seviyedeki olaya (fark etmez), hayretle bakışımız alışkanlığa dönüşüverecektir. Yani bakış açımızın bir noktasında alışkanlık varsa daha üst, daha farklı hayret mevzuları aramaya başladıysak bu fasit daire devam edecektir.

Özetle, ‘evren ve içindekilerin var oluşuyla ilgili hayret duygularımızı kaybettiysek’, var oluş çeşnileriyle ilgili sürprizlere hayretimiz de geçici olacaktır. Fiziğe duyarsızlaştıysak metafiziğe duyarlılığımız da uzun sürmeyecektir. Bu sebeple ilk ve en doğal duyarlılığımızı kaybetmemek hayatidir. Bu duyarlılık bebeklerin ve çocukların dünyaya bakışıdır ki herkes için erişilmesi ve kaybedilmemesi gereken bir ‘makam’dır: ‘Hayret Makamı’

Bahsedilen geceden bir başka kare.

Şair Nailî bizim kültürel kodlarımızdaki bu makama işaret eder ‘özge temaşa derken. Bu kodlar yabancı kişisel gelişim uzmanlarının “içimizdeki çocuğu kaybetmemeli” keşiflerinden yüz yıllar önce bu coğrafyada yaşanmıştır. Bizim dedelerimiz modern psikolojinin teorilerini ondan önce pratize etmiştir. Psikoloji gibi bir dertleri olmadan…

İşte ‘rehberlik ve psikolojik danışma’ bireyin alışkanlıklarını ve dünyaya bakışını sorgulatan bir süreç olarak ‘içimizdeki çocuğu’ da bu kodları da unutmamalıdır. Zira çocuklarımız en az uyuşturucu tehdidi kadar duygu yozlaşması tehdidi altındadır.

HAYRET MAKAMI YA DA İÇİMİZDEKİ ÇOCUĞU SAVUNMAK was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.