Doç. Dr. Tamer YAZAR
Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı ile Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun 21 Kasım’da TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki sunumu, sağlık sisteminin alarm verdiğini bir kez daha bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Veriler, ağır yükün neredeyse tamamen kamu hastanelerinin omuzlarında olduğunu; özel sektörün ise bu yükü paylaşmadan büyüdüğünü açıkça gösteriyor.
Son yirmi yılda uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı, sağlık hizmetini piyasalaştırarak kamusal yapıyı zayıflattı. Kamu hastaneleri giderek artan bir yükün altında ezilirken özel sektör kamu kaynaklarıyla büyüdü. Sağlık, kamusal bir hak olmaktan uzaklaştı, parası olanın daha hızlı ve daha nitelikli hizmet alabildiği, olmayanın ise kamunun tıkanan kapılarında beklediği bir alana dönüştü. Halk sağlığını değil, karlılığı önceleyen bir sistem kurumsallaştırıldı.
HEKİMLER ÖZELLERİN SERMAYESİNE DÖNÜŞÜYOR
Türkiye’de toplam 111 bin 580 uzman hekimin 65 bin 121’i kamuda, 13 bin 333’ü üniversitelerde, 33 bin 126’sı özel hastanelerde çalışıyor. Kamu, hekimleri yetiştiren ana kurum olmasına rağmen, emeğin önemli bir bölümü daha avantajlı çalışma koşulları nedeniyle özel sektöre kayıyor. Böylece kamusal yatırımın ürünü olan bilgi, birikim ve uzmanlık, özel sektörün sermayesine dönüşüyor.
Hastanelerin yatak kapasitesinin yüzde 63,8’i kamuda, yüzde 17’si üniversitelerde ve yüzde 19,2’si özel sektörde. 2002’de yalnızca yüzde 7,5 olan özel sektör yatak payı, 2025 itibarıyla yüzde 19,2’ye yükseldi. Buna karşın ağır, yüksek riskli ve maliyetli vakaların büyük çoğunluğu kamu hastaneleri tarafından karşılanıyor.
ÇÖKEN SİSTEMİN TURNUSOL KÂĞIDI
Türkiye’de kişi başı hekime başvuru sayısı 2002’de 3,1 iken, 2024’te 12,2’ye yükseldi. Bu artış “başarı” gibi sunulsa da gerçekte toplumun giderek artan hastalık yükünün ve çözülemeyen sağlık sorunlarının göstergesi. Sağlığın piyasa mantığıyla yönetildiği bir ülkede hastalık, tedavi edilmesi gereken bir sorun olmaktan çıkıp yeniden üretilmesi gereken bir ekonomik girdiye dönüşüyor.
AB ve OECD ülkelerinde bu oran 22 yılda 5,8’den 6,7’ye yükselmişken, Türkiye’de yaklaşık dört kat artış yaşanması, sistemin hastalıkları çözmek yerine yeniden ürettiğini gösteriyor.
2024 verilerine göre; Sağlık Bakanlığı hastanelerine başvuru 466 milyon 94 bin 368, özel hastanelere başvuru 66 milyon 238 bin 973. Bu başvurular uzman hekim sayılarına oranlandığında kamuda uzman hekim başına yıllık 7 bin 160, özel sektörde ise 1999 başvuru düşüyor.
Kamu hekimi, özel sektörde çalışan bir meslektaşının yaklaşık 3,5 katı hasta bakıyor. Yük kamuya, kar özele akıyor.
Kişi başı hekime başvuru sayısı olan 12,2’nin dağılımı ise daha da çarpıcı: yüzde 6,9 başvuru ikinci ve üçüncü basamağa, yüzde 5,3 başvuru birinci basamağa yapılıyor. Bu tablo, modern sağlık sistemlerinin temelini oluşturan birinci basamak sağlık hizmetlerinin Türkiye’de zayıfladığını açıkça gösteriyor.
ÖZEL HASTANELER YÜKÜ PAYLAŞMIYOR
2002’de 271 olan özel hastane sayısı, 2024’e gelindiğinde neredeyse iki kat artarak 552’ye ulaştı. Buna karşın 2002’de sağlık başvurularının yüzde 88’i kamuda, yüzde 8’i özel sektördeyken; 2025’e gelindiğinde özel hastane sayısı artmış olmasına rağmen tablo değişmedi: yüzde 89 kamu, yüzde 7 özel.
NEDEN KAMULAŞTIRMA?
Türkiye’de sağlık krizinin temel nedeni teknik değil; sınıfsaldır. Sorun hastanelerin sayısı değil, bu hastanelerin hangi mantıkla çalıştığıdır. Sağlık, insanın yaşamla kurduğu en temel bağdır ve bu bağ piyasa karanlığında çürütülmeye terk edilemez.
Özel hastaneler kamu kaynaklarıyla ayakta duruyor. SGK geri ödemeleri, kamu tarafından yetiştirilen hekimler ve vergi avantajlarıyla büyüyen bir özel sektör, toplumun sırtına yüklenmiş görünmez bir maliyet yaratıyor.
KAMULAŞTIRMA NE KAZANDIRIR?
Sağlık sistemleri, yalnızca bireysel hastalıkların tedavi edildiği yapılar değil; toplumların eşitlik düzeyini, krizlere dayanıklılığını ve uzun vadeli refahını belirleyen kamusal kurumlardır. Bu bağlamda kamulaştırma, bir yönetim tercihi değil; sağlığın kamusal niteliğinin yeniden tesisidir.
Sağlık planlamasının bütüncül yapılması:
Kamusal sağlık sistemlerinin en önemli avantajı, hizmetlerin bütüncül ve nüfus temelli planlanabilmesidir. OECD ülkelerinde yapılan karşılaştırmalı çalışmalar, kamu ağırlıklı sistemlerin bölgesel ihtiyaçlara göre daha dengeli altyapı ve insan gücü dağılımı sağladığını gösteriyor. Özel sektör ağırlıklı yapılarda yatırım kararları talep ve karlılık üzerinden şekillenirken, kamusal planlamada epidemiyolojik veriler, yaşlanma hızı ve kronik hastalık yükü esas alınır. Bu yaklaşım, sağlık hizmetlerinin rastlantısal değil, öngörülebilir ve sürdürülebilir biçimde yapılandırılmasına olanak tanır.
Eşitsizliklerin azalması:
Gelire dayalı sağlık sistemlerinde yaşam beklentisi, bebek ölüm hızları ve önlenebilir hastalık oranları belirgin biçimde farklılaşıyor. Kamulaştırma, sağlık hizmetini piyasa ilişkilerinden bağımsızlaştırarak erişimi evrenselleştirir. WHO ve Dünya Bankası verileri, kamu ağırlıklı sistemlerde düşük gelir gruplarının sağlık hizmetlerinden daha erken ve daha etkin yararlandığını ortaya koyuyor.
Afet ve salgınlarda dayanıklı bir yapı:
COVID-19 pandemisi, sağlık sistemlerinin krizlere karşı dayanıklılığını gözler önüne seren küresel bir test oldu. Pandemi sürecinde yapılan analizler, kamusal ve entegre sağlık sistemlerine sahip ülkelerin yatak kapasitesi, yoğun bakım organizasyonu ve aşı dağıtımında daha başarılı olduğunu gösterdi. Kamulaştırma, afet ve salgın dönemlerinde kaynakların tek merkezden hızla koordine edilmesine olanak tanır; sağlık hizmeti “erişilebilirlik” değil, hayatta kalma ekseninde önceliklendirilir.
Kapasitenin rasyonel kullanımı:
Sağlık alanında kapasite fazlalığı, sanıldığı gibi bir avantaj değil; yanlış kullanıldığında ciddi bir maliyet ve kalite sorunudur. OECD raporları, piyasa temelli sistemlerde gereksiz görüntüleme, müdahale ve yatış oranlarının anlamlı derecede yüksek olduğunu gösteriyor. Kamusal bir yapıda ise kapasite planlaması; gereksinim, kanıta dayalı tıp ve maliyet-etkinlik ilkeleri doğrultusunda yapılabilir. Bu yaklaşım, hem kaynak israfını azaltır hem de hasta güvenliğini artırır.
Maliyetlerin düşmesi:
Kamulaştırma, sağlık harcamalarını toplam sistem maliyeti açısından değerlendirmeyi mümkün kılar. Literatürde kamu ağırlıklı sağlık sistemlerinin, özel sigorta temelli modellere kıyasla kişi başı sağlık harcamalarında daha düşük maliyetle benzer hatta daha iyi sağlık çıktıları ürettiği gösterilmiştir. Merkezi satın alma, standart hizmet paketleri ve gereksiz işlemlerin sınırlandırılması; sağlık ekonomisi açısından önemli kazanımlar sağlar.
Toplumsal yararın öncelenmesi:
Sağlığın kamusal niteliği, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda etik bir meseledir. Sağlık hizmetinin temel amacı kar üretmek değil; önlenebilir hastalıkları azaltmak, yaşam kalitesini artırmak ve toplumsal üretkenliği korumaktır. Kamulaştırma, sağlık politikalarının merkezine bu etik zemini yeniden yerleştirir.
Kamulaştırma, geçmişe dönüş değil; bilimsel verilerle desteklenen rasyonel bir gelecek perspektifidir. Sağlığın piyasa dinamiklerinden arındırılması, yalnızca bugünün eşitsizliklerini azaltmakla kalmaz; toplumları salgınlara, afetlere ve demografik dönüşümlere karşı daha dirençli hale getirir. Sağlık, ancak kamusal bir hak olarak ele alındığında gerçek anlamda korunabilir.
BİR TERCİH DEĞİL ZORUNLULUK
Türkiye’nin sağlık sistemi artık teknik rötuşlarla düzeltilebilecek bir noktada değil. Bu sistem bir yönetim sorunu değil, toplumsal bir eşitsizlik rejimidir. Ve bu rejim, ancak sağlık hizmetinin yeniden kamusal bir zeminde örgütlenmesiyle değiştirilebilir. Çözüm açık: Özel hastaneler ivedilikle kamulaştırılmalı. Bu adım sağlığın, yaşamın ve insan onurunun korunması için bir zorunluluk.
***
ÖZELE GEÇİŞ SÜRÜYOR
Ülkede uzman hekimlerin önemli bir bölümü daha avantajlı çalışma koşulları nedeniyle özel sektöre geçiş yapıyor. Kamuda, üniversitede ve özel sektörde çalışan hekimlerin sayısı şöyle:
Uzman hekim sayısı: 111.580
Kamuda çalışanlar: 65.121
Üniversitelerde çalışanlar: 13.333
Özel hastanelerde çalışanlar: 33.126
SİSTEM ÇÜRÜYOR
Kişi başına hekime başvuru sayısı sağlık sorunlarının göstergesi oldu. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre yıllık kişi başına hekime başvuru sayıları şu şekilde:
Kamuda hekim başına düşen başvuru: 7.160
Özel sektörde hekim başına düşen başvuru: 1.999