Fanya Al at pintarest
Yaşlı profesör Bülent, elinde yarım kalmış kahvesiyle Södermalm'ın (İsveç) en güzel parklarından birinde yürüyordu. Eşi Zülal Hanım ise tedirgin adımlarla ona eşlik ediyor, sık sık saatine bakmaktan kendini alamıyordu.
Nasıl tedirgin olmasındı ki? Eşi, bugün Stockholm'de Nobel Fizik Ödülü'nü alacaktı. Şu anda şehrin o enfes mimari yapısı Belediye Binasını doldurmuş olan davetliler, onların burada, ıssız bir parkta yürüyüş yapmalarını anlamazdı herhalde.
Zülal Hanım kendini daha fazla tutamadı:
-Bülent, geç kalacağız! Nasıl böyle sakin olabiliyorsun? Hem, niye buradayız şu anda? Herkes oradayken…
Bülent, yürüyüşünü yavaşlattı, derin bir nefes aldı ve eşine dönüp gülümsedi. Parmak ucuyla parkın yemyeşil bir köşesini işaret etti.
-Bak Zülal…Şu gördüğün çimenlik, bizim köydeki Hasılımıza ne kadar da benziyor.
Zülal şaşkındı. "Hasıl mı? O da ne demek? Hem ne alakası var şimdi?"
Bülent, gözlerinde bir ışık, sesinde derin bir sıcaklıkla. -Ekinler biçildikten sonra, hayvanların otlatıldığı o verimli tarlalara Hasıl deriz. İşte bugün burada, bu ödülü alacak adamı yaratan ilk kıvılcım, o Hasıldı. Dedi ve Zülal’ın şaşkın bakışları altında, anlatmaya başladı:
-Biliyorsun,ben çok zor şartlar altında büyüdüm.. Çocukluğumuz köyde, koyun gütmekle geçti. Ama ben okumaya aşıktım. Öğretmenim bunu fark etmiş, bir gün eve kadar gelip babamla konuşmuştu. "Bu çocuğu okutun, güzel yerlere gelecek," demişti. Gel zaman git zaman, ilkokul bitti. Köyde ortaokul yoktu. O sene, yıl sonu gösterisine kaymakam gelecekti. Ben de İstiklal Marşı’nın on kıtasını ezberledim."
Bülent sesi titreyerek devam etti:
-O gün geldi çattı.Ama önlüğümün kolları neredeyse dirseklerime geliyordu, öyle eskimiş ve küçülmüştü. Ayakkabılarım desen… Abimin ayakkabısıydı, o giyemedi diye ben giydim. Anlayacağın, halimiz içler acısıydı. Ayakkabılar ayağıma gire çıka, sahneye vardım. Karşımda koskoca kaymakam, öğretmenler, sandalyelere oturmuş aileler… Geri kalan herkes okulun duvarına dayanmış, beni dinlemek için sessizliğe bürünmüştü. Sadece cır cır böceklerinin sesi doluydu kulaklarımda. Önce bir heyecanlandım, yüreğim ağzıma geldi. Sonra kendi kendime, "Hadi oğlum Bülent, yaparsın, ha gayret! dedim.
-Nihayetinde, sular seller gibi okudum İstiklal Marşı’nı. Ama ne okumak! Vurgular, tonlamalar, her şey yerli yerindeydi. İçimden, Mehmet Akif sağ olup da bir dinleseydi, diye geçirdim. Öyle güzel okudum işte… Şiir bittiğinde, kaymakam ayağa fırlayıp beni alkışladı. O kalkınca herkes ayakta alkışladı. Bak, bugün Nobel alacağım, ama inan bana o günkü heyecanım bugün yok.
"Sonra beni yanına çağırdı. Epeyce sohbet ettik. Ama okula devam edemeyeceğimi, ailemin durumunun iyi olmadığını söylediğimde yüzü değişti. Olmaz öyle şey! diye hiddetlendi. Senin okuman lazım! Babamı ve müdürü yanına çağırdı. Babam, Durumumuz yok kaymakam bey, okutamayız. Çobanlık ederiz. Mera uzak, biz hanımla tarlaya gideriz, oğlan köyün hayvanlarını güder. O koyunlara gitmese geçinemeyiz, diye anlattı çaresizliğimizi."
Bülent, gözlerini uzaklara dikti, o anı yeniden yaşıyormuş gibiydi.
"İşte o zaman kaymakam,muhtarı çağırdı.
-Azaları topla, dedi. Köyün etrafındaki tarlaların hasadından sonra kalan otlak… Orayı Hasıl Yeri ilan edin. Hayvanlar artık orada otlasın. Ben yasal izinleri hallederim.
Sonra babama döndü:
-Gördün mü, mera işini çözdük. Bu oğlan okuyacak!
Bana baktı,
-Evlat, cep harçlığın benden. Ama müdürün, öğretmenin de sana yardım edecek. Bu sene devlet parasız yatılı sınavlarına girip, ortaokulu, liseyi ilçede okuyacaksın. Anlaşıldı mı?" Müdür ve öğretmenler hep bir ağızdan,
Anlaşıldı kaymakam bey! dediler."
Bülent, Zülal'e Hasıl hikayesini anlattıktan sonra, derin bir nefes alıp devam etti:
"O kaymakam ve öğretmenlerim sayesinde ilçedeki yatılı okula girdim. Ortaokulu bitirdim. Lisedeki ilk geldiğim günlerdi… Tenefüste, bahçedeki dev çınar ağacının altında, öğretmenler odasının açık penceresinin hemen yanında oturmuş, elimdeki yırtık pırtık coğrafya kitabından Dünya’nın katmanlarını okuyordum. Yalnızlıktan ve yeni yerin verdiği heyecandan, farkında olmadan yüksek sesle okuduğumu duymadım bile."
"Birden,
-Evlat, sesini biraz daha yükseltir misin? diye bir ses geldi.
Başımı kaldırdığımda, Coğrafya öğretmenimiz Fikret Bey’in pencereye dayanmış beni dinlediğini gördüm. Yanında da Fizik öğretmenimiz vardı. Donup kaldım, azar işiteceğimi sanarak. Ama Fikret Bey gülümsedi.
-Öyle güzel, vurgulayarak okuyorsun ki, içeri gelsen de tüm sınıfa böyle okusan? dedi. Utancımdan yerin dibine geçtim."
Poldi Kinzel at pintarest
“O olay unutuldu sandım. Ama ertesi hafta, Fizik dersinde öğretmen tahtaya, henüz öğrenmediğimiz karmaşık bir problemi yazdı. Bunu çözebilecek cesarette biri var mı?' diye sordu. Sınıfta çıt yoktu. Kimse parmak kaldırmıyordu. Ben, tahtadaki şekillere öyle dalmışım ki, öğretmenim:
–Bülent, sen ne düşünüyorsun? diye seslendiğini zor duydum. Ayağa kalktım,
-Tam anlamadım öğretmenim, diye mırıldandım. O da:
-Peki, gel bir bakalım, belki yakından bakınca anlarsın, dedi.
Tahtanın önüne yürüdüm. O an, köydeki koyunları güderken gökyüzünü izleyip, Güneş neden batıdan batıyor, yıldızlar nasıl asılı duruyor? diye kendi kendime sorduğum o sonsuz merak geldi aklıma. Problemin içindeki küreleri ve okları öyle bir seyrettim ki, her şey bir anda zihnimde şekilleniverdi. Tebeşiri elime aldım ve adım adım, henüz derste görmediğimiz o formülleri kullanarak, sessiz sedasız problemi çözdüm.
Sınıf kilitlenmişti. Çözümü bitirip tebeşiri bıraktığımda, Fizik öğretmeni ağır ağır alkışlamaya başladı. Arkasından, arka sıralardan bir ses daha yükseldi. Pencereye yaslanmış, bizi izleyen Coğrafya öğretmeni Fikret Bey’di bu. Sınıfa dönüp,
-Gördünüz mü? dedi Fizik öğretmeni. Bu, sadece zeka değil. Bu, saf bir merak ve odaklanma. Ders kitaplarının ötesini görebilmek…"
Bülent, Zülal’in gözlerinin içine baktı. Sesi, derin bir minnetle doluydu:
"İşte o gün,o hayvanlara ayrılan Hasıl alanı, bugün beni Nobel’e getiren ilk adımdı. İlkbaharda, aynı bu park gibi yemyeşil olurdu bizim Hasıl yeri de… Bir tohumun filizlenmesi için nasıl verimli bir toprak lazımsa, bir çocuğun yetişmesi için de bir şans, bir fırsat, bir 'Hasıl Yeri' lazım."
Zülal Hanım artık hiçbir şey söylemedi. Sadece eşinin koluna daha sıkı yapıştı ve onunla birlikte, Nobel ödül töreninden çok daha değerli olan o anın sessizliğinde yürümeye devam etti. Çünkü gerçek zaferin yalnızca alkış almak değil, bir çocuğun hayatını değiştiren o ilk şansı asla unutmamak olduğunu anlamıştı.
midjourney.com
Hasıl was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.