GÜLÜMSEME: AĞIZDA KALAN BİR ŞAMAR – 1 ve 2. Bölümler –

GÜLÜMSEME: AĞIZDA KALAN BİR ŞAMAR – 1 ve 2. Bölümler –

GÜLÜMSEME: AĞIZDA KALAN BİR ŞAMAR – 1 ve 2. Bölümler -

Kan Serlik Yeraltı Yazıları

Masum Değilsen Okuma.

Yeraltına indiğimde anladım:
Burası karanlık değil.
Sadece yukarıdakiler görmemeyi alışkanlık hâline getirmiş.
Hava ağır değil; hava dürüst.
Yukarıda soluduğumuz şey oksijen değil, toplu bir yalanlama gazı.
Aşağıda nefes almak zor.
Ama en azından aldığın şey, aldığın şeydir.
Gerçek boğar.
Yalan ferahlatır.
Bu yüzden insanlar yüzmeyi değil, batmayı seçer.
Yeraltı sandıkları gibi gizli bir örgüt değil.
Kapısı yok, parolası yok.
İnmek için cesaret de gerekmiyor.
Yukarıda bir süre tutunamamış olmak yeterli.
Bazıları düşer.
Bazıları iner.
Ben indim.
Merak artık korkunun kardeşi değil.
Tefecisi.
Korkuyu rehin almış, üstüne faiz bindirip geri satıyor.
Ben de o faizi ödemeye razı olanlardanım.
Soru sormak için indim.
Cevaplar yukarıda kaldı.
Zaten cevaplar hep yukarıda kalır;
kahraman mezarlarının başında, kendi kendine alkış tutar.
Doğru zaman yok.
Hiç olmadı.
“Üşüyor musun?” dedi biri arkamdan.
Ses tanıdık değildi. Burada kimse kimseyi tanımaz zaten.
“Alışırsın,” dedi.
Yeraltında kimse ısıtmaz.
Sadece soğuğun kalıcı olduğunu söyler.
Başımı salladım.
Üşümek sorun değildi.
İnsan en çok yukarıdayken titrer.
Zaman, yanlışların makyaj odasıdır.
Bazı hatalar kapatılır.
Bazıları süslenir.
Bazıları “ben buyum” diye pazarlanır.
Defteri açıyorum.
Aynı koku.
Aynı savunma cümleleri.
Kahve lekesi: Keşke.
Kan izi: Ama o da hak etti.
Ter damlası: Ben kötü biri değilim.
İnsan kendini anlatmaya başladığında
masumiyetini kaybetmiştir.
Beni sevmeye mi çalışıyorlar?
Hayır.
Beni aynaya çeviriyorlar.
Bakıp kaçmak için.
Ayna kırılırsa uğursuzluk derler.
Yüzlerine bakmak daha uğursuz olduğu için.
“Yanlış sevdim.”
Yok öyle bir şey.
Yanlış yok.
Eksik var.
Cesaretsizlik var.
Sevgi eksik olmaz.
İnsan yarım olur.
Dedektif değilim.
Dedektif olsam çözer, raporlar, unuturdum.
Ben unutulmasın diye dağıtıyorum.
“Katil kim?”
Kamera sabit.
Işık yüzlerine vuruyor.
Bir saniyelik sessizlik.
İşte orada
herkes suçunu göz bebeklerine yazıyor.
Suçlu, sustuğu yerde değil;
kendini akladığı yerde yakalanır.

İÇ / KAHVEHANE – GECE
Işık hasta.
Masa yapış yapış.
Kahve soğuk.
Ölü de.
Uygun bir uyum.
Cevdet fincana bakıyor.
Fincanın dibinde kahve yok.
Bir şey gömülü.
CEVDET
“Soğudukça gerçeğe benziyor.”
MUHTAR
“Soğuyan kahve mi?”
Muhtar hayatta hep yanlış soruyu soran adamdır.
Bu yüzden cevapsız kalır.
CEVDET
“İnanç.”
İnanç sıcakken buhar olur.
Soğuyunca tortu bırakır.
Muhtar omuz silker.
“Ben hep çaycıydım.”
İşte bu cümle, cinayet aletidir.
Kader kılığına girmiş bir korkaklık.
BEN
“Çay da soğur, Muhtar.
Sadece sen sıcakken içip bitiriyorsun.”
Sessizlik.
Meryem girer.
Sigara.
Bakış.
Yargı.
MERYEM
“Ortada bir ölü var.
Siz hâlâ kendinizi temize çekiyorsunuz.
Komik.”
Gerçek eleştiri bağırmaz.
Güler.
Uzakta bir köpek havlar.
Vicdan gibi.
Yaklaşmaz.
Ama susturulamaz.
Cesede bakıyorum.
Artık bir insan değil.
Bir sonuç.
Jeton düşüyor.
Bu cinayet değil.
Bu toplu bir vazgeçiş.
Kimse bıçaklamamış.
Herkes biraz bastırmış.
Birinin nefesini.
Birinin sesini.
Birinin umudunu.
İnsan öldürmez.
Yaşamasına izin vermez.
Ben yazıyorum.
Yazmak da bir tür suç ortaklığıdır.
Çünkü taşırsın.
Ve kokusu sana siner.
MERYEM
“Çözecek misin?”
BEN
“Hayır.
Düğüm atıyorum.
Çözmeye çalışanların elleri kanasın diye.”
Adalet bazen cevap değildir.
Geçmeyen bir kaşıntıdır.

DIŞ / MERDİVENLER – ŞAFAK ÖNCESİ
Merdivenler gıcırdıyor.
Her basamak: Bir daha asla.
Yeraltı kapanıyor.
Yara gibi.
Kabuk bağlamadan.
Yukarıda hava temiz diyorlar.
En büyük yalan bu.
Soluduğun her şey,
başkasının verdiği bir artıktır.
Defteri açıyorum.
DOĞRU ZAMAN YOK.
YANLIŞLAR ÇOK.
Altına ekliyorum:
BEN DE.
ÇÜNKÜ SUSMAK DA BİR İZ BIRAKIR.
Dosyayı kapatıyorum.
Bu dosya kapanmaz.
Bazı cinayetler çözülmez.
Kanamaya bırakılır.
Çünkü kan,
hâlâ canlı olunduğunun tek kanıtıdır.
Yeraltından bir kahkaha yükseliyor.
Kimden geldiği önemli değil.
Yeraltında herkes güler.
Ağlamak,
yukarıdakilerin lüksüdür.

Masum değilsen okumamalıydın.
Şimdi bir adım daha yaklaştık.

DÜŞÜNMEYENLER İÇİN UYANMA ÇAĞRISI -2

— ya da senin adın ne? —

Yeraltından bakınca tanrı, bilim ve korku

Bir soruyla başlayalım.
Buraya nasıl geldin?
Yok,otobüsle falan değil.
Şu anda bu cümleleri okuyan"sen" nasıl geldin buraya?
O bilinç.
O merak.
İçinde susmayan o ses.
Nasıl var oldun?

Muhtemelen şöyle diyorsun:
"Evrimle.Maymundum, sonra insan oldum."
Güzel.
Peki o maymun neden durup düşünmeye başladı?
Ateşi bulduğunda neden sadece"ısındık" demedi de,
"Bu yakıyor…
Peki ben ölünce de yanar mıyım?"diye sordu?

İşte sorun tam burada başladı.
Sen,kendi varlığını açıklayamadığın yerde
hikayelere sığındın.

1. KORKUNUN İKİ YÜZÜ: TANRI VE BİLİM

Yeraltında nefes dürüsttür demiştik.
Şimdi yukarıdasın.
Ve nefes alamıyorsun.
Çünkü iki taraftan da boğuluyorsun.

Tip A:
"Tanrı var.Her şeyi O yarattı. Kuralları koydu. Sonra bize bir kitap gönderdi."
Rahatladın mı?
Rahatladın.
Çünkü sorumluluktan kurtuldun.
Korkunun başına bir"Baba" koydun.
İyi olursan sevilirsin.
Kötü olursan yakılırsın.
Cennet bir ödül.
Cehennem bir sopa.

Komik olan ne biliyor musun?
Cenneti hak etmek için zaten iyi olman gerekiyor.
O zaman ödül neyin karşılığı?
İyilik pazarlık konusuysa,
ahlak çoktan çökmüştür.

"Elbette kimse bu kadar basit değil.
Ama korku, düşünceyi basitleştirmeyi sever."

Tip B:
"Tanrı yok.Her şey tesadüf. Evrim var. Ahlak, toplumsal sözleşme."
Rahatladın mı?
Rahatladın.
Görünmez babadan kurtuldun.
Özgürsün!
Ama dur.
Özgürlük neden bu kadar ağır geldi?
Artık her şey sana kaldı.
İyi olmak zorunda değilsin.
Sadece işine gelirse.

"Toplum böyle istiyor."
Peki ya toplum kötüyse?
"Evrimsel avantaj."
Peki ya sen o avantajı umursamazsan?
Umursamazsın.
Ama yapmazsın.
Neden?

Çünkü korkunun ikinci yüzü çıkar:
Anlamsızlık.
Eğer her şey anlamsızsa,
senin iyiliğin de anlamsızdır.
O zaman neden sürdürüyorsun?
"Çünkü öyle hissediyorum."
Tebrikler.
Duygularını tanrı yaptın.

İki tarafta da korku var.
Biri görünmez polisten korkuyor.
Diğeri içindeki boşluktan.
İkisi de birbirine bağırıyor:
"Sen korkaksın!"
Bu,iki topalın koşu yarışında
birbirine"Sen topalsın!" demesi gibi.

İnsan iyi olmaya çalışmaz.
Zaten iyidir.
Sorun,daha iyi olma ihtimalini
hep yanlış yerlerde aramandır.
Bu da"kötü" dediğimiz şeyi doğurur.

2. ASIL PROBLEMİN: BİLİNÇLENMEKTEN KORKUYORSUN

Şimdi asıl yere gelelim.
"Ben"diye bir şey olduğuna inanıyorsun.
Özgür iraden var.
Seçimler senin.
Peki bu seçimleri neye göre yapıyorsun?

– Genetik kodlarına göre mi?
– Yetiştirildiğin kültüre göre mi?
– Anlık duygularına göre mi?
– Mantığına göre mi?

Hangisi?
Cevap basit:
Hepsi.

Peki o zaman özgür irade nerede?
Bu faktörlerin toplamına"ben" diyorsun.
Ama bu faktörler seni oluşturuyorsa,
seçim yapan kim?
Algoritmanın kendisi mi?

İşte bilinçlenmek tam olarak budur:
"Ben"dediğin şeyin,
bir dizi kimyasal ve elektriksel süreçten ibaret olduğunu görmek.

Ve bundan korkuyorsun.
Çünkü eğer özgür değilsen,
iyilik de kötülük de
senin erdeminin değil,
"olmuşluğun"sonucudur.
Bu düşünce ahlakını yerle bir eder.

O yüzden iki yol seçiyorsun:
Ya bu fikri bastırıp dogmalara sığınıyorsun,
ya da"Her şey boş" deyip nihilizme teslim oluyorsun.
İkisi de kaçış.

3. ÇIKIŞ YOLU: YERALTI İNSANI OLMAK

Yeraltına inmelisin.
O kahvehaneye.
O buhar odasına.
Boruların gürlediği yere.
Çünkü orada hava dürüsttür.
Maskeler ağır gelir.
Kimse uzun süre taşıyamaz.

Yeraltı insanı şunu bilir:

· Kanıt aramaz. Kanıt, korkunun battaniyesidir.
· Kimliğe sığınmaz. Kimlik, düşünmenin donmuş halidir.
· "Ben haklıyım" demez. Çünkü yeraltında herkes biraz haksızdır.

Peki ne yapar?

1. Kabul eder. Korktuğunu. Yanıldığını. Eksik olduğunu.
2. Sorumluluk alır. Özgür irade bir yanılsama olsa bile, bu yanılsamanın sonuçlarını üstlenir.
3. Anlaşma yapar. "Sen benim acımı gör, ben seninkini."

Bu ne dindir, ne bilim.
Bu aydınlanmış çıkardır.

SON SÖZ: HALA BURADAYKEN

Güneş korkmaz.
Çünkü sonlu olduğunu bilmez.
Sen korkuyorsun.
Çünkü biliyorsun.

Bu korkuyu yok edemezsin.
Ama onu yakıt yapabilirsin.
Dogmalar kurmak için değil.
Köprüler kurmak için.

Şu anda bu yazıyı okuyan “sen”…
Ne tanrının bir lütfusun,
ne evrimin yapılmış bir şakası.
Sen bir olay değilsin.
Bir hikâye de değilsin.
Sen, şu an olan bir şeysin.
Düşünen, korkan, merak eden bir varoluş.
Açıklaması tartışılır ama varlığı inkâr edilemez.
Kim olduğunu anlatmak zorunda değilsin.
Ne işe yaradığını da.
Şu anda buradasın.
Okuyorsun.
Sorguluyorsun.
İşte bu, senden önce gelen bütün açıklamalardan
daha gerçek.
Ve bildiğimiz kadarıyla,
kendi varlığını fark edip
“Ben buradayım” diyebilen
tek şey sensin.

O yüzden sorgula.
Ama cevap bekleyerek değil.
Soru seni yürütür.
Cevap seni çiviler.

Yukarı çıkmak istediğinde
yeraltını hatırla.
O dürüst nefesi.
O sahte aydınlığın altındaki karanlığı.

Ve şunu unutma:
En büyük dogmayı,
dogmasız olduğunu sananlar kurar.
En büyük korkuyu,
korkusuz olduğunu iddia edenler yaşar.

Sen ikisi de olma.
Sadece olan ol.
Korkan.
Merak eden.
Yanılan.

Masumiyetini korumaya çalışma.
Zaten biraz kirlenecek.
Sorun değil.
Yeraltında kirler görünmez.
Bir süre sonra da silinir.

Ve geriye sadece şu kalır:
Bir başka"olan"a
elini uzatma cesareti.

Çünkü yeraltında ışık yoktur.
Ama eller buluştuğunda
ısı vardır.

Belki de aradığın tek tanrı
tam olarak budur.

— Şimdi nefes al.
Soruyu sorduğun anda,
cevabı aramaya başladın.
O arayışın kendisi,
seni yeraltına indirdi bile.
Hoş geldin.

bu bir cevap yazısı değil.
bir davet.

GÜLÜMSEME: AĞIZDA KALAN BİR ŞAMAR – 1 ve 2. Bölümler – was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.