Öcalan’la görüşülmesine kategorik olarak karşı çıkmanın çatışmaların sonlandırılması pratikleri ve literatürü açısından bir geçerliliği yok. Görüşülür, görüşülmelidir de.
Peki, ne için görüşülür veya görüşülmelidir? İki gerekçe olabilir; silahlı çatışmanın sonlandırılması ve Kürt sorununun çözümü. O halde, görüşmeden yana tavır alanlar açısından asıl amaç, silahın devreden çıkması ve Kürt sorununun çözümüdür. Bunların ikisi aynı şey olmamakla beraber, ayrılmaları da mümkün değil. Silahların bırakılması barışın ve çözümün garantisi olmadığı gibi, silahlar bırakılmadan da barış olmaz.
Kürt sorunu konuşulmaya başlandığından beri, konuşulsun diyenlerdenim. Çocukken bile “Kürt yoktur” diyenlerden olmadım, bugün onlardan bazıları “Kürt var da sorunu yok” noktasına geldi, ben hala “sorun var” tarafındayım.
Dün Öcalan için “ip atanlar”ın bugün konuşuyor olması olumlu bir gelişme. O cenahta U dönüşleri alışıldık bir durum olsa da, gelinen nokta en azından konuşmanın önündeki engelleri aşmaya, tabuları sarsmaya yarayacaktır.
Bu konuda bir şeyler yazmaya başladığımdan beri kendimi tekrar ediyorum: “Çatışmalar, çatışan tarafların bir anda gelen vahiyle çatışmaktan vazgeçtikleri için sona ermez, genellikle çatışan tarafların çatışmayı artık sürdüremeyeceklerini görmeleriyle çözüm sürecine girerler. Ancak, iç ya da dış nedenlerle çatışmayı sürdüremeyecek noktaya gelmek, çatışmasızlığın garantisi değildir. Çatışan taraflar katılaşmış, çatışma sürecinde yaşanan travmalarla da ‘ötekine karşı’ kimlikleri perçinlenmiştir. Bırakın bu kimliklerin birbirini ‘öteki görmeyen bir üst kimlik’te birleşmesini, konuşmaları bile zordur. Bunun için ‘kolaylaştırıcılar’, bunu mümkün kılan ‘aracılar’ gerekir. … Çatışmasızlıktan çok daha fazlası olan barış, ancak çatışan tarafların geçmiş travmalarını aşmalarını sağlayacak kadar parlak ve müreffeh bir ortak gelecekte, gönüllü olarak bir ortak kimlikte anlaşmalarıyla mümkündür.”
Bu yolda başarının en önemli koşullarından biri de en geniş toplumsal mutabakatla yürümektir. Atılan adımların o mutabakata ne kadar katkı sağladığına boş veremezsiniz!
Bir ortak gelecekte anlaştıktan sonra da, gerisi “teferruat”tır. Kolay halledilir. Türkler ve Kürtler nasıl bir Türkiye’de birlikte yaşamak istiyoruz? Dilimiz, kültürümüz özgür olacak ve özgürce gelişebilecek mi? Yerel ve yerinden yönetimde sınırlar ne olacak? Seçtiklerimiz tarafından yönetilebilecek miyiz? Kısacası, birlikte yaşayacağımız ülke hakkın, hukukun, adaletin herkes için aynı olduğu demokratik bir Türkiye mi olacak?
Eğer bunlarda anlaşıyorlarsa; Öcalan’la görüşenin görüşmeyene, görüşmeyenin görüşene kem gözle bakmasından büyük hata olamaz.
Kim ne söylerse söylesin; AKP ve MHP’nin, CHP’yi görüşmeye zorlamasının da CHP’nin görüşmeden uzak durmasının da nedeni aynı. Bu partiler kendi tabanlarının görüşmeye gösterecekleri tepkiyi biliyor, iktidar partileri CHP’yi yanlarına alarak zararı azaltmaya çalışırken CHP de aynı taban tepkisini dikkate alarak adaya gitmiyor.
CHP’nin dikkate alması gereken diğer nokta, tavrının Kürt yurttaşlar ve DEM’le ilişkisini nasıl etkileyeceği. AKP+MHP bloğu da asıl burayı kanırtarak muhalefeti bölmeye çalışacak. Demokratikleşme yolunda adım atmadan, iktidarlarını ve rejimi pekiştirmeye yarayacak dağınık/güçsüz bir muhalefete oynayacak.
Süreç yalnızca CHP açısından riskli değil. CHP’nin tavrını “not eden” ve “Nokta” diyen DEM, “demokrasi” talebini gölgeleyen bir yerde durduğu algısına yol açarsa, bunun ona da maliyeti olacaktır.
Şimdi yapılması gereken, “ayak sürüyen bir süreç”le yetinmeyip hem şiddetten arınmış hem de barış içinde bir arada yaşamaya hizmet edecek bir Türkiye için gerekli yasal düzenlemeleri Meclis’e getirip, AKP+MHP’yi somut adıma zorlamak olsa gerek!
Barış ve demokrasi ayrılmaz bir bütünse, ne DEM’in CHP’yi ne CHP’nin DEM’i ötekileştirme lüksü var.