Merhaba, bir göç hikayesi anlatan past lives filmini izledim bu hafta. Celina Song’un yönetmenliğini yaptığı ilk film olan, 2023 yapımı past lives, 2023 altın küre’de en iyi film ve en iyi özgün senaryo dalında aday gösterilmişti.
Güney Kore’de bir ilkokulda başlıyor film. İki küçük çocuğun masum aşkı var ilk sahnelerde. Böyle beraber oyun oynamalarını, okuldan eve yürümelerini falan izlerken aklıma ilkokulda saçımı çeken çocuklar geldi. Bizde biri birinden hoşlanıyorsa saçını çeker, silgisini alır falan. O yaşta bile erkekler bir kızdan hoşlandıklarında duygularını nasıl regüle edip aktaracaklarını bilmiyorlarmış anlaşılan.
Küçük kız karakterimizin ailesi Amerika’ya taşınmaya karar veriyor. Filmde kızın ailesinin kültürel seviyesinin daha üst düzeyde olduğunu, İngilizce bildiklerini, kızlarına uçakta İngilizce isimler verdiklerini görüyoruz. Sınıfsal bir fark gözlemledim ben bu göçebilme meselesinde.
Kız karakterimiz Nora; Amerika’da yazarlık eğitimi almakta, bu sırada erkek karakterimiz Hae Sung mühendislik eğitimi almaktayken, Facebook’un ortamlara girişiyle ikili tekrar konuşmaya başlıyorlar. Farkettiğiniz üzere kız hayallerinin peşinden giderken çocuk daha garanti bir meslek tercih etmiş. Neden acaba? Görüntülü konuşma furyasının ilk zamanlarında uzun görüntülü konuşmalar yapıp, günlük streslerinin içinde birbirlerine tutunuyorlar. Nora, Hae’nin yazın onu ziyarete gelmesini istiyor ancak çocuğun eğitim için Çin’e gitmesi gerekli. Bunun üzerine iletişimlerini kesiyorlar. Burada kızın bağlarını, sanaldan gerçek hayata çekmeye çalıştığını görüyoruz. Artık telefonla konuşmanın yetmediği o aşamaya gelmişler. Erkek kahramanımızın neden Amerika’ya ziyarete gidemediği de çok aşikar. Filmin başından itibaren kız ve çocuğun aile yaşantısı, maddi ve sosyokültürel farkından bunu rahatlıkla çıkarabiliriz, çocuğun böyle bir bütçesi yok. Üniversiteyi ailesinin yanında okuyan, bir an önce okulunu bitirip iş bulması gereken koreli genç bir adam. Kızın da onu anlamasının imkanı yok, yanına gelememesinin mantıklı bir açıklamasını bulamıyor yani, öyle bir hayata doğmamış.
İletişimleri kesilen ikili başka hayatlara savruluyorlar, okullar bitiyor, iş hayatı başlıyor. Nora amerikalı bir yazarla evleniyor, New York’ta yaşıyorlar. Derken bir gün 30’lu yaşların ortasında olduklarını varsayıyorum, Hae Song, Noa’ya ulaşıp Amerika’ya geleceğini, Nora’yı da görmek istediğini söylüyor. New York’ta buluşuyorlar. İki günlük bir ziyaret bu. Bence film burada başlıyor. Evli, eşini seven, kariyerine dair hırsları olan, başarılı bir kadının çocukluk ve ilk gençlik yıllarında aşık olduğu adamla zaman geçirmesi. Burada o kadar çok çelişki var ki… Eşiyle gerçek bir arkadaşlıkları olduğunu görüyoruz, ortak bir geçmişleri, meslekleri var.
12 yaşından beri New York’ta yaşayan bir koreli ne kadar korelidir? Yine bir göçmenlik karmaşası. Hae Song ise Kore’de büyümüş, ailesiyle yaşayan bir adam, tipik, geleneksel bir koreli. Bunu biraz bizim ülkemizdeki gelenekselliğe benzetiyorum. Büyük aile, standart bir iş, bireysellikten, hayal gücünden uzak bir yaşam. Nora’nın hem etkilendiği, hem ona çok uzak kavramlar getiriyor Hae Song Amerika’ya. Bir şeyin yaşanmamış, yarım kalmış olması hissi var ikisinde de. Romantik filmlerde ikisinin de hayatları berbat gider, sevgilileri asla mutlu olmadıkları saçma sapan insanlar olur, bu durumda beraber mutlu olmaları kaçınılmaz olur tabi. En son lisede böyle filmler izledim sanırım. Gerçek hayatta böyle bir durumda tam da bu filmdeki gibi olurdu. Kimse kendi hayatını bırakıp 20 yıl önce tanıdığı biriyle bambaşka bir hayata başlamaz. Ama o burukluk, yarım kalmış yollar, başka bir gelecek ihtimali…
Alternatif gelecek ihtimallerinin 30’lu yaşlardan sonra giderek kısıtlanması, hayallerin belirli zeminlere oturtulması… Bunlar yaş almanın götürüleri işte. İlkokul aşkının çıkıp gelmesi, geleceğe dair eskiden kurulan hayallerin tekrar hatırlanması…
Blaise Pascal, insanların şu anki hazza odaklanmak yerine hep başka bir yerde, başka bir zamanda daha iyisi olduğunu düşündüklerini, bunun bilerek, isteyerek hazdan kaçınmak için oluşturduğumuz bir mekanizma olduğunu söylüyor. Bu düşünce beni ilk duyduğumda şok etmişti. Tekrar tekrar okumuştum acaba yanlış mı anlıyorum diye. Bizdeki eşleniği Oruç Aruoba’nın her nerede değilsek orada mutlu olacağımıza dair inancımız ve bu döngünün hiç bitmeyecek olmasını ifade ettiği metinleri olabilir. Ama tam da karşılamıyor. Yani burada ek olarak bizim bu düşünceye o anda mutlu olmamak için kapıldığımız gerçeği var. Ben neden kendi mutluluğumu baltalamak için böyle bir yöntem bulmuşum yani? Ne gibi bir hayatta kalma içgüdüsüyle böyle bir savunma yapıyoruz? Mutlu olmak ve andan haz almak bizim için o kadar güvensiz ki, hazzı ilerlememizin önünde bir engel gibi algılayıp gelecekte daha mutlu olacağımızı varsaydığımız anlara odaklanarak devam edebiliyoruz.
İçimizdeki minik kapitalist bizi mutluluğumuzun yeterli olmadığına, hep daha çoğu için devam etmemiz gerektiğine inandırıyor ne korkunç! Biraz trajik bir son oldu ama düşünmenin yollarından biri de böyle sonuçsuzluklar. Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle…
Göçmenlik Üzerine Bir Film: Past Lives was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.