Ne yapsam olacak, diye düşünüp duruyorsun, son çiviyi nereye çakmam lazım? Çivin mi var senin, diye bağırıyorlar kahkaha atarak. Deli olduğunu bilmeyen yok ya da seninle tanıştıktan kısa bir süre sonra anlamayan. Ne zaman delirdin ya da hiç akıllı mıydın onu da bilmiyorsun. Aynı anda ikisi de var olamaz, delilik ve akıllılık yani, biri diğerini kopyalıyordur eksikliğini gizlemek için. Çok akıllıysan çok delisindir falan yalan bunlar. Akıllı insan iyi deli taklidi yapar deli de aslında çok akıllıdır da aklını kaybedeli çok olmuştur ya da öyle şeylerdir.
Üzülmek istiyorsun ama ortada üzülecek bir şey yok sen de kendine yapay dertler yaratıyorsun. Bu akşam partiye gidecek param yoktu o yüzden düşüncelerimle baş başayım saatlerdir. Başımdaki sızlama ağrı mı yoksa beynimin haftalar sonra ilk defa uyarana veya uyuşturucuya maruz kalmadığı için kendine gelme çabası mı bilmiyorum. Ne olursa olsun elim ağrı kesici kutusuna gidip duruyor sonra zaten yatacaksın diyorum elim de senin taa… diye cevap veriyor.
Nesnelere küfredince o anda neyi yapmayı beceremiyorsam oluyor ve bu korku sistemi gerçekten nesneler üzerinde mi çalışıyor yoksa annemin devamı gelmeyen tehditlerini kafamda tamamladığım, boşlukları doldurduğum için travma kaynaklı, mazoşist bir yaşama sistemi mi kurdum diye merak ediyorum. Hani ayakkabılarımı bağlayamıyorum, ipler elimden kayıp gidiyor ben de ağzıma gelen bütün küfürleri sıralıyorum, bağcıklar da özür dilerim abla diyor ve kendi kendine bağlanıyor sanki. Ya da olaylar kafamın içinde öyle yaşanıyor aslında sadece kendi kendine söylenen yaşlı sakat bir kadın var (18 yaşında).
Bukowski yazdıklarını başkasının okumasına ihtiyaç duyuyorsan yazamıyorsundur diyor ya da aslında yazar değilsindir. Başkalarının varlığımı fark etmesine ihtiyacım var esasında. Yazdıklarım da varlığımı en net ve doğru biçimde duyurabildiğim yer. Yoksa saatler boyunca nefes almadan konuşurum ve söylediklerim hiçbir anlam ifade etmeyen laf salatasından başka bir şey değildir. Yaşananları anlatırım geçen partide de bu oldu ya da sınıftaki çocukla şunu konuştum derim herkes de ilgiyle dinler ve şakalar yaparım gülerler ve sonra, sustuğumda, aslında ne anlattım ki şu an, bu anlattıklarım ne kadar önemli ya da bunu bilmek veya bunları yaşamak kimin hayatına nasıl bir katkı sağlayabilir diye düşünürüm. Hiç de sağlamaz sadece anlatırken eğlencelidir ve hep beraber güleriz ben de insanları güldürecek mimikler yapmayı ve hararetlenmeyi severim. Ama aslında hiçbirinin hiçbir anlamı yoktur. Bu olayları yaşamamla yaşamamam arasında bir fark da yoktur. Hangisi gerçek hayatım bilmiyorum ama şu an yaşadığımın olmadığına eminim.
Sen gerçek değilsin. Oda değil, masa değil, bilgisayar değil, içinde bir parmak su kalmış plastik şişe değil, suyun içinde yüzen izmaritler ve küller hiç değil. Doğruyu söylemen gerekirse onlara bakmak ve suya verdikleri hafif sarı rengi görmek hoşuna gidiyor. Sonunda kendinden başka bir
şeyi zehirlemeyi başardın.
fotoğraf benim (fotoğraftaki de)
Haftalardır aklımda yazmak var. Bu noktada ufak bi fanteziye dönüştü. Dersin ortasında ya da arkadaşlarımla otururken ortam sessizleştiğinde bir anda yazmak istiyorum. Aklıma yazabileceğim cümleler geliyor.
Ufak bir itiraf: Ben cümlelerle düşünmem.
Yıllar öncesinden kalan ufak bir kompleks bu aslında. Sherlock Holmes özentiliğinden tamamen. Bir kere alışınca da bırakamadım. Olay şuydu: Ortaokuldayken bir yaz İzmir’e gidiyorduk ve uçak biletini çok tuhaf bir saate aldığımız için havaalanında harcayacak saatlerimiz vardı. Ben de kobo e-kitabıma okumak için türlü türlü kitaplar indirmiştim. Anlayarak Hızlı Okumak’tı galiba kitabın adı. Kitapları kelime kelime okuyup anlamanıza gerek yok, diyordu. Aslında beyniniz bir kelimeye baktığında, harflerin üstünden tek tek geçmeden de onu idrak eder. Bir sayfaya bakarak, onu okumaya ihtiyaç duymadan da sayfayı anlayabilirsiniz. Düşünceler için de bu geçerliydi. Aslında düşünmek için kelimeleri gerçekten düşünmeye gerek yoktu. Ebru resmi gibi birbirine saçılan renkler hayal etmek yeterliydi. Bu renkler de fikirlere dönüşüyordu.
PDF’lerin varlığından haberi olmayan bir halimin, ucuz olduğu için aldığı bir kitaptı sadece. Oldukça hızlı okurum. Yani gerçekten bu kitaba ihtiyacım yoktu. Sadece, sıradan ergen ego tatminiyle, “bana öğretebileceği ne var ki” diye düşünmüş ve yazanlarla kendi kendime dalga geçmek için almıştım. Sonra bu bahsettiğim kısmı okudum ve cümlelerle düşünme konsepti beni tamamen terk etti.
Neyse, dediğim gibi, cümlelerle düşünmem, o yüzden aklıma gerçekten cümleler geldiğinde bunları yazmak zorundayımdır. Yazmak o yüzden bana bu kadar doğal geliyor. Bir şeyi yazdıktan sonra asla düzenlemem ya da cümleleri değiştirmem. Bir yer devrik ya da bozuksa öyle kalır. Yanlış kelime yanlış kelimedir. İlk yazmaya başladığımda yazım yanlışlarını da umursamıyordum — şu an da pek umursadığım söylenemez, sadece o kadar uzun zaman geçti ki yazım yanlışı yapmıyorum. Daktilo döneminde yaşasaydım rüzgar gibi eserdim.
Şu an, yani bunu yazarken, izmaritler su şişesinin içinde birikmeye devam ediyor. KYK’nın kurallarını çiğniyorum. Yurdumun pek sıkı olduğu söylenemez, olaya objektif bir şekilde bakarsak. Üç haftadır izin verilen saatler dahilinde girdiğim günleri tek elimin parmaklarıyla sayabilirim. Henüz bir uyarı yemedim. Odada sigara içme işine de alışıyorum yavaş yavaş. Aslında en büyük hayalimdi bu, bir şeyler yazarken sigara içebileceğim bir evimin olması. Yurda evim diyorum, evet. Yerleştikten sonra iki gün içinde falan oldu bu. Yurda ne zaman dönüyoruz cümlesi eve ne zaman dönüyoruz’a dönüştü. Bunun pek çok sebebi olabilir. Çok defa taşındık. Annemle babam arasında gidip gelmem gerekti. Uzun zamandır evim “evim” gibi hissettirmiyordu. Bana ait bir şey yoktu. Burasıysa bana ait. Masanın üzerindeki her şey benim. Ben koydum oraya. Dolap kıyafetlerimle dolu. Çamaşırlarımı ben yıkıyorum. Benim gibi kokuyorlar. Babamın sevgilisinin seçtiği parfüm ya da annemin rahatsız edici derecede çocukluğumu hatırlatan yumuşatıcısı yok. Yumuşatıcımı ben seçtim. Annemin hediye ettiği parfümleri de getirmedim.
Sigara içmeyi seviyorum. Hayatımda kolayca vazgeçebileceğim çok fazla şey var — sigara bunlardan biri değil. Bunu bağımlılık olarak tanımlayabilirsiniz. Ben sevdiğimi düşünüyorum. Sevgiliyi sever gibi.
Ana dair başka detaylar vermek istiyorum ama açıkçası her zaman olduğundan da fazla bir mesafe var anla aramda. Ekranı görmekte bile zorlanıyorum. Parlaklığı kısıp bilgisayarı bir kol uzağıma koymam gerekti gerçekten yazarken yazdığımı anlayabilmek için. Yoksa düşünceleri aklıma geldiği gibi klavyeye kusuyordum. Her zaman yaptığım şey değil mi bu? Bilmiyorum, bu defa farklı. Sanki her şey bulanık. Ekran parlak ve geri kalan her yer kısık.
Saat 10. Uyumama nereden baksan bi dört saat var. Erken uyuma konseptiyle yakınlaşmak istersem iki saat. Öğlenden beri kahve içmedim. Birkaç saat önce çay içmiştim. Yeteri kadar su mu içmedim acaba?
İyi geceler.
Gerçek Değilsin was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.