Önder İNCE*
George Orwell’ın 1984 romanı, totaliter rejimlerin toplumu yönetme biçimlerini çözümleyen en keskin edebî eserlerden biridir. Romanda geçen “gerçeğin denetimi” (control of reality) ve “çiftdüşün” (doublethink) ilkeleri, yalnızca bir distopya betimlemesi değil, aynı zamanda siyasal iktidarların gerçeklik algısını nasıl şekillendirdiğine dair evrensel ipuçları sunar. Bu kavramlar üzerinden bakıldığında, Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) uzun yıllardır sürdürdüğü iktidar pratiği de, kendi gerçekliğini kurma ve topluma benimsetme çabalarıyla değerlendirilebilir. Orwell’ın işaret ettiği tehlike tam da burada görünür: Geçmişi kim yeniden yazarsa, yarını da o tayin eder. AKP’nin uzun iktidar pratiğinde de amaç; toplumsal hafızayı kendi çerçevesine oturtmak, bugünü alternatifsiz göstermek ve yarını “biz yoksak kaos var” duygusuyla ipoteklemektir.
Orwell’ın “gerçeğin denetimi” dediği şey, önce hafızanın sahnesini değiştirmekle başlar. Türkiye’de bu sahne, ana akım medyanın mülkiyet ve editoryal çizgi üzerinden tek sese indirgenmesiyle kuruluyor; farklı tonlar kısılıyor, benzer manşetler ve ortak vurgular gün be gün tekrar ediliyor. Böylece gerçek, çoğul kaynaklardan süzülerek değil, tek bir ışıkla aydınlatılmış bir dekor içinde görülüyor. Bu dekorun fonda çalışan en güçlü tekniği ise geçmişi yeniden boyamak: “AKP’den önce buzdolabı yoktu”, “AKP’den önce kadınlara seçme-seçilme hakkı yoktu”, “AKP’den önce insanlar yağ kuyruğundaydı”, “Camileri ahıra çevirdiler” gibi kalıplar, dünü kapkara bir boşluk, bugünü tek başına bir mucize gibi gösteren bir anlatı kuruyor. Dün silikleşince bugün parlıyor; parlayan bugün de yarını “zorunlu istikamet”e çeviriyor.
∗∗∗
Hafızanın bu yeniden yazımı, dille yapılan bir mimarlık işidir. “Milli irade”, “yerli ve milli”, “dış güçler” gibi kapsayıcı etiketler, tartışmayı belirli bir semantiğin içine kilitler. Bu etiketleri kabul eden herkes, oyunu aynı sahada oynamaya başlar; kavramlar, olguları önce adlandırır, sonra sınırlar, en sonunda da tartışmanın hedefini değiştirir. Dil böylece sadece ifade aracı değil, gerçekliği kuran bir iskelete dönüşür.
Bu iskeleti ayakta tutan bir başka kolon da gündem mühendisliğidir. Hangi haberin sabah konuşulacağı, akşam hangi başlığın sosyal medyada dolaşıma çıkacağı, kriz anlarında hangi “daha gürültülü” konunun ekrana sürüleceği neredeyse bir ritim duygusuyla işler. Dikkat, stratejik olarak bir noktadan diğerine çekilir; rahatsız edici sorular gündem şelalesinin altında boğulur.
Böyle anlarda ekran yorumculuğu, Orwell’ın “Düşünce Polisi”ni andıran bir vitrine dönüşür: Canlı yayında telefona düşen tek bir mesajla “şu anda bir bilgi geldi”, “kulis şöyle diyor”, “bana az önce ulaştı” cümleleri kurulur; kaynağı belirsiz bir not, milyonların gözü önünde “yeni gerçek”e terfi eder. Bu, yalnızca enformasyon akışı değil, gerçeklik ilanıdır.
∗∗∗
Sosyal medya tarafında da benzer bir hız ve anonimlik ekonomisi çalışır. Organize hesaplar, isimsiz ağlar ve “Ahmed Hamdi Çamlı’nın meşhur Yeliz örneği” gibi vakalar, metnin kimden çıktığından bağımsız biçimde mesajın tek bir doğrultuda ve eşzamanlı yayılabildiğini göstermiştir. Burada amaç, kanıt tartışması açmak değil, ritmi kurmaktır: aynı cümleler, aynı görseller ve aynı çerçeve, kısa süre içinde “zaten herkesin bildiği” genel geçer bir kanaate dönüşür. Bu sayede ekranın ön yüzündeki ilan ile ekranın arka planındaki örgütlenmiş dolaşım birbirini tamamlar ve Düşünce Polisi amacına ulaşır; bağımsız düşünce ihtimalini ortadan kaldırarak tek bir hakikatin mutlak kabulünü sağlar.
Tam bu noktada çiftdüşün devreye girer ve mekanizmayı görünmezden görünür kılar. Aynı anda iki zıt önermeyi doğru kabul edebilen bir zihin disiplini üretilir: dün “enflasyon yok” denilen yerde bugün “yüksek ama gücün işareti” denebilir; dün “Batı çöküyor” denirken bugün “rekor ticaret ve iş birliği” övülebilir; dün “milli irade kutsaldır” denirken bugün muhalefetin kazandığı sonuç “şaibeli” bulunabilir. Bu zıtlıkların birlikte yaşayabilmesi, yalnızca söylemin esnekliğiyle değil, yukarıda tarif edilen medya düzeni, dil mimarisi, gündem ritmi ve anlık “hakikat ilanı” enstrümanlarıyla mümkün olur.
∗∗∗
Son katmanda ise inşa edilmiş “kendi gerçeklik” dünyası görünür hale gelir. Sürekli güncellenen bir tehdit anlatısı, karizmatik ve “kurtarıcı” lider figürü ve muhalefeti etkisizleştiren alternatifsizlik duygusu, önceki adımlarda hazırlanmış zeminde yerini bulur. Böylece toplumsal algı, iktidarın çizdiği çerçevenin dışına taşmayan bir haritaya dönüşür; alternatif sesler bastırılmazsa bile marjinalleştirilir, duyulur ama belirleyici olamaz. Mekanizma bütünüyle çalıştığında, kontrol edilen şey hakikatin kendisi değil, hakikatin görünümüdür; görünen, giderek gerçeğin yerine geçer.
Orwell’ın 1984’ünde betimlenen “gerçeğin denetimi” ve “çiftdüşün” kavramları, yalnızca kurmaca bir distopya değil, günümüz siyasetini anlamak için de güçlü birer anahtar sunar. Türkiye’de AKP iktidarı, medya, söylem ve hafıza politikaları aracılığıyla kendi gerçekliğini kurmakta; çelişkili durumlarda ise çiftdüşün mekanizmasıyla toplumsal rızayı üretmektedir.
Bu tablo, demokratik toplumların en temel dayanağı olan eleştirel düşünce ve özgür tartışma ortamının neredeyse sona erdiğini, yeni bir “denetimli” konuşma döneminin yaşandığını gösteriyor.
*Tv Habercisi- İletişim Danışmanı