19 Eylül’de İçişleri Bakanlığı tarafından valiliklere, emniyet müdürlüklerine, jandarma genel komutanlığına gönderilen ‘Üniversitelerdeki Güvenlik Tedbirleri’ konulu genelge, yalnızca resmî bir belgeden ibaret olmayıp, siyasal iktidarın Türkiye’deki üniversite ortamı ve gençliğe dönük siyasal niyetinin adeta çıplak itirafıdır. Metnin bürokratik dili “güvenlik” ve “tedbir” sözcükleriyle bezeli; ancak satır aralarına bakıldığında çıkan sonuç apaçık: İktidar, üniversitelerde yükselen itiraz dalgasından, gençliğin örgütlenme kapasitesinden ve özgür düşünceden korkuyor. Genelgenin ilk cümlesinde geçen ‘karşıt görüşlü öğrenci grupları’ ifadesi ise siyasal iktidar karşıtlığını isim vermeden fişlemenin, devlet dilinde adeta kurnaz bir utanç maskesidir. Bu korkuyu “önleyici tedbirler” adı altında yeniden paketleyip valiliklere, emniyet müdürlüklerine, jandarma genel komutanlığına yollamak da, fiili bir susturma ve gözaltı hazırlığıdır.
Genelgenin satırları arasında dolaşan en tehlikeli fikir, “güvenlik” kılıfı altında demokratik hakların kriminalize edilmesidir. Öğrencinin barınma hakkını araması, kampüste erkek şiddetine, yoksulluğa, doğa talanına karşı ses yükseltmesi iktidarın tedirginliğini artırıyor. Son olarak Hacettepe Üniversitesi öğrencileri, KYK yurdunda sıcak su olmadığı için soğuk suyla duş almak zorunda kalan ve kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Kasım Bulgan için eylem düzenledi. Bu tür direnişler, gençliğin yalnızca hak talebiyle sınırlı kalmadığını, aynı zamanda yaşamın adalet ve eşitlik mücadelesine dönüştüğünü gösteriyor. O tedirginliğin doğal çıktısı da, akademik alanın baştan aşağıya denetim altına alınmak istenmesidir. Kampüsler; tartışma, çoğulculuk ve bilimsel eleştirinin merkezi olmaktan çıkarılıp “güvenlik bölgesi” ilan ediliyor.
GENÇLİKTEN KORKAN REJİMİN BELGESİ
Genelge, “istismar ve provokasyon” gibi geniş ve muğlak tanımlarla her türlü meşru muhalefeti terörize etme eğilimi gösteriyor. Protestolar, gösteriler, basın açıklamaları -kısacası gençlerin temel demokratik eylem biçimleri- “provokatif” addedilerek ciddi yaptırımlara muhatap bırakılabilecek. Bu, hukukun yerini keyfiliğin aldığı, disiplin cezalarının ve polisin takdirinin her şeyi belirlediği bir çizgiye doğru atılmış bir adımdır. Öğrencilerin demokratik haklarının kısıtlanması, sadece bireysel hak ihlali değildir; aynı zamanda toplumsal yaşamın geleceğini inşa edecek kuşağın özgür düşünceden koparılmasıdır.
Kuşkusuz siyasal iktidarın üniversiteleri polisleştirme süreci yeni değil; fakat bu genelgeyle daha da hız kazanacağı açıkça ortadadır. Rektörlüklerin iktidara biat eden birer aparat haline gelmesi, kampüse zırhlı araçların, güvenlik bariyerlerinin, özel güvenlik sayısının artması, kulüp toplantıları için dağıtılan duyuruların toplatılması ve öğrenci disiplin yönetmeliklerinin sertleşmesi uzun zamandır yaşamın içindeydi. Bu dönüştürme, yalnızca fiziksel bir denetim değil; aynı zamanda akademik özgürlüğün, öğretim elemanlarının bağımsız düşüncesinin ve öğrencilerin ifade hakkının sistematik erozyonudur. Üniversitenin ruhu, yani özgür düşünme serbestisi, bu baskı altında son bir hızla yok edilmeye çalışılıyor.
Gençlik, toplumsal değişimlerin motorudur; barınma, eğitim, istihdam ve özgürlük talepleri etrafında hızla kenetlenebilirler. Son yıllarda gençlerin sokaktaki varoluşu, örgütlenme becerisi ve dayanışma pratikleri, iktidarın bekasını tehdit edecek nitelikte bir potansiyel taşıyor. Bu nedenle, gençliği “ötekileştirip” kriminalize etmek iktidarın stratejisinin merkezine yerleşti. Ancak toplumu dönüştürebilecek enerjiyi baskıyla susturmaya çalışmak uzun vadede asla işe yaramayan bir siyasetin işaretidir. Kaldı ki, baskılar yeni direnişler doğurur. Tarih; gençlik hareketlerinin bastırılmasının örgütlenmeyi bitirmediğini, aksine samimi sokak deneyimlerini ve kolektif hafızayı güçlendirdiğini göstermektedir. Üniversitede yaşanan kısıtlamalar, gençlerde daha da derin bir politik bilinçlenmeyi ve direnişi ortaya çıkaracaktır. Bu yüzden iktidarın hesabı tersine dönecektir. Çünkü kuşatma altındaki her kampüs, daha güçlü bir dayanışmanın tohumlarını taşır.
Sonuç olarak, İçişleri Bakanlığı’nın genelgesi, gençlikten korkan bir rejimin panik halinde aldığı bir dizi önlem olarak okunmalıdır. Bu önlemler hukuka, özgürlüğe ve seküler yaşamın temel ilkelerine aykırıdır. Üniversiteler kışla değil; özgürlüğün, eleştirinin ve çoğulculuğun barınacağı yerlerdir. Gençlikten korkanlar bilmelidir ki; baskıyla susturulmaya çalışılan sesler, yarın özgürlük için yeniden yükselecek seslerdir. Ve o sesler, özgürlüğe, laikliğe ve demokratik yaşama olan inançlarını hiç olmadığı kadar yüksek tutuyor.