Son haftalarda adını sıkça duyduğumuz, Trump’ın her şeye olduğu gibi bizim madenlerimize de göz koymaya niyetli olduğu bir tabir “nadir elementler”. Modern dünyanın görünmeyen kahramanları artık ne altın ne de petrol; “nadir toprak elementleri”dir. Akıllı telefonunuzun ekranında, elektrikli aracınızın motorunda, rüzgâr türbininin mıknatısında, kullandığınız bilgisayarın içindeki entegre devrelerinde, GPS devrelerinde hatta savaş uçaklarının radarında… Hepsinde bu elementlerin izine rastlanır. Yani bu elementler yalnızca laboratuvarların değil, uygarlığın kendisinin malzemesidir.
NASIL KEŞFEDİLDİLER?
Hikâye 18. yüzyılın sonunda, İsveç’in küçük Ytterby köyünde başlar (evet, okuması zor). 1787’de bir teğmen olan Carl Axel Arrhenius, köy yakınlarında garip, ağır bir taş buldu. Taş daha sonra “ytterbit” adıyla anılacak ve içinden biri “itriyum” olmak üzere bir dizi yeni element ayrıştırılacaktı. Bu keşif, periyodik tablonun en gizemli ailesinin kapısını açtı. 19. yüzyıl boyunca Avrupa’daki kimyagerler bu taşın türevlerinden gadolinyum, terbiyum, erbiyum gibi yeni elementler çıkardılar. Fakat bunları ayırmak o kadar zordu ki, kimyagerler yıllarca birbirlerinin bulgularını doğrulayamadan uğraştılar. Bu yüzden nadir elementler bilimin en sabırlı arayışlarından birine dönüştü.
NEDEN ‘NADİR’?
Aslında doğada az bulunmazlar; demir veya bakırdan çok daha fazla bile olabilirler. Ancak tek başlarına, zengin cevher yatakları hâlinde değil, birbirine karışmış ve düşük yoğunluklu şekilde bulunurlar. Bu da onları çıkarmayı ekonomik olarak güçleştirir. “Nadir” sözcüğü, bolluğa değil, erişim zorluğuna gönderme yapar. Kısacası sorun elementin miktarı değil, onları birbirinden ayırmanın zahmetidir.
KULLANIM ALANLARI
Neodimyum güçlü mıknatısların, praseodim camların, seryum katalitik konvertörlerin, itriyum süper iletkenlerin, lantanyum ise kamera merceklerinin vazgeçilmez bileşenidir. Güneş panelleri, rüzgâr türbinleri, elektrikli araçlar, füze güdüm sistemleri, MR cihazları, hatta LED ekranlar… Hepsi birer nadir element hikâyesi taşır. Günümüzün “temiz enerji devrimi” bu metallere gizliden gizliye bağımlıdır.
DEVLETLER İÇİN ÖNEMİ
Bu bağımlılık, nadir elementleri jeopolitik bir koz hâline getiriyor. 20. yüzyılın ikinci yarısında ABD, Kaliforniya’daki Mountain Pass madeninden uzun süre dünya üretiminin büyük kısmını karşıladı. Ancak çevresel kısıtlamalar ve düşük maliyetli Çin üretimi nedeniyle 1990’lardan itibaren sahadan çekildi. Bugün Çin küresel üretimin yaklaşık %70’ini elinde tutuyor. 2010’da Japonya ile yaşanan diplomatik kriz sırasında Çin’in ihracatı kısmen durdurması, dünyaya bu metalleri kontrol edenin geleceği kontrol edeceğini gösterdi.
DÜNYADA REKABET
Çin dışında Avustralya, ABD, Kanada ve Myanmar üretim alanında öne çıkıyor. Afrika’da Tanzanya ve Güney Afrika yeni sahalarla dikkat çekiyor. Ancak sadece rezervin büyüklüğü değil, işleme teknolojisi ve çevresel sürdürülebilirlik politikaları da önem taşıyor. Çünkü bu metaller “yeşil teknolojilerin” hammaddesi olsa da çıkarım süreçleri oldukça kirli; asit banyoları, radyoaktif yan ürünler ve yüksek enerji tüketimi ciddi sorunlar yaratıyor.
TÜRKİYE’NİN ROLÜ
Son yıllarda Türkiye de bu alanda dikkat çekici bir aktör hâline geldi. Eskişehir’in Beylikova ilçesinde 2022’de keşfedilen dev nadir toprak elementi yatağı, dünyanın ikinci büyük rezervi olarak değerlendiriliyor. Sahada 10’dan fazla elementin bulunduğu ve özellikle seryum, lantan ve neodimyum açısından zengin olduğu biliniyor. Ayrıca Kütahya, Manisa, Malatya ve Sivas çevresinde de umut vadeden yataklar mevcut. Türkiye’nin hedefi yalnızca hammadde çıkarmak değil; ayrıştırma ve rafinasyon teknolojisini de yerli olarak geliştirmek. Bu, ülkeyi sadece maden ihracatçısı değil, stratejik tedarikçi konumuna taşıyabilir. Maden sahalarımızın neden yabancı firmalara peşkeş çekildiği buradan da anlaşılacaktır sanırım.
YENİ ÇAĞIN JEOPOLİTİĞİ
Nadir elementler, görünmez bir enerji diplomasisinin merkezinde. ABD ve Avrupa Birliği kendi tedarik zincirlerini güvence altına almak için Afrika ve Latin Amerika’da yeni ortaklıklar kurarken, Çin bu bölgelerde yatırımlarını artırıyor. Bu da “maden diplomasisi” adı verilen yeni bir güç oyununu doğuruyor. Artık savaşlar değil, tedarik zincirleri üzerinden yürüyen bir rekabet var. Her ülke geleceğin bataryasını, mıknatısını ve mikroçipini kimin üreteceğini belirlemeye çalışıyor.
VESSELAM
Nadir elementlerin öyküsü, taş ocaklarından uzay teknolojisine uzanan iki yüz yıllık bir serüven. Ytterby’deki küçük bir kayanın kimyagerleri büyülemesiyle başlayan bu hikâye, bugün küresel güç dengesini şekillendiriyor. Her mıknatıs, her ekran, her pil bu sessiz elementlerin bir yankısı. Türkiye’nin bu alanda yükselişi, sadece ekonomik değil, stratejik bir dönüm noktası olabilir. Çünkü 21. yüzyılın üstünlüğü artık yalnızca enerjiyle değil, enerjinin içinde gizlenen elementlerle ölçülüyor. Umalım ki bu doğa katliamlarının bitirip, temiz bir şekilde bu rezervlere kendi kaynaklarımızla ulaşabilecek güce erişelim. İyi haftalar.