Fillerin tepişmesi; 21’inci yüzyılın güç mimarisi

Yaren ÇOLAK

İsrail-Hamas çatışması, yalnızca Ortadoğu’daki kanlı döngünün değil, aynı zamanda küresel güç rekabetinin de bir yansıması. Gazze’deki her patlama, Washington ve Moskova arasında süregelen jeopolitik hesaplaşmanın yankısı gibi. ABD ve Rusya farklı araçlar ve stratejilerle bölgedeki nüfuzlarını koruma mücadelesi veriyor. Bu savaş, yalnızca Kudüs ya da Gazze’nin kaderiyle değil, 21’inci yüzyılın güç mimarisiyle ilgili.

TARİHSEL HESAPLAR

1950’lerden itibaren Sovyetler Birliği, Ortadoğu’yu ABD’ye karşı bir ‘stratejik cephe’ olarak görüyordu. O dönem Mısır lideri Cemal Abdülnasır, Sovyet silahlarıyla Süveyş Krizi’nde İngiltere ve Fransa’ya karşı dururken Moskova bölgeye ilk büyük nüfuz hamlesini yaptı. Suriye ve Irak gibi ülkelerle imzalanan dostluk anlaşmaları, 1960’larda Sovyet etkisini Arap dünyasında zirveye taşıdı. Buna karşın İsrail ABD’nin askeri ve ekonomik desteğiyle hızla Batı’nın ileri karakolu haline geldi.

1973 Yom Kippur Savaşı sırasında Moskova, Mısır ve Suriye’ye doğrudan askeri yardım sağladı. ABD ise İsrail’e hava köprüsü kurarak yanıt verdi. Bu iki süper gücün doğrudan karşı karşıya gelmesi Ortadoğu’yu Soğuk Savaş’ın sıcak cephesine dönüştürdü. Ancak 1978 Camp David Anlaşması’yla Mısır’ın ABD’ye yönelmesi, Sovyet nüfuzuna ağır bir darbe indirdi. 1980’lerin sonunda Afganistan’daki başarısız müdahalenin ve ekonomik krizin de etkisiyle Sovyetler Birliği Ortadoğu’daki etkisini kaybetti.

ABD TEKELLEŞMESİ

1991’de Sovyetler dağıldığında, Washington bölgede mutlak hâkimiyet kurdu. Körfez Savaşı, ABD’nin hem askeri hem diplomatik üstünlüğünü pekiştirdi. Aynı dönemde Rusya ekonomik krizlerle boğuşuyor, Boris Yeltsin yönetimi Batı’ya yakın bir dış politika izliyordu. Moskova, 1990’lar boyunca Filistin meselesinde pasif bir gözlemciye dönüştü. Bu dönemde Washington, Oslo Anlaşmaları ve ‘Yol Haritası’ süreçleriyle Ortadoğu diplomasisini tekeline aldı.

SAHNEYE DÖNÜŞ

Putin’in 2000’de iktidara gelişiyle Rusya, ‘büyük güç’ statüsünü yeniden inşa etme hedefini benimsedi. Enerji fiyatlarının yükselmesiyle ekonomik gücünü toparlayan Kremlin, Ortadoğu’ya dönüş stratejisini adım adım uyguladı. 2006 Lübnan Savaşı’nda Moskova, hem İsrail hem de Hizbullah’la temasta kalarak ‘dengeleyici aktör’ imajını güçlendirdi.

Ancak esas dönüm noktası 2015 oldu. Suriye iç savaşının seyrini değiştiren Rus askeri müdahalesi, Moskova’ya Doğu Akdeniz’de kalıcı bir askeri üs (Tartus) kazandırdı. Aynı zamanda Putin yönetimi, İran ve Türkiye ile Astana sürecini başlatarak ABD’nin ‘rejim değişikliği’ politikasına alternatif bir diplomatik eksen kurdu. Bu dönem, Rusya’nın Ortadoğu’da 1970’lerden beri ilk kez yeniden bir güç merkezi haline geldiği yıllardı.

GERÇEKLİK PERDESİ

2020’lere girilirken Rusya, kendini ‘çok kutuplu düzenin kurucu gücü’ olarak tanımlıyordu. Çin’le ortak tatbikatlar yapıyor, İran’la savunma işbirliğini genişletiyor, İsrail’le de enerji ve ticaret kanallarını açık tutuyordu. Ancak 2022’de Ukrayna’nın işgali bu stratejiyi kökten sarstı.

Savaş, Rusya’nın diplomatik kaynaklarını Avrupa cephesine yöneltti; ekonomik yaptırımlar Moskova’nın Ortadoğu’daki hareket alanını daralttı. Aynı yıl ABD, Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını artırdı, Katar ve BAE ile enerji ortaklıklarını derinleştirdi. Washington, İsrail’e 14 milyar doları aşan askeri yardım yaparken, Moskova Ukrayna’daki cephelerde kayıplar veriyor, diplomatik olarak giderek izole oluyordu.

Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırı ve ardından başlayan Gazze operasyonları, Moskova için yeni bir fırsat gibi görünse de Kremlin bu kez sahnede pasif bir izleyiciye dönüştü. Putin yönetimi, ‘itidal çağrısı’ ile tarafsızlık vurgusu yaparken uluslararası kamuoyunda etkili olamadı. Rusya, bir zamanlar ABD’nin yaptığı gibi arabuluculuk rolüne soyunmak istese de artık güvenilir bir aktör olarak görülmüyordu.

STRATEJİK ÇÖKÜŞ

2024 boyunca ABD, Körfez ülkeleriyle ilişkilerini stratejik ortaklık düzeyine çıkardı. Suudi Arabistan ve BAE, Amerikan yapımı hava savunma sistemleri satın aldı; Katar’da yeni bir ABD hava üssü kuruldu. Aynı yıl Rusya’nın bölgedeki enerji yatırımları yüzde 40 azaldı, Suriye’deki askeri varlığı kısıtlandı.

2025 başında Suriye’de Esad rejiminin çökmesi, Moskova’nın bölgedeki son güçlü kozunu da ortadan kaldırdı. Esad sonrası kurulan geçici hükümet, Washington ve Kahire tarafından tanınırken, Rusya süreç dışında kaldı. Kremlin için bu yalnızca diplomatik bir kayıp değil, aynı zamanda Soğuk Savaş’tan beri inşa ettiği Ortadoğu denkleminde stratejik bir çöküştü.

MASADA YER BULAMADI

13 Ekim 2025’te Mısır’ın Şarm eş-Şeyh kentinde toplanan Gazze Barış Zirvesi, bölge tarihine damga vurdu. ABD’nin öncülüğünde imzalanan “Şarm el-Şeyh Anlaşması” ile 20’den fazla ülke, kalıcı ateşkesi ve iki devletli çözümün ikinci aşamasını onayladı. Zirvede konuşan Trump, “Ortadoğu’da imkânsız denilen barışı inşa ettik” derken Rusya’nın adı dahi geçmedi. Bir zamanlar ‘dengeleyici güç’ olarak görülen Moskova, artık masada yoktu. Bu yokluk, Rusya’nın yalnızca diplomatik değil, jeopolitik olarak da bölgedeki etkisini kaybettiğinin göstergesiydi. Kremlin yanlısı medyada bile bu durumun itiraf edildiği görüldü. Muhalif medya ise süreci en ağır dille eleştirdi. 

Meduza gazetesinde yayımlanan röportajda Siyaset Bilimci Olga Karpova, “Rusya’nın Ortadoğu’daki duruşu, özellikle ABD’nin liderlik ettiği arabuluculuk girişimlerinde nasıl dışlandığını anlamamızı sağlıyor. Kremlin’in tutumu net: barıştan çok jeopolitik çıkar peşinde koşmak. Bu, hem ülkenin itibarını zedeliyor hem de halkta ciddi bir güvensizlik yaratıyor” dedi. Gazeteci Dmitri Kulikov da The Bell’de kaleme aldığı yazısında benzer vurgular yaparak “Rusya’nın arabuluculuk masasından dışlanması, Moskova’nın dış politikasındaki büyük stratejik hatalara işaret ediyor. İsrail-Hamas çatışması üzerinden bölgede sağladığı manevra alanını kaybetmek, Kremlin’in diplomatik yalnızlığını gösteriyor” ifadelerini kullandı. Meduza’da yayımlanan bir başka köşe yazısında Aleksandır Baunov, bundan böyle bölgede yaşanacak gelişmelerin ‘Trump senaryosu’ etrafında devam edeceği vurgusu yaptı. Moskova’nın Ortadoğu’da gücünün zayıfladığının altını çizen Baunov, “İsrail-Hamas arasındaki çatışmanın kaybedeni Rusya” yorumunu yaptı. 

SEYİRCİ KOLTUĞU PUTİN’İN

Rusya, 2010’larda ‘Ortadoğu’da geri dönen güç’ olarak anılıyordu. 2025’e gelindiğinde ise ‘dışlanan güç’ konumuna geriledi. Ukrayna’daki uzun savaş, ekonomik kaynakların tükenmesi, iç politik baskılar ve Batı ile kopuş; Moskova’yı tarihsel olarak en çok etki kurduğu coğrafyalardan biri olan Ortadoğu’dan çekilmeye zorladı.

Bugün Gazze’de barış görüşmelerine ABD liderlik ediyor, Çin ekonomik arabulucu rolüne hazırlanıyor, Avrupa yeniden diplomatik aktör olma çabasında. Rusya ise bir zamanlar şekillendirmeye çalıştığı bu oyunun seyircisi. Ortadoğu hâlâ ‘fillerin rekabet ettiği’ bir arena. Ancak Rusya, arenanın kenarındaki ‘izleyici’ gibi duruyor.