Festival salonunun karanlığında izlediğim Put Your Soul on Your Hand and Walk (Yüreğini Eline Al ve Yürü) beni derinden sarstı. Altın Koza’nın onlarca filmi arasında bu belgeselin ayrıksı bir yerde durduğunu söylemek abartı değil. Çünkü bu film, yalnızca bir gösterim değil; bir tanıklık, bir yas ve bir çağrı niteliğindeydi. Fatima Hassouna’nın vasiyetiydi.
CANNES’IN KIRMIZISI İLE GAZZE’NİN ENKAZI
Fatima Hassouna, dâhil olduğu belgeselin Cannes Film Festivali’ne kabul edildiği 15 Nisan 2025’ten bir gün sonra, 16 Nisan 2025’te, Gazze’nin El-Tuffah bölgesinde gerçekleşen bir İsrail hava saldırısında yaşamını yitirdi. Bu trajik olayda Hassouna ve ailesi hayatını kaybetti. Olay, sadece Cannes’da değil, uluslararası film çevrelerinde de büyük yankı uyandırdı. Festival, Hassouna’nın kaybını kınayan ve bölgedeki şiddeti protesto eden nadir açıklamalardan birini yaptı. Açılışta, 350’den fazla yönetmen, oyuncu ve yapımcı, Hassouna’nın öldürülmesini protesto eden bir açık mektubu imzaladı. Yönetmen Sepideh Farsi ise filmin gösterimi öncesinde Hassouna’nın kaybını derin bir üzüntüyle dile getirdi ve onun “hâlâ bizimle olduğunu” vurguladı. Cannes’ın kırmızı halısı ile Gazze’nin enkazı arasındaki uçurum, insanlık adına dayanılmaz bir ironiye dönüştü. Fatima, kendi hikâyesini anlatmak için o kırmızı halıda yürüme hakkından sonsuza dek mahrum bırakıldı. Bana kalırsa, 32. Altın Koza Film Festivali’nin belki en iyi değil, ama en önemli filmi buydu. Bu nedenle yazacaklarım artık bir eleştiriden öte, bir vasiyetin okunması niteliğinde.
FATİMA HASSOUNA’NIN VARLIĞI ARTIK YOK
Geleneksel kural, bir filmin sonunu açıklamamak olsa da, bu belgesel yönetmen tarafından Adana seyircisine bir video notuyla açılıyor; böylece Fatima’nın trajik sonunu baştan bilmek, filmi izlerken deneyimi derinleştiriyor. Film, neredeyse tamamen yönetmen Sepideh Farsi ile Fatima arasında, yaklaşık bir yıl süren kesintili video görüşmelerinden oluşuyor. Bu görüşmelere Fatima’nın Gazze’deki gündelik hayatını yansıtan güçlü fotoğrafları ve Farsi’nin kaydettiği haber yayınları eşlik ediyor. Fatima, her zaman gülümseyen, kahkahalar atan ve bastırılamaz bir iyimserlikle betimleniyor; profesyonel bir fotoğrafçı olma arzusu ve yeteneği öne çıkıyor. Beni en çok etkileyen sahnelerden biri, Fatima’nın yönetmen Farsi’ye duyduğu minnettarlığı ifade ettiği andı: “Beni dinlemen yeterli. Burada olmaktan ve yanımda olduğun için çok mutluyum,” diyordu. Bu sözler, film boyunca onun gülümsemesiyle birleşerek tuhaf ama güçlü bir direniş biçimi oluşturuyor. Fatima’nın yaşadığı yoksunluklar, kesintili görüntüler ve donmalar, filmin kusurlarını anlamlı hâle getiriyor. Gazze’deki hayatın kesintili gerçekliği belgeselin biçimine sinmiş durumda; izleyici, bu boşlukları tamamlamak zorunda kalarak aktif bir tanıklığa dönüşüyor. Filmin en çarpıcı anı, Fatima’nın Cannes’a kabul edildiğini öğrendiği sahne. Coşkuyla oraya gitmek istediğini söylerken, Gazze’nin yok olmasına rağmen hâlâ orayı kendi evi olarak gördüğünü ve dönmek istediğini vurguluyor. Bu neşeli konuşma, pasaport gibi sıradan ayrıntılarla sona eriyor ve “yakında tekrar konuşuruz” gibi artık yerine getirilemeyecek bir sözle bitiyor. Ekran kararırken, Fatima’nın kaderi duygusal bir müzik ya da ucuz bir ironiye başvurulmadan, sade ve olgusal altyazılarla aktarılıyor. Bu sadelik, izleyicide büyük bir boşluk ve kaybın ağırlığını bırakıyor; Fatima’nın varlığı artık yok, ama etkisi sonsuz.
ÖZGÜR FİLİSTİN
Fatima’nın sözleri ve fotoğrafları, bireysel bir hikâyeyi kolektif bir acıya dönüştürüyor. “Her dışarı çıktığında ruhunu eline alıp yürürsün” diyor Fatima ve bu ifade, filmin hem ismine hem de ruhuna dokunan bir ilmek oluşturuyor. Gazze’de yaşamak, her an ölümle el ele yürümek demek. Ağustos 2024’te Instagram’da yazdığı bir başka söz ise onun ölümsüz arzularını yansıtıyor: “Ölürsem, ses getiren bir ölüm istiyorum… Ne zamanın ne de mekânın gömebileceği ölümsüz imgeler istiyorum.” Fatima’nın ölümü sessiz bir haber olmadı; hikâyesi dünyada yankılandı. Film, bir belgesel olmanın ötesine geçerek Fatima Hassouna’nın görsel vasiyetnamesine dönüştü. Yönetmen Sepideh Farsi’nin yaşam ile ölüm arasında kurduğu bu köprü, salon çıkışında da izleyiciyle birlikte devam ediyor. Fatima’nın son gülüşü ve ruhunu eline alıp yürüdüğü o yolculuk, izleyicide derin bir yankı bırakıyor. Bizler de özgür bir Filistin talebiyle, belki de onun en güçlü vasiyetine tanıklık ediyoruz.