Sonunda Erdoğan aylardır beklediği randevuyu kopardı ve 25 Eylül’de Beyaz Saray’da Trump tarafından kabul edilecek. Geçtiğimiz günlerde Trump ailesinin veliahtı mahdum Trump’ın İstanbul’da ağırlandığı da Özgür Özel tarafından açıklandı. 25 Eylül zirvesinde 250 Boeing uçağının satın alımı ile F-16 ve F-35’ler konusunun da masada olacağı bilgisi basına yansıdı.
Aslında tüm bunlar Donald Trump’ın ticaret görüşmelerinde bütün ülkelere uyguladığı tarifeden Türkiye’ye düşen bedel. Format şöyle: Önce oğul Trump babasıyla yakında masaya oturacak ülkeye gidiyor, ailenin yatırımları, oteller, golf sahaları, kripto paralara akıtılacak fonlar vb. konularda pazarlıkları sürdürüyor. Devletten devlete asıl görüşmelerin arifesinde bizzat kendi sülalelerini zenginleştirecek ticari sözleşmelere ilişkin tavizler koparıyor. Böylelikle ilgili hükümet başkanının Trump’ın karşısına olumlu bir imajla çıkmasının taşlarını döşüyor.
Hatırlanırsa Trump ikinci döneminin ilk yurtdışı gezisini Mayıs 2025’te Körfez monarşileri Suudi Arabistan, BAE ve Katar’a yapmıştı. Gezinin jeopolitik bir gündemi olmadığı vurgulanarak, söz konusu ülkelerin Gazze’de din kardeşlerine karşı sürdürülen soykırımı gündeme bile getirmeyecekleri anlaşılmıştı.
Geziye o zamanlar Trump’la aralarından su sızmayan Elon Musk başta gelmek üzere, dolar milyarderi kimi patronlar da katılmıştı. Ön hazırlık olarak bir önceki hafta Trump Jr. Ailenin emlak ve kripto para girişimleri için BAE ve Katar’ı ziyaret etmişti. Ardından Dubai’de süper lüks bir otel ve kule, Doha’da ise bir golf sahası yatırım için anlaşmaya varıldığı açıklanmıştı.
Zaten Trump’ı önceki başkanlardan ayıran başlıca noktanın, hiç gizlemeye gerek duymaksızın makamını ve ABD’nin gücünü kendi zenginleşmesi için seferber etmesi olduğunu biliyoruz.
Sözü edilen gezide Suudi Veliahtı Muhammed bin Salman dört yılda ABD’ye 600 milyar dolar yatırım taahhüdünde bulunurken BAE 10 yılda 1,4 trilyon dolar yatırım sözü vermişti.
BOEING SATIŞLARI TİCARET GÖRÜŞMELERİNİN DEMİRBAŞI
Körfez gezisinde büyük montanlı silah ve uçak alımlarını içeren anlaşmalar da bağıtlanmıştı. Katar’ın 210 adet Boeing uçağı sipariş verdiği bilinirken Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE’nin de çok sayıda uçak alımını planladıkları açıklanmıştı.
Geçtiğimiz aylarda Güney Kore Cumhurbaşkanı Jae Myung’un Washington ziyaretinde de Kore Havayolları’nın 3,.2 milyar dolara 103 Boeing uçağı alacağı duyurulmuş, GE Aerospace şirketine de 13,7 milyar dolarlık bir siparişte bulunulmuştu. ABD’nin ikili ticaret anlaşmalarının hemen hepsinde pakete bir Boeing uçak alımı eklenmesi dikkat çekiyor. Bu kasamda Japonya 100, Endonezya 50 jet uçağı ısmarlarken Malezya, Kamboçya’nın da benzer uçak alımları planladığı açıklanmıştı. Birleşik Krallık da 10 milyar dolarlık Boeing siparişi vermekten geri durmamıştı.
Peki Trump’ın ticaret pazarlıklarında hep bir Boeing satın alma boyutu bulunmasının hikmeti ne? Öncelikle 50 ABD uçağı, 100 ABD uçağı sattık haberleri kamuoyunda olumlu etki yaratıyor. Boeing binlerce istihdam sağlayan, yan sanayilerle birlikte istihdama hatırı sayılır katkıda bulunan bir marka. Zaten küresel uçak piyasası ABD’nin Boeing ve AB’nin Airbus şirketleri tarafından domine ediliyor. Alıcı ülkelerin iç kamuoyunda otomotiv, çelik, Japonya özelinde pirinç gibi bu yüzden yerli üretiminin baltalanacağı yolunda bir tartışma da yaratmıyor. Teslimatın ve ödemelerin uzun yıllara yayılacak olması da alıcı ülkeler açısından ilk anda büyük bir nakit çıkışı gerektirmediği için, dev siparişler bile göz korkutmuyor.
ERDOĞAN’IN DERİN OTORİTERLEŞME BİRİKİMİ
Gelgelelim, Trump ile Erdoğan arasındaki görüşmelerin sadece ticari konularla sınırlı kalması beklenmemeli. Öteden beri Trump’ın Erdoğan ve Putin gibi otoriter liderlerle kimyasının uyuştuğu, onların icraatlarını kendi baskı rejimini oturtabilmek için yakından izlediği biliniyor. Büyük olasılıkla Erdoğan’dan, medyayı nasıl baskı altına alıyorsun, muhalifleri Cumhurbaşkanına hakaretten hangi gerekçelerle içeri tıktırıyorsun, bağımsız yargıyı nasıl etkisizleştirip kendine bağladın, ülkede gösteri ve yürüyüşleri engellemek için ne çareler ürettin gibi konularda brifing alacaktır. Kendisinden daha deneyimli, duayen bir otoriter başkanın pek değerli fikirlerine başvuracaktır.
Ülkemizde yaşanan sürece zaten bizzat tanık oluyorsunuz, bunları tekrarlamanın bir gereği yok. İsterseniz bu noktada ABD’de son günlerde yaşanan benzer ortama bir göz atalım, Türkiye’deki canlı gözlemlerimizle karşılaştıralım.
ABD’DE YENİ MCCARTHYCİLİK
Aşırı sağcı, Trump militanı Charlie Kirk’ün bir suikasta kurban gitmesini bahane ederek, Trump yönetiminin muhaliflere yönelik saldırganlığı vites artırdı. Başkan yardımcısı Vance, “şiddeti azdıran, teşvik eden sivil toplum ağlarının peşine düşeceğiz” dedi. Ardından Trump, “bir terör örgütü olan Anti-Fa’yı yasaklayacağız” açıklamasını yaptı. Halbuki Anti-Fa, anti-faşistin kısaltması ve faşizm karşısında tepki veren bir anlayışı, ırkçı hezeyanlara karşı protestoları temsil ediyor. Merkezi bir yapısı, resmi bir örgütlenmesi, sabit bir adresi bulunmuyor.
Hafta sonunda İngiliz ekonomi gazetesi Financial Times, “Amerika yeni bir Mc Carthyci çağa mı giriyor?” sorusu eşliğinde, dolaşıma giren komplocu tezlere tepkisini dile getirdi. Trump, olağan şüpheli George Soros’u tüm solcuları finansa etmekle suçluyor. Bilindiği Mc Carthy 50’li yıllarda “kızıl tehlike” iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Bu dalgada Hollywood’da komünist olduğu öne sürülen senaryo yazarları ve aktörler kara listeye alınmış, Rosenbergler Rus casusu oldukları suçlamasıyla idam edilmişti. Financial Times, “Mc Carthy sonunda Wisconsinli bir senatördü. Halbuki bu kez mesnetsiz iddiaları ortaya atan bir ABD başkanı” diyerek endişesini ortaya koyuyor.
Trump’ın hedef tahtasına koydukları sadece solcular değil; göçmenler, liberal kuruluşlar, medya, trans topluluğun üyeleri, DEİ diye kısaltılan tüm çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık programları. Bu kapsamda hasım görülenler, Amerikan aşırı sağı tarafından “woke” yaftası vurularak adeta lanetleniyor.
Bilindiği gibi Trump’ın bir vasfı da her şeyi paraya indirgemesi, dolar yeşilinden başka bir değer tanımaması. Meşrebine uymayanlara ayrımsız para cezası kesmek için kendinde hak görmesi. Önce aslında sağ eğilimli ama konulan yüksek gümrük vergilerini neoliberalizme aykırı bularak eleştiren Wall Street Journal gazetesine 10 milyar dolarlık bir davası açtı. Sonra liberal, yani Amerikan jargonunda solcu kabul edilen New York Times için bu bedeli 15 milyar dolara kadar yükseltti.
Zaten baştan beri İsrail’in Gazze’deki soykırımına yönelik protestolara sahne olan ABD’nin en seçkin üniversitelerine anti-semitik suçlamasıyla ceza kesiyor. Columbia, Brown gibi üniversiteler korkudan bu cezaları ödemek zorunda kaldılar. Aynı iddiayla Kaliforniya Üniversitesi’nin 300 milyon dolar tıp ve bilim araştırması tahsisatı kesildi, sonra bir de 1 milyar dolar ceza talep edildi. Bu Harvard’dan istenen 500 milyon doların bile iki katı ağır bir faturaya denk geliyor.
Eylül başında 60’ların öğrenci hareketinin doğduğu merkezlerden Kaliforniya Üniversitesi’nden 160 akademisyen hakkında anti-semitizm suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Bunlar arasında ünlü felsefe profesörü, kendisi de Yahudi kökenli Judith Butler da bulunuyor.
Özetle, daha evvel de altını çizdiğimiz gibi, ABD hızla “büyük Türkiye” olma yolunda ilerliyor. Trump’ın 22 yılda yeni bir rejim kurma, Cumhuriyet’in kurumlarını çökertme yolunda büyük mesafe kat eden Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ustalık döneminden” öğreneceği çok hüner bulunuyor.