Suriye’de değişen güç dengeleri, ABD’nin Türkiye’yi de içine alan bölgesel planı ve bunun doğal sonucu olarak Kürt meselesindeki çizgi değişikliği, iç siyasette dengeleri etkiledi. AKP–MHP blokunun yaklaşık 10 yıldır devam eden Kürt sorunundaki şahin tutumu bir anda yerini diyaloğa bıraktı. Çözüm süreciyle birlikte Öcalan’ın iktidar tarafından muhatap kabul edilmesi, DEM’i de içine alan daha geniş bir ittifakı yeniden gündeme taşıdı. Erdoğan bunu “AKP–MHP ve DEM olarak bu işi sonuna kadar götürmeye kararlıyız” diyerek ifade etti.
Ancak bu gelişmelere ve İmralı–iktidar cenahından gelen açıklamalara bakıp DEM’i iktidar blokuna yazmak son derece yanlış bir değerlendirme olur. Şu anki temas, bir ittifaktan çok geçici ve kırılgan bir ilişkiye işaret ediyor.
ŞİMDİ DAHA KARMAŞIK
Kürt sorunu bu kez, Suriye sahasıyla Türkiye’deki iç iktidar hesaplarının birbirine sıkı düğümlerle bağlandığı bir dönemde tartışılıyor. Suriye’de Esad’ın devrilmesi ve Rusya’nın etkisinin azalmasıyla ABD ve İsrail bölgenin hâkimi oldu. Kürtlerin de içinde yer aldığı yeni bir Ortadoğu tarifi yapıldı ve Türkiye’ye bu doğrultuda bir rol verildi. Erdoğan, bu projeye hem bölgesel genişleme imkânı hem de bu ittifakın içeride iktidarını güçlendirme potansiyeli nedeniyle “evet” dedi. Bahçeli, güvenlik politikalarını merkeze alarak destek verdi. Öcalan da bu konuda ciddi katkı sunacağını beyan etti.
ABD–İsrail politikası, Suriye’de oluşan denklemi ve bölgesel gelişmeleri Ankara açısından zorlayıcı hâle getirdi.
Kürt siyasal hareketi ise, başta Suriye’de yaşananlar olmak üzere gelişmeleri pozitif değerlendirdi ve kendisine yeni bir alan açıldığını düşündü.
Özetle ABD siyasetinin bölgede egemen hâle gelmesiyle; Erdoğan iktidarının devamı, Bahçeli’nin güvenlik politikalarının ve rejimin tahkim edilmesi, DEM’in ise yeni sürecin kurucu aktörleri arasına girme olanağı nedeniyle bugün aynı çizginin arkasında konumlanmış durumdalar.
Bu çizgi gücünü Suriye’den alıyor. Sahanın dayattığı bölgesel işbirlikleriyle ilerliyor.
Türkiye’ye geldiğinde ise iktidar blokunun ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlı tutuluyor.
SIKIŞMIŞLIKTAN İKTİDAR ÇIKAR MI?
Devlet Bahçeli’nin ısrarlı söylemi, Erdoğan’ın sürecin arkasında durması ve Öcalan’ın kendi topluluğu başta olmak üzere Kürt siyasetine bugüne kadar destek verenleri ikna çabası, süreci başarıya götürmeye yetmiyor. AKP, Ortadoğu’da 15 yıldır izlediği siyaset çizgisinde yenilgiye uğradı. İçeride ise ekonomik, siyasal ve sosyal çöküntü yarattı. Bu yıkım, AKP ile seçmen arasında derin uçurumların oluşmasına yol açtı.
Devlet Bahçeli, neredeyse kendisinin ve partisinin siyasi geleceğini bu rejimin devamına adamış durumda. Yıpranan rejimin çökmesinin MHP açısından ne anlama geldiğini biliyor. DEM ise Suriye’den esen ve Öcalan’ın desteklediği rüzgâr karşısında durmanın anlamsız olduğunu hızlıca gördü. Öcalan’ın siyasal yönelimi, DEM’in talepleriyle örtüşmüş durumda.
Tüm bunlara ABD faktörü de eklenince, önümüzdeki günlerde AKP, MHP ve DEM ilişkisinin daha da gelişmesini beklemek yanlış olmaz.
ANKETLERE KİM BAKIYOR?
Son günlerde DEM’le kurulan temasın iktidar blokunda oy kaybına yol açtığına dair çok sayıda haber çıktı. Hatta Erdoğan’ın bu nedenle süreçte biraz geri durduğu da iddia ediliyor.
Ancak Suriye’de HTŞ ve YPG arasındaki gerilim kopmadığı ve ABD bölgede Kürtleri dışlayan ya da sınırlayan yeni bir durum yaratmadıkça, Türkiye’de başlayan sürecin akamete uğraması zor. Tam tersine, Trump’ın desteğini de arkasına alarak bu “bölgesel vizyondan” iç siyasi çıkar üretme iştahı artacaktır. Bu nedenle AKP ve MHP için belirleyici olan anketler değil, Suriye’deki gelişmelerdir.
Erdoğan, siyasi tecrübesiyle seçmen davranışının “manipüle edilebilir” olduğunu da görüyor.
Burada daha büyük seçmen sorunu yaşayacak parti, sanılanın aksine DEM gibi görünüyor. Çözüm sürecine verdiği güçlü desteğe rağmen Kürt seçmen, Erdoğan’ı istemiyor ve rejimin devamına karşı. Bu durum, DEM’i doğal olarak muhalefet cephesinde tutuyor.
Kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki Türkiye’de Kürt seçmenin davranışını üç ana eğilim belirliyor:
Şehirli ve seküler seçmen, AKP ve MHP ile yakınlaşmaya karşı ve Kürt siyasetinin 2015 sonrası oluşturduğu çizgiye sadık.
7 Haziran–1 Kasım arasında yaşananları unutmamış, kayyum politikasından zarar görmüş bölge seçmeni barışa evet dese de şu ana kadar Erdoğan ve Bahçeli’ye ikna olmuş değil.
AKP’den uzaklaşmış ama DEM’li olmayan üçüncü bir kesim daha var. Çözüm sürecine en sıcak bakanlar da bunlar.
Tablo gösteriyor ki AKP–MHP blokunun Kürt sorununda demokratik bir adım atmadan ve ülkenin siyasal iklimi değişmeden Kürt seçmenini Öcalan’ın dahi ikna etmesi zor. Üstelik Demirtaş gibi güçlü bir figürden yoksunken.
DÜĞÜM NASIL ÇÖZÜLECEK?
Memnuniyetsiz olan ve rejime karşı çıkan sadece Kürt seçmeni değil. Ülkenin ezici çoğunluğu değişim istiyor. Ancak bu talebin siyasal öznesi ve taşıyıcısı yok. Siyaset tam da burada kilitlenmiş durumda.
Bir yanda içeride ve dışarıda yaşanan tüm gelişmeleri iktidarlarının sürdürülmesi ve kurdukları rejimin devamı için araçsallaştıran AKP–MHP bulunuyor. Diğer yanda ise bu düzene itiraz ettiği ve bir isim etrafında birleşerek iktidarı istediği için düşmanlaştırılan CHP var. Cumhurbaşkanı adayı dâhil birçok belediye başkanı cezaevinde olan, mesaisinin önemli bölümünü yargıyla mücadele ederek geçiren CHP, gösterdiği direnişin mükâfatı olarak yüzde 30’ların üzerinde bir konumda tutunmayı başardı; ancak hâlâ iktidarı yenmekten uzak.
Tek adam rejiminin hayatlarını zorlaştırdığı emekli, kadın, genç, üniversiteli ve çiftçi gibi toplumun yüzde 70’inin talepleriyle buluşulamıyor. Bu “pat” durumunu muhalefet lehine değiştirecek olan, dağınık itirazların ortak bir siyasal çağrıya dönüşmesidir. Emperyalist tahakküm, Kürt sorunu ve ekonomik kriz dâhil tüm başlıklarda rejimin sınırlarını aşan ilkeli ve tutarlı bir siyasal çizgi ile buna bağlı toplumsal örgütlenmeyi büyüten bir stratejiye ihtiyaç var. İktidarın kurduğu bölgesel–iç siyasal denklemi kırmak ve onu alaşağı etmek ancak böyle mümkün olacaktır.