Doğu Eroğlu – Gazeteci
Erdoğan-Trump görüşmesiyle birlikte tartışmaya başladığımız Türkiye’nin nadir toprak elementi rezervlerini ne yapmalı?
Metalaştırılmış dış politika, neo-merkantilizm, doğal kaynaklar diplomasisi ya da alımsatımsal uluslararası ilişkiler. Bu kavramların tümü, yeniden göreve gelen ABD Devlet Başkanı Donald Trump’ın dünyayla kurduğu ilişkileri tanımlamak için önerildi. Trump ikinci başkanlık döneminde, bir güç asimetrisi tespit ettiği anda diplomatik pazarlıklara yeraltı kaynaklarını katmayı huy edindi. Ukrayna, Grönland, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, şimdi de Türkiye.
Türkiye ile ABD arasında Stratejik Sivil Nükleer İşbirliği Mutabakat Zaptının imzalanması, Trump’ın benzer bir hamleyi masaya zayıf oturan Türkiye’ye de yönelttiğine ilişkin bir tartışma başlattı. 25 Eylül’deki Erdoğan-Trump görüşmesinde nadir toprak elementlerinin (NTE) masaya geleceği zaten tartışılıyordu. 1 CHP Lideri Özgür Özel 7 Ekim’de Erdoğan’ı uyardı, Erdoğan’sa 15 Ekim’de “NTE sahasının herhangi bir ülkeye verilmesi asla söz konusu değildir” karşılığını verdi.
ABD-Türkiye arasında imzalanan mutabakat zaptının içeriği alenileşmiş değil. Şimdilik, Türkiye’nin Eskişehir-Beylikova’daki 694 milyon tonluk NTE rezervi üzerindeki egemenliğini koruduğunu varsayalım.
Trump’ın ve ABD’nin NTE’lere ilgisinin ardında, yenilikçi endüstrilerde NTE’lerin sıkça kullanılması ve bu kaynakların Çin nüfuz alanından geri kazanılması yatıyor. 17 farklı elementten oluşan NTE’ler, özellikle rüzgâr enerjisi ve elektrikli taşıtlara –bilhassa bataryalara– hammadde oluşturma potansiyeli sayesinde, yeşil dönüşüm ve yeşil endüstriler bağlamında önem kazanmış durumda. Peki, NTE rezervleriyle Türkiye ne yapabilir?
İTHAL ETMEK BİLE DAHA KARLI
Madencilik süreçlerinin benzer olmasından ötürü, önümüzde Türkiye’nin bu konudaki olası performansını tahmin etmemizi sağlayabilecek eğitici bir örnek var: Türkiye’deki altın madenciliği.
NTE’lerin de tıpkı altın gibi cevher yataklarından çıkarılması, öğütülmesi, flotasyon ya da liç gibi işlemlere tabi tutulup ayrıştırılması gerekiyor. Bu bakımdan hem süreçleri hem de işlenmesinin yaratacağı riskler açısından NTE’ler ile altın madenciliği birbirine benziyor.
Bergama’daki tartışmalardan sonra Türkiye’ye girmeyi başaran uluslararası altın madenciliği firmaları, son yirmi yılda Türkiye’de hatırı sayılır miktarda altın üretti. Peki, bu altınla Türkiye ne yaptı? Altın madenciliği piyasa aktörlerini esas alırsak, bu altının neredeyse tamamı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında kalıyor. 2 Merkez Bankasıysa bu altını ya kendi rezerv portföyünde tutuyor ya da iç piyasaya sunuyor.
Altın aslında mikro-elektronikte, akıllı telefon ve bilgisayar anakartları ile çiplerde, uydu ve iletişim sistemlerinde, güneş enerjisi teknolojilerinde, tıp ve biyoteknoloji ürünlerinin üretiminde önemli bir bileşen. Fakat Türkiye’de üretilen ya da ithal edilen altının neredeyse tümü, bir yatırım aracı olarak görülüp ziynet ya da külçe halinde saklanıyor. Türkiye’de metalik madenler söz konusu olduğunda, madencilikle entegre bir sanayi planlaması yapılmadığı için Türkiye’de çıkarılan altın sanayi kollarını pek beslemiyor. Yani çıkardığımız altından takı ve külçe olarak faydalanıyoruz.
Meslektaşlarımla birlikte Çöpler Altın Madeni hakkında uzun süredir yürüttüğümüz bir araştırma için İliç’i ziyaret etmeye devam ediyoruz. Son ziyaretimizde, altın madeninin yanı başında yaşayan ve madenin meraları daraltması yüzünden hayvancılık yapmakta hiç olmadığı kadar zorlanan bir İliçli bana şöyle sordu: “Hadi buradan çıkarılan altının tamamı Merkez Bankasına gidiyor olsun… Şirketler altını Merkez Bankasına verip karşılığında aldıkları parayı dolara çevirip yurtdışına götürüyor. Yani Merkez Bankası altın alıyor, karşılığında Türkiye’den dolar çıkıyor. O halde bu işlemin altın ithal etmekten farkı ne? Türkiye’de altın üreteceğimize ithal etseydik hiç değilse benim toprağım-suyum zehirlenmezdi…”
Üretimden gelen altının bir kısmı devlet hakkı olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına ödeniyor. Altın üreticileri ödenen devlet hakkının yüzde 25’lere vardığını ileri sürse de devlet hakkının pratikte yüzde 5’in altına düştüğünü iddia eden dev bir literatür mevcut. Ancak devlet hakkı yüzde kaç olursa olsun, dışsallaştırılan ekolojik ve halk sağlığı maliyetleri ile altın madenciliğinin iklim üzerindeki etkisi ya da su kaynakları üzerinde yarattığı baskı bu hesaba katılmıyor. Dışsallaştırılmış, yani kasten ölçülmemiş bu maliyetleri de eklediğimizde yüzde 5-25 indirimle altın satın almanın bedelini İliç’te mesleksizleşen hayvancılar, Eşme’de su kaynaklarını kaybeden halk ödüyor.
TRUMP NEO-MERKANTALİZMİ
Trump’ın neo-merkantilist NTE biriktirme hevesi bize en azından Türkiye’deki madenciliğin geleceğini tartışma fırsatı veriyor: Birkaç istisna dışında, Türkiye nadir madenleri çıkarırken ölçmediği bedelleri görmezden geliyor; maden-sanayi entegrasyonu bulunmadığı için yeraltı varlıklarının çıkarılması topluma refah katmıyor. Bu da bizi madenlerini dünya pazarlarına ihraç edip bu madenlerle oluşturulan sanayi mallarını ithal edebilmek için daha fazla cari açık oluşturan, sürekli zayıflayan bir konuma sürüklüyor.
Öyleyse NTE’lerin yeraltından çıkarılması süreçlerinde bizi neler bekleyebilir? Tıpkı altın madenciliği gibi, NTE’lerin yeraltı kaynağından endüstriyel bir hammaddeye dönüşmesi için cevherin çıkarılması, ayrıştırılması ve zenginleştirilmesi gerekiyor. Radyoaktif elementlerle birlikte bulunan NTE’ler, altının diğer elementlerden ayrıştırılıp zenginleştirilmesine kıyasla daha karmaşık bir prosesle üretilebiliyor. Şimdiye kadarki altın madenciliği karnemizden hareketle, NTE’leri çıkarıp zenginleşmeye kalktığımızda ekolojik bedeli Türkiye, halk sağlığı ve toplumsal bedelini üretim havzalarında yaşayanlar ve gelecek kuşaklar üstlenecek. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, madencilik faaliyetlerinin ortaya çıkaracağı refah Türkiye’de seçkin bir azınlık dışında kimseye ulaşmayacak.
Büyük dönüşümleri fırsata çevirip dünya ticaretinde daha saygın bir konum edinme hedefi, Türkiye’de her iktidarın –hatta tüm sektörlerin– diline pelesenk olmuştur. Fakat AK Parti, son yıllarda karşılaştığı tüm siyasal çıkmazları kısa vadeli kazanımlarla atlatmaya çalışıyor. Hatta öyle ki artık bu içgüdüsel davranış, kısa vadede sürekli kazanırsam orta ve uzun vadede de kazanmış olurum gibi kurala dönüşmek üzere. AK Parti artık sadece iktidarda kalmayı hedefleyen bir makineye dönüştüğü için en fazla beş yıllık periyotlarda hesap yapabiliyor. Örneğin gerçek tedbirler alındığında iktidardan uzaklaşma ihtimali ortaya çıkacağı için, orta vadede çözülebilecek enflasyon sorununu hafifletmeye bile yeltenmiyor.
NTE’ler üzerinde ABD’ye imtiyaz sağlanmasa bile halihazırdaki iktidar uzun vadeli plan yapabilme kapasitesini yitirdiği için, NTE’ler ancak kısa vadeli bir kazanıma konu olabilir. Bu da refahın topluma dönmediği, buna karşılık sağlık maliyetlerinin bize yükleneceği, ekolojik bedellerin umursanmayacağı ve toplumsal sonuçların görmezden gelineceği bir sonuca işaret ediyor.
1 Sözcü Gazetesi Washington Temsilcisi Serdar Cebe, 22 Eylül 2025 tarihli makalesinde “Trump, Beylikova’daki rezervi isteyecek” dedi.
2 AA’da 27 Nisan 2023 tarihli habere göre, Altın Madencileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Yılmaz Türkiye’de üretilen altının akıbetini şöyle açıklıyor: “Türkiye’de yerli ya da yabancı 15 işletmede üretilen altının tamamını Merkez Bankamız satın almıştır ve bu altın yurt dışına çıkmamıştır. Türkiye son 20 yılda 453 ton altın üretmiş, bunun 78 tonunu devletimize vergi, harç, devlet hakkı gibi benzeri şekilde ödemişiz.”
Toprak emperyalizminde hedef Eskişehir