Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası(Eğitim Sen), 2026 Yılı Eğitim Bütçesi Değerlendirme Raporu’nu kamuoyuyla paylaştı.
Sendika, raporu İstanbul Beyoğlu’nda bulunan TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde düzenlenen basın toplantısında sundu.
Rapor, Eğitim Sen Genel Başkanı Kemal Irmak tarafından paylaşıldı. Irmak, bütçenin görüşüleceği 21-22 Kasım tarihlerinde Milli Eğitim Bakanlığı önünde olacaklarını da ilan etti.
Irmak, 2026 yılı için eğitime ayrılan 2 trilyon 896 milyar liralık bütçenin ekonomik kriz koşullarında eğitim sisteminin en temel ve zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaktan dahi uzak olduğunu vurguladı. Bu bütçenin aynı zamanda eğitim emekçilerinin insanca yaşam talebine de yanıt vermediğini ifade eden Irmak, şu ifadeleri kullandı: “İktidar, her bütçe döneminde eğitime ‘en yüksek payı’ ayırdığını iddia etmeyi alışkanlık haline getirmiş olsa da, gerçekler bu söylemin tam tersini göstermektedir. Eğitime ayrılan bütçenin millî gelire oranı OECD ortalaması olan yüzde 5’in yarısına bile ulaşmazken, son 23 yılda MEB bütçesinin merkezi bütçeye ve milli gelire oranında kayda değer bir artış yaşanmamıştır.
MEB bütçesinin merkezi bütçedeki payının büyük görünmesinin nedeni iktidarın eğitime önem vermesi değildir; MEB bütçesinin %83’ü zorunlu harcamalara ayrılmıştır. Buna karşın 2026 MEB bütçesinde mal ve hizmet alımının payı yüzde 7; sermaye giderleri yüzde 8,26; dini vakıf ve derneklerin de aralarında bulunduğu kâr amacı gütmeyen kuruluşlara aktarılan cari transferlerin payı ise yüzde 1,98’dir.Bu tablo açıkça göstermektedir ki eğitime yönelik gerçek yatırım, yani çocukların, okulların ve eğitim emekçilerinin geleceği adına ayrılması gereken kaynaklar yok denecek kadar sınırlıdır.
Bugün Türkiye’de bütçenin dili nettir: Tasarruf öğrencilerden ve eğitim emekçilerinden yapılmaktadır. Yeni okul ve derslik yapımı yok denecek kadar sınırlıdır; bilimsel-teknolojik altyapıya yönelik kaynaklar yetersizdir; tüm öğrencilere bir öğün sağlıklı ücretsiz yemek ve temiz su sağlanması hayata geçirilmemiştir. Deprem bölgesinde eğitim hâlâ olağanüstü koşullarda sürerken, özel ve güçlü bir eğitim bütçesi oluşturulmamış; eğitim emekçilerinin ve öğrencilerin yaşadığı sorunları çözmeye yönelik hiçbir iyileştirme gündeme dahi alınmamıştır.
Öte yandan Diyanet’e, vakıf ve tarikatlara aktarılan doğrudan ve dolaylı kaynaklar büyümeye devam etmektedir. Dini vakıf, dernek, tarikat ve cemaatlerin kurumlarıyla yapılan protokollerle okullara müdahale eden ideolojik yönelim, bütçede de kendisini göstermekte; laik ve bilimsel eğitim ilkesi daha da geri plana itilmektedir. Kamusal kaynaklar, çocukların eşit ve nitelikli eğitim hakkını güçlendirmek yerine, iktidarın ideolojik hedeflerine ve sermaye çevrelerinin çıkarlarına yönlendirilmektedir.
Bu veriler ışığında 2026 Eğitim Bütçesi; eğitim hakkını genişleten değil daraltan, kamusal eğitimi güçlendiren değil tasfiye eden, öğrencilerin en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan uzak, eğitim emekçilerinin insanca yaşam ve güvenceli çalışma taleplerini yok sayan siyasal bir tercihler bütünüdür. Bu bütçe, kamusal, bilimsel, laik, anadilinde ve cinsiyet eşitlikçi eğitim talebine yanıt vermediği gibi, eğitimi bir hak olmaktan çıkarıp piyasanın insafına ve siyasal müdahalelere teslim eden bir anlayışın ürünüdür.”
ÜLKE OECD ORTALAMASININ ÜÇTE BİR SEVİYESİNDE
Irmak, raporda Türkiye’nin eğitim kademelerine göre öğrenci başına yapılan harcamaların OECD ortalamasının çok altında kaldığını tespit ettiklerini aktardı. Rapordan şu veriler paylaşıldı:
“İlköğretim
* Türkiye: 3.914 ABD doları (önceki yıl 4.036)
* OECD ortalaması: 10.812 ABD doları (önceki yıl 9.923)
* Türkiye’nin ilköğretim harcaması OECD ortalamasının yalnızca %36’sına (önceki %40) denk gelmektedir.
Ortaöğretim
* Türkiye: 3.914 ABD doları (önceki yıl 4.793)
* OECD ortalaması: 11.932 ABD doları (önceki yıl 11.400)
* Türkiye’nin ortaöğretim harcaması OECD ortalamasının yaklaşık %33’ü (önceki %42) düzeyindedir.
Yükseköğretim
* Türkiye: 7.698 ABD doları (önceki yıl 10.366)
* OECD ortalaması: 15.102 ABD doları (önceki yıl 17.559)
* Türkiye’nin yükseköğretim harcaması OECD ortalamasının %51’i (önceki %60) kadardır.
Tüm kademelerde Türkiye’nin öğrenci başına yaptığı harcama OECD ortalamasının oldukça altındadır. Özellikle ilköğretim ve ortaöğretimdeki derin fark, eğitime ayrılan kaynakların yetersizliğini açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu tablo, Türkiye’nin kamusal, bilimsel, laik, anadilinde cinsiyet eşitlikçi eğitimin gerektirdiği yatırım düzeyinin çok gerisinde olduğunu göstermektedir.”
DİNİ ÖĞRETİMİNE ASTRONOMİK BÜTÇE
Irmak’ın rapora dair vurguladığı bir diğer unsur ise Din Öğretimi Genel Müdürlüğü bütçesindeki artışın tespiti oldu. Buna göre Müdürlüğün bütçesinde değişim şöyle sıralandı:
“•2020: 10,1 milyar TL
* 2021: 11,9 milyar TL
* 2022: 20,6 milyar TL
* 2023: 41,7 milyar TL
* 2024: 82,6 milyar TL
2025’in ilk 9 ayında yaklaşık 53 milyar TL’lik ek artış gerçekleşmiştir. Yıl sonu itibarıyla toplam bütçenin 90 milyar TL’nin üzerine çıkması beklenmektedir.
Bu artış eğiliminin 2026’da da devam etmesi, genel eğitime ayrılması gereken kaynakların önemli bir bölümünün yeniden dini eğitime yönlendirileceği ihtimalini güçlendirmektedir.”
EĞİTİM PİYASACI POLİTİKALARA TESLİM EDİLİYOR
Raporda 2026 Bütçesine ilişkin şu değerlendirme yapıldı:
“2026 yılı Eğitim bütçesi, kamuoyuna ‘eğitime en büyük pay’ söylemiyle sunulsa da, eğitim hizmetlerinin niteliksel durumu, eğitim emekçilerinin yaşam koşulları ve çocukların temel hakları incelendiğinde ortaya çıkan tablo oldukça karanlıktır.
2026 bütçesi, Türkiye’de eğitim politikalarının piyasacı, ideolojik ve kamu dışı yönelimini daha görünür bir şekilde ortaya koymaktadır.”
Irmak, bütçenin genel değerlendirmelerine ilişkin şunları aktardı: “Kamusal eğitim; laikliği, bilimsel yaklaşımı, eşit yurttaşlığı ve ilerlemeyi merkeze alan bir toplumsal mutabakat alanıdır. Ancak son yıllarda:
* Kamu okullarının altyapısı bilinçli biçimde zayıflatılmış,
* Özel okullar teşviklerle büyütülmüş,
* Dini vakıf ve cemaatlerle imzalanan protokoller artmış,
* Bölgesel eşitsizlikler derinleşmiş,
* Nitelikli Eğitim hakkı gelir düzeyine bağlı bir ayrıcalığa dönüşmüştür.
Siyasal iktidarın tercihleri, kamusal eğitim yerine dinci, gerici, ırkçı ve piyasacı bir eğitim modelini merkeze almaktadır.
2026 MEB BÜTÇESİ RAKAMLARIN POLİTİK ANLAMI
* Toplam eğitim bütçesi: 2,896 trilyon TL’dir.
* Bütçenin GSYH içindeki payı %15 civarında sabitlenmiştir,
* Personel giderleri dışındaki kalemler son derece düşüktür,
* OECD ve UNESCO standartlarının oldukça gerisindedir.
Bütçe büyüyor gibi görünse de enflasyon nedeniyle reel değer kaybı sürmekte, eğitim emekçilerinin ücretleri erimeye devam etmekte, kamusal eğitim hak olmaktan çıkarılmakta ve eşitsizlikler derinleşmektedir.
Kısacası rakamsal büyüklük, eğitimde niteliksel iyileşme anlamına gelmemektedir.
Eğitim emekçilerinin ücretleri, hem tarihsel hem uluslararası karşılaştırmalar açısından en düşük seviyelere ulaşmış durumdadır.
Her yıl artan enflasyon karşısında maaşlar:
* Yılın ilk ayından itibaren erimeye başlıyor,
* Yıl ortası itibarıyla satın alma gücü dramatik biçimde düşüyor,
* Yoksulluk sınırı ile arasındaki fark giderek açılıyor.
Maaş artışları enflasyonun gerisinde kaldıkça erime derinleşmektedir.
Gelir vergisi sisteminde:
* Vergi dilimleri düşük tutuluyor,
* Yıl içinde hızla bir üst vergi dilimine geçiliyor,
* Ek ders ve ek ödemeler de vergiye tabi tutuluyor.
Bu nedenle eğitim emekçileri, yıl ilerledikçe aylık 3–5 bin TL’ye varan kayıplarla karşı karşıya kalmaktadır.
Sosyal yardımlar sınırlı ve yetersiz
Barınma, ulaşım, yakacak, beslenme, çocuk bakımı desteklerinin yetersizliği nedeniyle özellikle büyükşehirlerde yaşayan eğitim emekçileri gelirlerinin önemli kısmını kira ve temel ihtiyaçlarına harcamaktadır.
Türkiye’de eğitim emekçilerinin yaşadığı ücret erimesinin ana nedenleri şunlardır:
* Yüksek enflasyon,
* Verginin ücretlilerden alınması,
* Ücretlerin yıl içinde düşmesi,
* Ek derslerin ve yan ödemelerin sosyal güvenlik ve emeklilik sistemine yansımaması,
* Yan ödeme ve tazminatların yetersizliği.
Bu durum, eğitim emekçilerinin her yıl bir önceki yıldan daha yoksul hale gelmesine neden olmaktadır.”
EMEKLİLİKTE HAK KAYIPLARI GİDERİLMELİ
Raporda emeklilikte yaşanan hak kayıplarına ilişkin şunlar aktarıldı:
“Mevcut sosyal güvenlik sistemi:
* Emekli maaşlarını düşürmekte,
* Emeklilik yaşını yükseltmekte,
* Prim sistemini emekçilerin aleyhine düzenlemekte,
* Aylık bağlama oranını aşağı çekmektedir.
Sonuç: 30–35 yıl çalışan bir eğitim emekçisi emeklilikte açlık sınırına yakın bir ücretle
yaşamaya zorlanmaktadır.”
Eğitim sisteminin ve okulların mevcut koşullarına ilişkin ise şu tespitler paylaşıldı:
“Pek çok bölgede:
* Sınıflar kalabalık,
* Laboratuvar yok,
* Kütüphaneler yetersiz,
* Spor alanları sınırlı,
* Yardımcı personel eksik.
2026 bütçesi yeni okul yapımı, bakım-onarım ve modernizasyon için yeterli kaynak ayırmamaktadır.
Dini vakıf ve cemaatlerle yapılan protokoller:
* Kamusal eğitimi daraltmakta,
* Okul içi etkinlikleri dini yapılara, tarikat ve cemaatlere açmakta,
* Laik ve bilimsel eğitim ilkesini zayıflatmakta,
Bu protokoller için kullanılan kamu kaynakları görünür değildir ancak etkisi büyüktür.
Devlet özel okulları büyüten politikalar izlemektedir:
* Teşvikler,
* Vergi kolaylıkları,
* Dolaylı destekler,
* Kamu dışı aktörlerle ortak projeler,
* Eğim sisteminin laiklikten uzaklaşması, velilerin kamusal okullara olan güvenini zayıflayor ve bu güvensizlik özel okullara yönelişi hızla arıyor. Bu süreç, kamusal, bilimsel ve laik eğimin tasfiyesini derinleşerek sınıfsal eşitsizlikleri daha da büyütmekte,
* Kamu okulları ise yatırım yetersizliği nedeniyle güçsüzleşmektedir.
20 milyona yakın öğrencinin bir öğün ücretsiz yemekten yararlanması:
* Uygulanabilir bir maliyettir,
* Eğitimde eşitsizliği azaltır,
* Çocukların biyolojik–psikolojik gelişimini destekler.
Ancak siyasal iktidarın tercihleri nedeniyle bu temel hak hayata geçirilmemektedir.
Depremden sonra:
* Kalıcı okullar tamamlanmamış,
* Psikososyal destek yetersiz,
* Eğitim emekçilerinin barınma sorunu sürmekte,
* Öğrenci devamsızlığı yüksek.
2026 bütçesi bu sorunları çözmeye dönük kapsamlı bir program içermemektedir.
YÜKSEKÖĞRETİMİN HALİ HAYAL KIRIKLIĞI
Yükseköğretimdeki mevcut durum ise ‘hayal kırıklığı’ olarak nitelendirildi: “Akademisyenlerden idari-teknik personele, araşrma görevlilerinden taşeron emekçilere kadar tüm üniversite bileşenleri yıllardır süren düşük ücret, güvencesizlik ve
siyasi baskılar alnda yaşam mücadelesi verirken, bütçe bu sorunların hiçbirine çözüm üretmemiştir. Barınma, beslenme ve ulaşım krizi karşısında ayakta durmaya çalışan üniversite öğrencileri ise yine yok sayılmış; yurt kapasitesi, burs miktarı ve sosyal destekler neredeyse yerinde saymışr. İkdar, üniversiteleri bilim üreten kurumlar olmaktan çıkarıp itaat kültürünün yeniden üreldiği alanlara dönüştürürken, bütçe tercihini de bu politik hatta uygun şekilde yapmış; yükseköğremin kamusal, bilimsel, laik ve özerk niteliğini daha da zayıflatan bir yaklaşımı sürdürmüştür.”
BÜTÇEDE ATAMASI YAPILMAYAN ÖĞRETMENLER YOK
Bütçede ataması yapılmayan öğretmenlere yönelik herhangi bir kaynak ayrılmamasına da tepki gösterildi: “2026 eğim bütçesi, yüz binlerce ataması yapılmayan öğretmenin yıllardır süren haklı beklentisini yok sayan bir anlayışla hazırlanmıştır. İktidar, öğretmen açığını ücretli ve güvencesiz istihdamla kapatmaya devam ederken, nitelikli ve kadrolu istihdam talebine bütçede tek bir satır bile ayırmayarak eğitim emekçilerinin geleceğini bilinçli biçimde görmezden gelmiştir.”
MESEM’LER ÇOCUK EMEĞİNİ SÖMÜYOR
Irmak, raporda Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) uygulamasının çocuk emeği sömürüsünün bir aygıtı olduğunu tespit ettiklerini aktardı: “2026 bütçesi, iktidarın sermaye yanlısı ve piyasacı eğitim politikasını yeniden üretmekten başka bir anlam taşımıyor. Eğitme ayrıldığı söylenen 2,9 trilyon TL, kamusal eğitim için değil; özelleştirilmiş ve güvencesizleştirilmiş bir modelin finansmanı için kullanılıyor.
MESEM uygulamaları bunun en çarpıcı örneği. Çocukları okuldan koparıp ucuz işgücü olarak işletmelere yönlendiren bu düzen, son 20 yılda en az 931 çocuğun iş cinayetinde yaşamını yitirdiği bir tabloyu büyütüyor. Sadece son aylarda MESEM kapsamında 8 çocuk çalışırken öldü. Buna rağmen bütçede çocuk işçiliğini durduracak tek bir adım yok. İktidar, kamusal eğitim sorumluluğunu piyasaya devrediyor; çocukların yaşamını ve geleceğini sermayenin çıkarlarına feda ediyor. Bu bütçe, eğitimin değil, çocuk emeği sömürüsünün büyütüldüğünün açık ilanıdır.”
2026 EĞİTİM BÜTÇESİ BİR TASFİYE PROGRAMI
Eğitim Sen, 2026 Eğitim Bütçesini “tasfiye programı” olarak nitelendirerek taleplerini şöyle sıraladı:
“•Eğitim ve bilim emekçilerinin ücretleri yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalıdır.
* Vergi dilimleri adil biçimde düzenlenmeli; yıl içinde yaşanan maaş kayıpları durdurulmalıdır.
* Ek dersler ve tüm ek ödemeler artırılarak temel ücrete dahil edilmeli ve emekli aylıklarına mutlaka yansıtılmalıdır.
* Emeklilikte insanca yaşamı sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.
Aile yardımı, çocuk yardımı ve diğer sosyal yardımlar günün koşullarına uygun seviyelere yükseltilmelidir.
* Eğitime hazırlık ödeneği tüm eğitim ve bilim emekçilerine, en az bir maaş tutarında, dönem başlarında olmak üzere yılda iki kez ödenmelidir.
* Tüm eğitim ve bilim emekçilerine insan onuruna yakışır ücret ve sağlıklı, güvenli çalışma koşulları sağlanmalıdır.
* Tüm eğitim ve yükseköğretim emekçileri kadrolu ve güvenceli istihdam edilmelidir.
* Geçici istihdam, sözleşmeli çalışma ve statü ayrımcılığına son verilmelidir.
* Öğretmen ve yardımcı hizmetli açıkları kadrolu istihdamla kapatılmalı; ataması yapılmayan tüm öğretmenler kadrolu olarak atanmalıdır.
* Okullara acilen en az 120 bin yardımcı hizmetli istihdam edilmelidir.
* Laik, bilimsel, kamusal, cinsiyet eşitlikçi ve anadilinde eğitim anayasal güvence altına alınmalıdır.
* Dini vakıf ve tarikatlarla yapılan tüm protokoller iptal edilmelidir.
* Özel okullara teşvik ve kaynak aktarımına son verilmeli; kamu kaynakları devlet okullarının güçlendirilmesi için kullanılmalıdır.
* MEB bütçesinin milli gelire oranı en az iki kat artırılarak OECD ortalamasına çıkarılmalıdır.
* Eğitim yatırımlarına ayrılan pay başlangıç olarak en az iki kat artırılmalıdır.
* Her eğitim kurumuna ihtiyacı kadar ödenek ayrılmasını güvence altına alan kamusal bir bütçe sistemi oluşturulmalıdır.
* Kamu çalışanları için ücretsiz ve erişilebilir okul öncesi kurumlar, kreşler ve bakımevleri açılmalıdır.
* Eğitimin tüm kademelerinde öğrencilere en az bir öğün ücretsiz, sağlıklı yemek ve temiz su sağlanmalıdır.
* Yükseköğretim öğrencilerinin barınma hakkı güvence altına alınmalı; devlet yurtlarının kapasitesi artırılmalı ve nitelikli, güvenli barınma olanaklarına erişim devlet tarafından desteklenmelidir.
* Beslenme hakkı için kamusal destek mekanizmaları güçlendirilmeli; yemekhane hizmetleri desteklenmelidir.
* Üniversite öğrencilerinin ulaşım hakkı için kamusal destek sağlanmalı; üniversiteye erişim ekonomik bir engel olmaktan çıkarılmalıdır.
* Burslar artırılmalı, destek programları güçlendirilerek öğrencilerin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri güvence altına alınmalıdır.
* Deprem bölgesindeki öğrenciler için özel bütçeli, kapsamlı ve kalıcı bir eğitim programı geliştirilerek uygulanmalıdır.
* MESEM uygulamaları derhal sona erdirilmeli; çocuk emeğini ucuz işgücüne dönüştüren bu model yerine, öğrencilerin tümüyle okul ortamında, güvenli ve pedagojik ilkelere uygun biçimde eğitim alabildiği, mesleki gelişim süreçlerinin kamusal sorumluluk altında yürütüldüğü gerçek mesleki eğitim programları hayata geçirilmelidir.
* Kariyer basamaklarına bağlı olarak uygulanan ekonomik iyileştirmeler tüm eğitim ve bilim emekçilerine eşit biçimde yansıtılmalıdır.
* ‘Eşit işe eşit ücret’ ilkesini zedeleyen tüm uygulamalara derhal son verilmelidir.
* Yükseköğretim bütçesi acilen en az iki kat artırılmalı ve tüm üniversitelere ihtiyacı kadar ödenek sağlanmalıdır.
* Üniversiteler kurumsal özerkliği zedelenmeden mali açıdan kamu denetimine açık olmalıdır.
* Yükseköğretim, kamusal bir hak olarak ücretsiz ve eşit erişilebilir olmalı; öğrencilerin harç, barınma, beslenme ve ulaşım ihtiyaçları devlet tarafından desteklenmelidir.
* Akademik personellerde eşit işe eşit ücret uygulanmalıdır.
* Ek göstergelere dayalı hiyerarşik ücretlendirmeden vazgeçilmelidir.
* 50/d, 33/a, 35 ve ÖYP gibi statülerden kaynaklanan ayrımcılıklar kaldırılmalı; tüm araştırma görevlileri iş güvencesine kavuşturulmalıdır.
* Doktorasını tamamlayan araştırma görevlileri ek koşul aranmaksızın doktor öğretim üyesi kadrosuna atanmalı ve bu kadrolar iş güvencesi sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.
* “Yükseköğretim Tazminatı” akademik, idari ve teknik tüm personele ödenmelidir.
•”Geliştirme Ödeneği ve Yükseköğretim Tazminatı” tüm üniversite idari ve teknik personeline verilmeli ve maaşları günün koşullarına göre arttırılmalıdır.
* Lojman, servis, yemekhane ve sosyal tesislere erişimde tüm personel için eşitlik sağlanmalıdır.
* Yükseköğretim çalışanlarına üniversitelerin kurumsal özerkliğine zarar vermeyecek şekilde tayin hakkı verilmelidir.
* Yükseköğretimdeki ek ücret ve ödemeler tüm personel arasında adil biçimde dağıtılmalıdır.”