Meşruiyet buyurulmaz; kazanılır. Dünyanın güvenini yeniden kazanmak için, DSÖ’nün yeniden dinlemeyi ve yeniden önderlik etmeyi öğrenmesi gerekiyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün meşruiyeti hiçbir zaman zorlayıcı bir otoriteye dayanmadı.
Gücü, her zaman ahlaki güvenilirliğinden geldi — yani zorun değil, insanlığın sesi olduğuna dair inançtan. Fakat pandemi sonrasında bu meşruiyet; siyasi teslimiyet suçlamaları, bürokratik kapalılık ve dengesiz hesap verebilirlik nedeniyle sarsıldı.
Bu nedenle güveni yeniden inşa etmek, bir halkla ilişkiler kampanyasına ya da bağış çağrısına indirgenemez. Bu, kurumsal yenilenme eylemi olmalıdır, yani DSÖ’yü bir zamanlar küresel sağlığın vicdanı yapan ilkelere geri dönmeli. Dr. Monir Islam’a böyle bir yenilenmenin nasıl mümkün olabileceğini sorduğumda, dört reform temelli bir vizyon çiziyor bana.
“Liderlik ve yönetişim reformu,” diye başlıyor ve devam ediyor, “olmazsa olmaz. Genel Direktör ve diğer üst düzey liderlerin seçiminde liyakate öncelik verilmeli ve bunların seçim süreci daha şeffaf olmalı, ayrıca seçmenlerin temsiliyeti genişletilmeli. Liderliğin birkaç güçlü üye devlet tarafından orantısız biçimde etkilenmesi gerçeği doğrudan ele alınmalı ve bu algı giderilmeli. DSÖ, yalnızca büyük bağışçılara ya da nüfuzlu siyasi bloklara değil, tüm ülkelere karşı hesap verebilir bir liderlik kültürüne ihtiyaç duyuyor.”
Ardından konu DSÖ’nün hem motoru hem de kısıtlayıcı gücü olan paraya geliyor: “Finansman reformu çok gecikti,” diyor Dr. Islam. “DSÖ’nün belirli projelere tahsis edilen gönüllü fonlara bağımlılığı, küresel sağlık ihtiyaçlarına yönelik öncelik belirleme yetisini uzun süredir zedeliyor. Zorunlu aidatların payını artırmak, daha esnek temel fonlar oluşturmak ve finansman kaynaklarını çeşitlendirmek, bağımsızlık ve güvenilirliğin yeniden sağlanması için kritik öneme sahip.”
Dr. Islam, yine de kaynak kıtlığının aynı zamanda netleşme fırsatı olduğunu savunuyor: “Mali zorluklar ve azalan tahsisli fonlar bağlamında DSÖ, en acil önceliklere odaklanmalı. Diğer kurumlar ya da ortaklar tarafından daha etkin yürütülebilecek programları sonlandırmak, diğer BM kuruluşlarıyla çakışan çabaları ortadan kaldırmak ve özellikle yoksul ve kırılgan ülkelerin ihtiyaçlarına hizmet eden, en yüksek etki potansiyeline sahip programlara yoğunlaşmak gerekiyor.”
Bunun, kaçınılmaz olarak zor kararlar gerektireceğini söylüyor Dr. Islam. “Bu kararlar ne kadar zor olsa da” diyor, “DSÖ artık cesur tercihler yapmak zorunda. Buna, pahalı ve atıl durumdaki birçok ülke ofisinin kapatılması da dahil. Yerlerine, gerektiğinde DSÖ uzmanlığını koordine edip harekete geçirebilecek bağlantı görevlilerinin bulunduğu daha yalın bir yapı kurulmalı. Böylece pahalı sabit altyapıların yükü olmadan, ihtiyaçlara daha çevik yanıt verilebilir.”
Üçüncü reform alanı ise, yetki devri ve yerinden güçlendirme. Yetki, Cenevre’den dışa doğru, ihtiyaçların en acil olduğu yerlere akmalı: “Karar alma yetkisi ve teknik liderlik, aşırı biçimde genel merkezde yoğunlaşmamalı. DSÖ, üye devletlere en yakın olan ve sahadaki politik, toplumsal ve epidemiyolojik gerçekleri bilen bölgesel ve ülke ofislerini güçlendirmeye yatırım yapmalı. Bu değişim, özellikle düşük ve orta gelirli ülkeler arasında güvenin yeniden tesis edilmesi için kritik.”
Dördüncü alan, yapısal denge ve kaynak tahsisi. “DSÖ, hem merkezde hem bölgelerde hem de ülke düzeyinde aşırı hiyerarşik yapısından vazgeçmeli. Kaynaklar, kurumun misyonu ve sahadaki ihtiyaçlarla uyumlu hale getirilmeli. Harcamalarda, iç kapasite ile doğrudan ülke desteği arasında daha dengeli bir dağılım olmalı. Bu dengeleme olmadan, DSÖ üye devletlerinin gerçeklerinden ve beklentilerinden kopuk kalma riskini taşır.”
“Reform, teknik rötuşlardan ibaret olamaz.” diye vurguluyor Dr. Islam ve ekliyor: “Aşırı hiyerarşik ve temkinli bir kültürden, açık, hesap verebilir ve DSÖ’nün öz misyonu olan herkes için sağlık ilkesince yönlendirilen bir yapıya dönüşümü gerçekleştirir.”
Eğer bu değişiklikler gerçekleşmezse, sonuç DSÖ’nün kendisinden çok daha geniş olacaktır: “DSÖ anlamlı biçimde reform yapmazsa, küresel sağlık yönetişimindeki boşluk bölgesel yapılar, siyasi bloklar, kalkınma bankaları, kamu-özel ortaklıkları ve güçlü ikili kurumlar tarafından dolduracaktır. Bazı girişimler DSÖ’yü tamamlayabilir, ancak birçoğu küresel sağlık mimarisini daha da parçalayacaktır.”
Dr. Islam’ı dinlerken fark ediyorum ki, DSÖ’nün krizi yalnızca yönetişim ya da finansmanla ilgili değil; bağlantı ile ilgili. Savaşın küllerinden doğan bir kurum, hala hizmet etmek için kurulduğu insanlara ne kadar yakın?
Dr. Islam’ın sıraladığı dört reforma, ben de bir beşinciyi ekliyorum: DSÖ yalnızca hükümetlerle değil, insanlarla da yeniden bağ kurmalı. Dijital dezenformasyon ve popülist güvensizlik çağında, meşruiyet artık yalnızca devletlerle değil, kamu güveniyle de kazanılır. İletişim daha insani olmalı — empatik, proaktif, katılımcı ve kapsayıcı. Kurum, bir kürsüden değil, savunduğu insanların sağlığı ve onuruyla yankılanan bir sesten konuşmalı.
DÜNYANIN SAĞLIK VİCDANI MI, YOKSA GÖLGESİ Mİ?
DSÖ içinde yirmi beş yılı aşkın deneyime sahip ender isimlerden biri olan Dr. Monir Islam’la sohbetimiz sona ererken, DSÖ’nün hikayesinin, çok taraflılığın hikayesini nasıl yansıttığına hayret ediyorum: Vizyonunda asil, uygulamada kusurlu, ama yine de vazgeçilmez. Bir zamanlar evrensel ideallere dayanan otoritesi, bugün son yılların en bölünmüş ve güvensiz dünyasında sarsılıyor. Ama Dr. Islam’ın ısrarla vurguladığı gibi: “Dünya hala DSÖ’ye ihtiyaç duyuyor.”
Eğer DSÖ, politikadan çok bilimi, çıkarlarından çok eşitliği, diplomatik ihtiyatlılıktan çok ahlaki netliği savunma cesaretini yeniden keşfedebilirse, dünyanın sağlık vicdanı olarak sesini geri kazanabilir. Aksi takdirde, olması gerekenin sadece gölgesi haline gelme riskiyle karşı karşıya kalır: Küresel dayanışmanın koruyucusu değil, onun aşınmasının kurbanı olarak.
SON
For the English version, please visit BirGün Daily.