Aşılar milyonlarca hayat kurtardı, ama aynı zamanda kimin gerçekten önemli olduğunu da gösterdi. Dünya, aşıya erişenler ve bekleyenler olarak ikiye bölünürken, DSÖ’nün eşitlikçi sesi gittikçe kısıldı.
Dünya Sağlık Örgütü’nün ahlaki özünü, COVID-19 aşı dağıtımı sırasında yaşanan adaletsizlikler kadar sertçe sınayan çok az olay olmuştur. Dr. Monir Islam’a, DSÖ’nün adaleti teşvik etme görevinde başarısız olup olmadığını soruyorum. Cevabı ciddi: “COVID-19 döneminde yaşanan aşı eşitsizliği, küresel sağlıktaki derin güç dengesizliklerini ortaya koydu ve ne yazık ki, DSÖ bu dengesizliklerle kararlı biçimde yüzleşecek donanıma ya da yetkeye sahip değildi.” diyor. “DSÖ, COVAX mekanizmasını başlatmaya yardımcı oldu ve sürekli olarak adalet çağrısında bulundu. Ancak, güçlü devletleri ya da ilaç şirketlerini ulusal çıkar ve kar yerine, küresel dayanışmayı önceliklendirmeye zorlayacak siyasi gücü yoktu. Birçok zengin ülke çok taraflı mekanizmaları tamamen devre dışı bıraktı, üreticilerle doğrudan anlaşmalar yaparak stokları kendine ayırdı; düşük gelirli ülkeler ise beklemek zorunda kaldı.”
Bu sessiz trajedi ya da ayrıcalığın aritmetiği kıtalar boyunca yaşandı. Parlak basın toplantılarının ardında, DSÖ politik temkinin dar alanına sıkışmıştı. “Kurum içinde,” diye hatırlıyor Dr. Islam, “özellikle mevcut Genel Direktör döneminde, liderlik büyük güçlerle ya da şirketlerle alenen yüzleşmeye isteksizdi. Diyaloğu ve işbirliğini korumak amacıyla diplomatik bir yaklaşım tercih edildi. Ama bunun iki bedeli oldu: Ahlaki otoritenin kaybı ile eşitliği savunmak için cesur bir duruş sergileme fırsatının kaçırılması.”
Ayrıca, eşitsizliğin sadece arzla ilgili olmadığını vurguluyor Dr. Islam: “Aşıların varlığı kadar, etkili bir aşılama gerçekleştirmek de belirleyici. Bu da yeterli soğuk zincir altyapısı, eğitimli insan gücü, güvenilir ulaşım sistemlerinin varlığını ve en önemlisi bireylerin ve toplumların anlayışı ile kabullenmesini gerektirir.”
Sorun, Dr. Islam’ın bana hatırlattığı üzere, sistemik: “Tüm bunlar için sürekli ve önemli finansman gerekir — ki, birçok ülke bunu sağlayamıyor. Bu sistemsel engeller, aşılar teslim edilse bile en dezavantajlı grupların risk altında kalmasına neden oluyor ve eşitsizliği daha da derinleştiriyor.”
Sonuç olarak, Dr. Islam hem bir hayal kırıklığını hem de umudu dile getiriyor: “DSÖ içinde onlarca yıl geçirmiş biri olarak, şunu söyleyebilirim: Kurumun temkinli siyasi kültürü ve mali bağımsızlığının olmayışı, güçlü çıkar gruplarına karşı durma kapasitesini ciddi biçimde sınırlıyor. Eşitlik bir hedef değil, tartışılmaz bir ilke olmalı — rahatsız edici olsa bile. Bu da yalnızca daha iyi mekanizmalarla değil, daha güçlü, ilkeli bir liderlikle ve daha büyük siyasi bağımsızlıkla mümkündür.”
DSÖ’NÜN TARTIŞMALI AHLAKİ OTORİTESİ
Kurum içinde çalışmış birçok kişinin aklını kurcalayan soru şu: DSÖ hala küresel sağlığa önderlik edecek ahlaki otoriteye sahip mi? Bir zamanlar tartışmasız kabul edilen bu otorite, tarafsızlığa, bilimsel güvenilirliğe ve sınırları aşan ortak bir insanlık duygusuna dayanıyordu. DSÖ’yü çiçek hastalığının eradikasyonu ya da çocuk felciyle mücadele gibi krizlerde dünyanın vicdanı yapan, yasal gücü değil, bu ahlaki sermayesiydi.
Ancak, COVID-19 sonrası yıllarda bu otorite sınandı — ve bazı gözlerde zayıfladı. DSÖ’nün güçlü devletlere fazla boyun eğdiği ya da pandemi sırasında yeterince kararlı davranmadığı yönündeki suçlamalar, bürokratik çekingenlik algısına dönüştü. Milliyetçi ve aşırı sağ hareketler, bu şüpheleri fırsata çevirdi; örgütü sıradan vatandaşlardan kopuk, “küreselci” bir araç olarak sundu.
Yükselen milliyetçilik, sağlığı dayanışma değil, egemenlik meselesi haline getirdi. “Ortak sorumluluk” fikri, yerini “kendini koruma siyaseti”ne bıraktı. Finansman krizleri, siyasallaşmış yönetim ve bağışçıların baskınlığı, DSÖ’nün bağımsız ahlaki hakem rolünü daha da aşındırdı.
Yine de kurumun hala yeri doldurulamaz bir gücü var: 194 üye devleti tek bir çatı altında toplayabilme kapasitesi. Dünyanın hükümetlerini —ne kadar anlaşmazlık içinde olsalar da— aynı masaya oturtabilmek, onun ahlaki sermayesinin ta kendisi. Asıl soru, DSÖ’nün bu meşruiyeti reform, şeffaflık ve cesaret yoluyla yeniden kazanıp kazanamayacağı.
Dr. Islam’a, DSÖ’nün hala ahlaki otoriteye sahip olup olmadığını sorduğumda, hiç tereddüt etmiyor: “DSÖ’nün ahlaki otoritesi derinden sınandı; tamamen kaybolmadı, ama artık öyle doğrudan kabul edilmiyor.” diyor. “Ben kuruma yirmi beş yıl önce katıldığımda, DSÖ yaygın olarak tarafsız, bilim temelli ve değer odaklı bir kuruluş olarak görülüyordu. Eşitlik, sağlık hakkı ve küresel dayanışma konularında ahlaki bir netlikle konuşurdu. Bu imaj son yıllarda soldu — özellikle diplomasiyi bütünlüğün önüne koyan, yetkiyi tepeye yoğunlaştıran bir liderlik kültürü altında.” Dr. Islam’ın yine de kurumun varlığına olan inancı sarsılmamış: “Tüm bu aksaklıklara rağmen DSÖ hala gerekli — belki de her zamankinden daha fazla. Düşük gelirli ülkelere ses verme, kriz zamanlarında geride kalmamalarını sağlama bakımından vazgeçilmez bir platform. DSÖ, evrensel üyeliğe, teknik uzmanlığa ve ülkeler arası salgın müdahalesini koordine etme yetkisine sahip tek küresel sağlık kurumu.”
Bunu kişisel deneyimleriyle söylüyor Dr. Islam, “140’tan fazla ülkedeki varlığı sayesinde DSÖ, özellikle ulusal kapasitenin sınırlı olduğu yerlerde, sağlık sistemlerine kritik destek sağlayabiliyor. Acil durumlarda, zamanında ve hayat kurtaran teknik yardım sunabiliyor. Pek çok durumda, diğer kurumların bulunmadığı yerlerde güvenilir bir ortak olarak devreye girdiğini bizzat biliyorum.”
Ama ardından da bir uyarı geliyor: “Dünyayı bir sonraki pandemiden sağ salim geçirecek ahlaki otorite garanti değildir. Bu otorite, reform ve ilkeli liderlikle yeniden inşa edilmelidir. COVID-19 sırasında DSÖ’nün bağımsız ve net hareket etme kapasitesi, siyasi baskılar, finansman bağımlılıkları ve diplomasiyi kararlı eylemin önüne koyan liderlik kültürü nedeniyle zayıfladı. Mevcut Genel Direktör döneminde genişleyen hiyerarşik yapı, siyasi saiklere ve kaynak kullanımının etkinliğine dair soruları artırdı. Belirsiz teknik görev tanımlarına sahip siyasi atamaların artması, kurumun inandırıcılığını zedeleme ve asli misyonundan sapma riski taşıyor.”
Kısa bir duraklamanın ardından sessizce ekliyor: “Ama bunlar amaca değil, yapıya ve yönetime ilişkin sorunlar. Dünya hala DSÖ’ye ihtiyaç duyuyor — bilimin koruyucusu, uluslararası sağlık eyleminin koordinatörü ve özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerin sesi olarak. DSÖ ahlaki liderliğini yeniden kazanabilir, ancak, bunun için şeffaflığa, teknik mükemmeliyete ve eşitliğe yeniden adanmalı; reformu bir eleştiri değil, yenilenme yolu olarak görmelidir. Peki, DSÖ hala önderlik edebilir mi? Evet, ama yalnızca daha fazla cesaret, bağımsızlık ve hesap verebilirlikle o kaybettiği ahlaki otoriteyi yeniden kazanırsa. Bir sonraki pandemi yalnızca teknik kapasite değil, ahlaki netlik de gerektirecek. DSÖ, siyasi bir aktör olarak değil, dünyanın sağlık vicdanı olarak yeniden sesini bulmak zorunda.”
Ben de Dr. Islam’ın bu görüşüne katılıyorum: DSÖ’nün ahlaki otoritesi sönmedi, yalnızca gölgede kaldı. Onun yeniden parlayıp parlamayacağı, küresel yönetişim sembolü olmaktan çıkıp adalet, alçakgönüllülük ve güven temelli bir sağlık dayanışması öncüsüne dönüşüp dönüşemeyeceğine bağlı.