Doç. Dr. Barış Adıbelli: Çin, Orta Doğu’dan tasfiye edildi

Etki Can Bolatcan

7 Ekim 2023, Orta Doğu jeopolitiği açısından bir milat oldu. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım, Amerikan emperyalizminin tüm bölgeyi kapsamına alan yıkım ve yeniden şekillendirme planına evrildi. Suriye’den Lübnan’a, İran’dan Yemen’e tüm orta doğu askeri zor ile emperyalizmin tahakküm alanına girdi. ABD-İsrail ortaklığında yıkım ve tehdide dayalı bu dönüşümün hedefi, kuşkusuz yalnızca İran ve bölgesel müttefikleri ile sınırlı değildi. Dumlupınar Üniversitesi öğretim üyesi, uluslararası ilişkiler uzmanı Doç. Dr. Barış Adıbelli ile 7 Ekim sonrası gelişmelerin Çin açısından önemini ve ABD’nin Çin politikasındaki yerini konuştuk. 

7 Ekim’den bu yana Orta Doğu’daki çatışmalar ve iktidar değişiklikleri aynı zamanda Çinin önünü kesme hamlesi olarak da düşünülebilir mi? İstikrarın ya da ABD çerçeveli çatışmaların Çin için değeri nedir? 

Çin Halk Cumhuriyeti’nin Orta Doğuya yaklaşımı 1950’lere kadar tarihlendirilebilir. İki önemli unsur üzerinden bölgesel politika geliştirmişlerdir. Birincisi ideolojiktir ve bu yaklaşım tüm soğuk savaş boyunca da devam etmiştir. Özellikle de 50’lerde Arap ülkeleriyle hızlı diplomatik ilişkiler kuran Çin, İsrail’in kendilerini tanıma girişimine karşı aynı duyarlılığı göstermeyerek İsrail’i tanımamış ve diplomatik ilişki kurmamıştır. Bunun gerekçesi hem Arap dostlarına ihanet edemeyeceğini göstermek hem de siyonizmin emperyalizmin bir parçası olduğuna olan inanç ve eleştirileridir. Dolayısıyla Çin-İsrail diplomatik ilişkileri ancak 1992 yılında kurulabilmiştir. Tüm bu süreç içerisinde Çin Üçüncü Dünya ile dayanışma bağlamında ideolojik bir zemin üzerinden orta doğuya, Arap ülkelerine ve en önemli sorunları olan Filistin sorununa yaklaşmıştır. Çin Filistin halkının en eski dostlarından birisidir. Özellikle 60’lar ve 70’lerde FHKC’ye önemli maddi ve manevi desteklerde bulunmuş, para ve silah yardımı yapmıştır. Keza Çin’in ulusal kurtuluş hareketlerini desteklediği bir dönemdir soğuk savaş dönemi. Bu dönem Çin’in orta doğuya bakışı tamamen ideolojiktir, aynı zamanda 60’lardan itibaren de SSCB ile yaşadığı rekabetin de bir yansımasıdır.  

Ancak Soğuk Savaş sonrası Çin’in orta doğuya bakışı ideolojik olmaktan çok jeopolitik bir boyut kazanmıştır. Zira Çin 1990’ların ortalarından itibaren enerjide dışa bağımlı hale gelmiş ve bu enerji ihtiyacını da tedarik ettiği en önemli merkez Orta Doğu olmuştur. Bu bağlamda ideoloji ikinci plana düşmüş, jeopolitik ihtiyaçlar birincil öncelik haline gelmiştir. Fakat Çin’in Orta Doğuya bakışı asla değişmemiş, bölgedeki stratejik ilişkileri hep devam etmiştir. Yine Filistin meselesinde her daim destek vermeye devam etmişlerdir. 2000’lerden itibaren ise Çin’in Orta Doğudaki varlığı ve yaklaşımı jeopolitiğin ötesinde artık ticari bir anlam da taşımaya başlamış, Çin Orta Doğunun en önemli ticari ortağı haline gelmiştir. O günden bugüne Çin’in Orta Doğu politikası istikrarlı bir çizgide sürmektedir. Özellikle 7 Ekim saldırısı öncesi Çin Suudi Arabistan ile İran arasında bir barış sağlamayı başarmış, iki ülkenin ilişkilerinin normalleşmesinde arabulucu rol üstlenmiştir. Ayrıca Suudi Arabistan ile Husiler arasındaki çatışma sürecini sona erdirmiş, nispeten göreceli bir barış ortamının doğmasını sağlamıştır. Bunların yanında 14 Filistin grubunu Pekin’e davet etmiş, aralarındaki itilafları çözmüş ve Filistin meselesi için birlikte hareket etme, birleşik bir cephe kurma sürecini başlatmıştır. Bununla da yetinmeyen Çin yine bölgeye milyarlarca dolarlık yatırım yapmıştır.  

Son iki senede Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ABD’nin Çin politikasına dair ne ifade ediyor? 

7 Ekim sonrası Gazze’de başlayan süreç tüm Orta Doğuya yayılarak ABD-İsrail ortaklığının bölgede siyaseti ve jeopolitikayı tamamen yeniden dizayn ettiği bir döneme sokmuştur. Tüm bu süreç içerisinde Esad rejimi devrilmiş, Rusya Suriye’den, Çin de tüm coğrafyadan dışlanmış, bir nevi tasfiye edilmiştir. Daha düne kadar ABD’nin görünürlüğünün neredeyse sıfır olduğu orta doğuda ABD görünür hale gelmiş, ülkelerle ittifak ilişkileri geliştirmiş, bunu yaparken de tehdit dilini kullanmaya gayret etmiş, şimdilerde ise İbrahim anlaşmaları ile Orta Doğunun yeniden şekillendirilmesini sağlamak adına girişimlerde bulunmaya başlamıştır. 

 Doç. Dr. Barış Adıbelli

PEKİN BÖLGESEL SORUNLARIYLA MEŞGUL

ABD’nin Orta Doğudaki askeri varlığını artırması ve İsrail, HTŞ gibi güçlerin daha aktif rol oynaması Çin’in jeopolitik varlığını nasıl etkileyecek? 

Şu anda Çin söylem bakımından güçlü bir Orta Doğu destekçisidir. Filistin için iki devletli çözümü destekliyorlar, Gazze ve Batı Şeria’nın geleceği açısından tüm meselelerde lehte açıklama yapıyorlar, BM süreçlerinde Filistinlilerin hep yanında duruyorlar. Ancak sahada Çin hiçbir şekilde görünür değil, herhangi bir askeri angajmana girmiyor. Bilindiği üzere Çin kendi ulusal güvenliğini ilgilendiren meselelerin dışında hiçbir ülke, halk ve topluluk için askeri angajmana girmemektedir. Bunun bir istisnası BM’nin Barışı Koruma misyonlarıdır. Bu bağlamda Çin gerektiğinde çatışmalara da girebilir. Bunun dışında Çin herhangi bir askeri ittifaka girmez, çevresinde dolaşmaz ve krizleri, çatışmaları, anlaşmazlıkları askeri yöntemlerle çözmeyi tercih etmez. Aksine bütün anlaşmazlıkları diplomasi ile çözmeyi tercih eder. Dolayısıyla Çin’in orta doğuda ABD ile çatışması gibi bir şey düşünülemez. 

Tayvan için bile şu anda kimseyle savaşmamış olan bir Çin’in Orta Doğu için ABD ile çatışması mümkün değildir. Bunu iyi bilen ABD bölgede dilediği gibi at koşturmaktadır. Şu anda Çin’in ana gündem maddesi kendi çevresindeki meselelerin halledilmesi üzerinedir. Örneğin yanı başındaki Myanmar meselesi, Hindistan ile sınır meselesi, Nepal ve Bangladeş’teki gelişmeler, Güney Çin Denizi ve Tayvan meselesi, Doğu Çin Denizi ve Japonya ile arasındaki egemenliği tartışmalı adalarla ilgili meseleler. Tüm bunlar Çin’in kendi etrafıyla ilgilenmesi için yeter de artar, dolayısıyla Orta Doğuya kadar uzanan bir jeopolitika şu anda mümkün değil. Şu anda bahsettiğimiz bölgesel meseleleri çözme adına önemli adımlar atmakta ve bunun için de elinden geleni yapıyor. 

Kuşkusuz Çin gibi büyük güçlerin hem Orta Doğu hem Afrika’da daha fazla sorumluluk alması gerekiyor. Esas olan bir güçler dengesinin uluslararası sistemde görünürleşmesidir. Güçler dengesi sistemi uluslararası sistemi istikrarsızlıktan koruyan en önemli mekanizmadır. O sebeple bu bağlamda Çin’in sorumlu bir büyük güç olarak hareket ederek başta Gazze meselesi olmak üzere İsrail’in Orta Doğudaki saldırgan tutumunu durdurması gerekmektedir. Bugünlerde Faşizme Karşı Zaferin 80. Yıl dönümünü kutlayan Çin, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da yürütmüş olduğu Siyonist faşizme karşı da dur demelidir. Bu Çin’in tarihsel olarak dünya halklarına karşı bir sorumluluğudur. Çin bu sorumluluktan kaçmamalı, tarihsel sorumluluğunu yerine getirmelidir. Dün Japon faşizmine karşı dur diyen Çin, bugün Gazze’de Siyonist faşizmine de dur demelidir.