Dışarıdan gelen her uyaranın büyüdüğü, insanın içsel dengesinin inceldiği bu hâl, giderek daha çok kişide görünmeye başlıyor. Dünya hızlanırken insanın dayanıklılığı aynı hızda yenilenmiyor, bu eşitsizlik farklı bir yorgunluk yaratıyor. Yorgunluk yalnız bedene değil, algıya da işliyor. Kişi artık dışarıdaki hareketleri değil, o hareketlerin kendi içinde yarattığı dalgaları izlemeye başlıyor.
Ben de bir süredir böyle hissediyorum. Dışarıdaki kalabalık değil beni yoran; kalabalığın bende uyandırdığı titreşim oluyor. Sesler üzerime gelmiyor, ben seslerin içine doğru inceliyorum sanki.
Bu yeni hal, dış dünyayla mücadeleyi değil, dış dünyayı taşıma biçimimizi dönüştürmeye başlıyor. İnsan, kendini korumaya çalıştıkça içindeki ölçüsüz duyarlılık daha fazla beliriyor. Bir adım geri çekilmek bile bazen bir varlığın kendine yönelttiği soruya dönüşüyor:
Neden bu kadar yoruluyorum?
Neden dünyayla bu kadar temas halindeyim?
Ve neden bu temas artık eskisi kadar doğal hissettirmiyor?
Ben bu soruların kesin bir cevabını bulamıyorum. Ama soruların kendisi bende bir farkındalık açıyor. Yorulmamın nedeni zayıflık değil, algımın fazla açık olması gibi geliyor.
Güvenli alan, bu nedenle giderek soyut bir anlam kazanmaya başlıyor. Artık sadece evin içi değil, bazen bir nefes aralığı, bazen bir sandalye, bazen bir gölge… İnsan kendini nerede biraz daha bütün hissediyorsa, güvenli alan orada beliriyor. Burası dış dünyanın sesinin azaldığı değil, kendi sesinin duyulur hale geldiği bir yer oluyor.
Ben eve girince bunu daha net hissediyorum. Sessizlik bir ödül gibi değil, kendime geri dönmek için bir kapı gibi açılıyor. İçimdeki çatlaklar aynı duruyor, ama onları taşıyabildiğim bir alan oluşuyor.
Bu farkındalık kendiliğinden bir kabullenmeye dönüşüyor,
İçsel titreyiş geçmiyor, ama yönetilebilir bir hale geliyor.
Dünya ağırlaşmıyor, ama insan kendi ağırlığını daha anlaşılır kılıyor.
Huzursuzluk kaybolmuyor, fakat tanıdık bir ritme dönüşüyor.
Ve insan, dönüştüğü bu yeni ritmin içinde yürümeye devam ediyor.
Her adım bir yük taşımıyor artık; her adım bir deneme haline geliyor.
İnsan kendine şöyle demeye başlıyor:
“Tam olarak iyi değilim, ama taşıyorum.
Tam olarak güçlü değilim, ama devam ediyorum.”
Ben de böyle devam ediyorum. Yorulduğum yerlerde yavaşlayarak, hızlandığım yerlerde şaşırarak… Kendimi anlamaya çalıştıkça dünyanın beni daha az zorladığını fark ederek.
Sonunda anlaşılıyor:
Dış dünyanın uyaranları bitmiyor, azalmıyor, sakinleşmiyor.
Ama insan iç dünyasının akışını tanımaya başladığında uyaranların keskinliği yumuşuyor.
Dünya aynı kalıyor, algı değişiyor.
Ve insan, bu değişimin içinde kendine daha geniş bir yer açmaya başlıyor.
Ben o geniş alanı buldukça nefesim açılıyor. İçim çok kalabalık olsa bile, kendime yer ayırabileceğimi anladıkça biraz daha dayanabiliyorum.
Belki de mesele dünyanın gürültüsünden kaçmak değil,
o gürültüyü taşıyacak kadar kendine yaklaşmakta yatıyor.
Ve belki de bütün bu çabanın sonunda fark ediliyor,
hayatın ağırlığı her zaman dışarıdan gelmiyor.
Bazen insan kendi içindeki derin açıklıktan yoruluyor,
kendi duyarlılığının keskinliğinde inceliyor,
kendi kalabalığının içinde kayboluyor.
Ama yine de bir yerlerde küçük bir sessizlik beliriyor.
Bir nefes aralığı, bir kapı eşiği, bir sandalye, bir an…
Ve insan o küçücük boşlukta kendine yaklaşmaya başlıyor.
Ben o boşluğu her bulduğumda biraz daha hafifliyorum.
Dünya aynı hızla dönüyor, uyaranlar aynı gürlükte akıyor,
ama ben, kendi içime açtığım alanda
kendimi yeniden topluyorum.
Belki de bütün mesele bu,
hiç bitmeyen gürültünün içinde kendi sessizliğini duyabilmek.
Dışarıdan Değil, İçeriden Yorulmak- Anksiyetenin Varoluşa Sızdığı Anlar was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.