Dipte eşitlenenler: Emekçiler ve emekliler neden ve nasıl yoksulluğa mahkûm edildi?

Semih Güven 

Emekçilerden emeklilere toplumun geniş kesimi işsizlik ve düşük ücretlere mahkûm edilmiş durumda. Peki bu sürece nasıl gelindi? İktidar ve sermaye kesimi neyi amaçlıyor? Emek kesimi için çıkış yolu nedir?

Tüm bu soruların yanıtlarını BirGün Gazetesi Yazarı Prof. Dr. Aziz Çelik’e sorduk.  

Türkiye’de asgari ücretle çalışanların oranı her yıl artıyor. Bu durum, sizce işgücü piyasası, gelir dağılımı ve ekonomik model açısından ne ifade ediyor? 

Türkiye’de asgari ücretle çalışanların oranı ücretle çalışanların yarısına yakın. Bunun nedeni diğer ücretlerin asgari ücretten az artması ve tüm ücretlerin asgari ücrete yakınsaması. Asgari ücret sınırlı bir çalışanı ilgilendiren değil ortalama ücret haline geldi. Öte yandan pek çok başka gösterge de asgari ücrete bağlı. İşsizlik ödeneği, SGK primleri gibi. Bu durum asgari ücreti neredeyse en önemli ücret belirleyeni haline getiriyor. Bu durum emek gelirlerine sınıf içi müdahale anlamına geliyor. İronik biçimde sınıf içi dağılım eşitleniyor. Bütün çalışanlar dipte eşitleniyor. Buna karşın sınıflararası uçurum artıyor. Gelirin sınıfsal dağılımı bozuluyor. Bu durum düşük ücret politikasının sonucudur. Düşük ücret ve kemer sıkma politikası mevcut ekonomi politikasının alametifarikasıdır. Aslında neoliberalizmin alametifarikasıdır demek daha doğru. 

Açlık ve yoksulluk sınırına ilişkin veriler, asgari ücretle arasında ciddi bir fark olduğunu gösteriyor. Bu tabloyu ekonomik açıdan nasıl yorumlarsınız? 

Bu durumu kısaca pahalılık olarak adlandırmak mümkün. Bu durum enflasyon verilerinin gerçeği yansıtmadığının bir diğer kanıtı. Bu nedenle asgari ücret tartışmasını TÜİK’in hayali enflasyon verilerine göre değil geçim şartlarına göre yapmak lazım. Önemli olan ücretin miktarı değil, geçinmeye yetip yetmediğidir. Ekim 2025 itibarıyla açlık sınırı 28-29 bin, tek bir işçinin yaşam maliyeti 40 bin TL, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 90 bin lira civarında. Bu miktarların 2026 yılında artmaya devam edeceği düşünülecek olursa asgari ücretle ilgili konuşulması gereken miktarlar şu an konuşulanların çok ötesinde olmalı. 

Türkiye’de işgücü piyasasını nasıl değerlendirmek lazım? TÜİK verilerine göre işsizlik yüzde 8,5 seviyesinde fakat atıl işgücü de yükseliyor. Bunun sebebi nedir? 

Türkiye’de işgücü piyasasının en temel sorunları düşük ve güvencesiz istihdam oranları ile yüksek işsizlik oranlarıdır. Türkiye’de istihdam oranı yüzde 50 civarındadır. Oysa AB ülkelerinde bu oran yüzde 70’e yaklaşıyor. Türkiye’de istihdam oranının düşük olmasının temel sebebi kadınların istihdamının çok çok düşük olmasıdır. 2025’in 3. çeyreğinde resmi istihdam oranı yüzde 49 iken kayıtlı ve tam zamanlı istihdam (KATİ) oranı yüzde 34,3’te kaldı. Çalışabilir 100 kişiden sadece 34’ü tam kayıtlı ve tam zamanlı istihdam ediliyor. İşgücü piyasasının diğer önemli sorunu ise işsizlik. Resmi veya manşet işsizlik oranı yüzde 8,5 ve işsiz sayısı 3 milyon iken atıl işgücü (geniş tanımlı işsizlik) ise yüzde 30’a yakın ve 12 milyonun üstünde. Manşet işsizlik buzdağının sadece görünen kısmıdır. Asıl kritik olan geniş tanımlı işsizliktir. Arada yaklaşık 21 puan fark vardır. Dar tanımlı (manşet) işsizliğin düşük olma sebeplerinden biri hesaplama tekniği. Çünkü dar tanımlı işsizlik sadece son dört hafta içinde iş arama kanallarından birini kullananları esas alıyor. 5 hafta önce iş arayanı hesaba katmıyor. Ümidi kırılıp iş aramaktan vazgeçenleri hesaba katmıyor. Öte yandan kısmi zamanlı çalışıp tam zamanlı çalışmak isteyenlerin sayısı artıyor. Çünkü geçim sıkıntısı artıyor. Kısaca ekonomi yeterli istihdam yaratamıyor. Bu nedenle istihdam düşük kalırken geniş tanımlı işsizlik büyüyor.

Türkiye’de uzun yıllar yüksek enflasyonun nedeni çalışan ücretlerine yapılan zamlar olarak ifade ediliyordu. Buna karşın hedef enflasyon oranında zam yapılmasına rağmen enflasyon düşmedi. Peki enflasyon neden düşmüyor? 

Türkiye’de enflasyonun sebebinin ücretler olduğu iddiası bir neoliberal ve ana akım ekonomi safsatasıdır. Ücret artışları enflasyonun önünden değil arkasından geliyor. Ücret artışları çok sınırlı hallerde enflasyonist bir etki yaratabilir. Örneğin sendikaların pazarlık gücünün çok yüksek olduğu ve firmaların kapasite kullanım sınırına geldiği istisnai hallerde ücret artışları enflasyonist etki yaratabilir. Bunun dışında ücret artışlarının enflasyonist etkisi neredeyse yoktur. Türkiye’de bu koşullar yoktur. Ne sendikalar ücretleri çok fazla artıracak kadar güçlü ne de kapasite kullanımın sınırına gelmiş bir ekonomi var. Türkiye’de enflasyon kâr itilimli, döviz kaynaklı, arz sıkıntılarına bağlı ve kamunun izlediği vergi ve fiyatlandırma politikasına bağlı. O nedenle yanlış teşhis çözüm olmuyor. Sebep ücretler olmadığı için ücretleri baskılamak çözüm olmuyor. Dahası düşük ücret ve ücretleri bastırma yaklaşımı ekonomiyi yavaşlatır ve işsizliğe yol açar. Çünkü emek gelirlerinin çok önemli bir bölümü ihtiyaçlar nedeniyle talebe dönüşür. Bu talebi kısarsanız ekonomiyi yavaşlatırsınız. Ücret artışlarının enflasyona sebep olduğu hem hatalı hem tehlikeli bir safsatadır. 

Türkiye’de emekçiler kadar emekliler tepkilerini sıklıkla dile getirmeye başladı. Emekli aylıklarına neden kayda değer zam yapılmıyor? İktidar neden bu konuda adım atmıyor? 

Emekliler açısından bıçak kemiğe dayandı. En düşük emekli aylığı 16 bin 881 TL iken ortalama aylık 21 bin TL civarında. Neredeyse emeklilerin tamamı dipte eşitlenmiş durumda. Bu durum büyük tepki yaratıyor. Türkiye’nin en önemli sosyal meselesi şu anda emeklilerdir. Emekli aylıklarının düşük olmasının sebebi iktidarın SGK’yi ve devleti bir şirket gibi yönetmesidir. Bu politikanın temelleri 2006-2008 yıllarında atıldı ve emekli aylıkları sistemli olarak düşürüldü. Aylık bağlama oranları düşürüldü, emeklilerin ekonomik büyümeden aldığı pay yüzde 100’den yüzde 30’a düşürüldü. Emekli aylıklarının alt sınırı yüzde 70’lerden yüzde 35’e düşürüldü ve emekliler resmi enflasyona mahkum edildi. Bunun sonucunda emekli aylıkları düştü. Sosyal güvenliğe yapılan kamu desteğinin bütçedeki payı yüzde 20’lerden yüzde 12-13’e düşürüldü. Emekliler için kamu harcamaları kısıldı. Bunun nedeni denk bütçe ve denk SGK bütçesi safsatasıdır. “SGK’nin kendi geliri giderini karşılasın” dendi. SGK’ye aktarılan kamu kaynakları için “kara delik” dendi. Öte yandan düşük istihdam, düşük ücret ve yüksek kayıt dışılık nedeniyle SGK gelirleri de sınırlı kaldı. Tüm bunlar sonucunda emekli aylıkları düştü. Hükümet seçim dönemi olmadığı için kemer sıkmayı tercih ediyor. O yüzden emekli aylıkları sefalet düzeyine düşüyor. 

Türkiye’de emek hareketi bu sürece emekçiler lehine nasıl müdahale edebilir? Emek gaspı nasıl önlenebilir? 

Bunun en önemli yolu birleşik bir emek hareketi yaratmak. Bir yandan sendikaların öte yandan emekli örgütlerinin temel sorunlar etrafında bir araya gelmesi ve bir mücadele programı oluşturması lazım. Ancak sendikaların önemli bir bölümü hükümet güdümünde ve mücadeleden oldukça uzak. Bu oldukça önemli bir açmaz. Emekçilerin bir yandan örgütlü güçleriyle öte yandan siyasal tercihleriyle bu gidişe dur demesi lazım.