İrem Yıldırım
Dilovası’nda yaşanan patlama tek adam rejiminin ülkeyi hızla sürüklediği çürümüşlüğün portresini çıkardı. Ravive Kozmetik parfüm doldurma işletmesinde meydana gelen patlamada 2’si çocuk 6 kadın işçi hayatını kaybetti. İşletmede çalışan işçiler sigortasız, yevmiyeleri asgari ücretin altında, yemek ücretleri 70 lira. Patlamada hayatını kaybeden Esma Dikan’ın eşi neden bu koşullara mecbur kaldıklarını özetliyor: “Ben 20 bin lira kira veriyorum, üç çocuğum var. Asgari ücretle çalışıyorum, bu durumda olmasam eşimin burada çalışmasına izin vermezdim. Geçim derdinden.” Kayıt dışı istihdam, denetimsizlik ve güvencesizlik emek piyasasında öncelikli kural olmuşken aynı zamanda çocuk işçiliği başlı başına bir iktidar politikası haline geldi. Dilovası’nda yaşanan katliam münferit olmadığı gibi emek rejiminin en vahşi ve bir o kadar yaygın veçhesini gözler önüne serdi.
MEMLEKETİN MİNYATÜRÜ DİLOVASI
Rejim, Ortadoğu’da ABD ve İsrail merkezli yeni dizaynın ihtiyaçlarına göre pozisyon alırken içeride iktidarını tahkim edecek baskı ve zora dayalı hamlelerini sürdürüyor. Ülkeyi seçimsiz ve muhalefetsiz bir yola doğru sürüklerken siyasallaşan yargı rejimin elinde bir sopaya dönüşmüş durumda. Medya yeniden dizayn ediliyor, rejime karşı her tepki iktidar tarafından suç unsuruna dönüştürülüyor. Ortadoğu’da emperyalist dizaynın ikinci evresinde alınan pozisyon, içerideki baskı ve şiddet; iktidarın yeni bir rejimin inşasına doğru yaptığı planları ortaya çıkarıyor.
İktidarın kurmaya çalıştığı gerici rejimin yansımaları emek cephesinde de giderek belirgin hale geliyor. Rejim Türkiye’nin içerisinde bulunduğu politik, ekonomik ve bölgesel krizleri vahşileşen emek rejimiyle çözmeye çalışıyor. Ulusal ve uluslararası sermayeye grev yasaklarından ve güvencesiz, ucuz iş gücünden oluşan bir ülke armağan etmenin peşindeler.
Gerici rejimin bu doğrultuda emek rejimini oturttuğu üç unsur ortaya çıkıyor.
İlki, MESEM projesiyle kurumsallaştırılan ve giderek yaygınlaştırılan çocuk işçiliği. İkincisi, adına aile yılı dedikleri bir dizi gerici politikalarla kurulan; tüm toplumsal yeniden üretimin yükünü sırtlanacak, sanayiye daha fazla çocuk işçi yetiştirecek, kayıt dışı istihdamda ucuz iş gücü olarak çalışacak kadın emeği. Son olarak, emeğin hiç bitmeyen OHAL koşulu, başka bir ifadeyle talep eden ve direnen emekçiye yasak, baskı ve sopa hali.
EMEKÇİ HALKIN ÇOCUKLARI SANAYİYE
AKP’li yıllarla beraber çocuk işçilik bir politika haline getirilerek kalıcılaştırıldı.
Milli Eğitim Bakanı Tekin, “12 yıllık zorunlu eğitimden iş dünyası rahatsız, eleman temin edemiyorlar” diyerek rejimin emek politikalarındaki yeni kırmızı çizgisinin çocuk işçiliği olacağını ortaya çıkardı. Eğitim bir kamusal hak olmaktan çıkartılarak emekçi halkın çocukları özellikle sanayiye ucuz işgücü olarak yönlendiriliyor. Derinleşen yoksullukla birlikte hanedeki yetişkinlerin maaşları geçimi sağlamaya yetmiyor. Böylece çocuklar MESEM’e yönlendiriliyor. Ancak sefalet koşullarıyla oluşan bu tablo iktidar tarafından bir “toplumsal talep” olarak sunuluyor. Eğitimin yalnızca parayla satın alınır bir hizmet haline getirildiği, geriye kalan tüm eğitim alanının emekçi halkın çocuklarının erken yaşta iş gücü olarak yetişmesine göre dizayn edildiği bir süreç söz konusu. Bu projeyle atölyelerde çalıştırılan çocukların aldığı ücret, asgari ücretin üçte biri, kaynağı ise İşsizlik Fonundan aktarılıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) 2025 yılına ait verileri, hayatını kaybeden çocuk işçilerin neredeyse tamamının düşük gelirli ve kayıt dışı ekonomide yer alan ailelerden geldiğini gösteriyor. Bütçenin sermayeye mi yoksa topluma mı pay edileceği siyasal iktidarın politik tercihine bağlıdır. Önümüzdeki dönem iktidarın politik tercihlerini daha iyi anlamak için İSİG’in son çocuk işçi cinayeti verilerine bakalım:
• 2024 Eylül-2025 Ağustos eğitim-öğretim yılında en az 72 çocuğun çalışırken hayatını kaybettiği tespit edildi.
• Son olarak 14 Kasım 2025 tarihinde MESEM kapsamında çalışan Alperen Uygun asansör boşluğuna düşerek hayatını kaybetti ve 2025 yılında iş cinayetine kurban giden çocuk işçi sayısı 78’e yükseldi.
• MESEM ile birlikte 15 çocuk hayatını kaybetti.
• 2013-2025 yılları arasında 770 çocuğun çalışırken hayatını kaybettiği tespit edildi.
• 12 yılın verilerine bakıldığında çocuk işçi ölüm oranlarının giderek sanayiye; kırdan kent merkezi ve çeperlerine doğru kaymaya başladığı görülüyor.
• İstihdamda yer alan 15–19 yaş aralığındaki 1.6 milyon çocuk ve gencin %40’ı kayıt dışı çalıştırılıyor. Kayıt dışı ve ucuz işgücü olarak çalıştırılan çocuklar böylece istihdamın en kırılgan kesimleri haline geldi.
KRİZİN YÜKÜ KADINLARIN OMUZLARINDA
Neoliberal güvencesizlik ve gericiliğin el ele verdiği politikaların adına “Aile yılı” denildi. Sosyal politikaların ortadan kaldırıldığı, bu boşluğu dolduracak siyasal İslamcı sosyal yardım ağlarının yetersiz kaldığı ve hepsine paralel olarak yoksulluğun giderek derinleştiği koşullarda iktidar tarafından kadınlara neoliberal krizi hafifletecek gerekli roller biçildi. Kutsal annelik ideolojisiyle kadınlardan toplumsal yeniden üretimi sağlayacak ev içi emeği sürdürmeleri, devletin neredeyse tamamen çekildiği bakım emeğini (hasta, çocuk, yaşlı) gönüllülükle ya da mecburen kadınların üstlenmesi bekleniyor.
Aynı zamanda iktidarın aile yılında kadınlardan beklentisi, sermayenin çocuk iş gücü ihtiyacının karşılanması oldu. Kadınlar gerici rejimin önceliklendirdiği ev içi rollerinin ardından “ek gelir getirici” faaliyet olarak görünmezleştirilen enformel emek piyasasında ucuz işçi olarak giderek artan oranda istihdam ediliyor. ILO 2024 verilerine göre Türkiye’de enformel sektörde çalışanların %34.9’unu kadınlar oluşturuyor. Yaşlı yoksulluğunun kadınlar için sonuçları daha ağır oluyor.
• 65 yaş üstü kadınların üçte biri herhangi bir gelir kaynağından, istihdama katılmamış ya da kayıt dışı çalışmış kadınlar ise emeklilik hakkından yoksun. Neoliberal politikaların sonucu olarak giderek güvencesizleşen yaşlılık, kadınlar için katmerli bir ekonomik kırılganlık yaratıyor.
EMEĞİN OHAL KOŞULU
Neoliberalizmin otoriterleşmesine paralel olarak Türkiye’de emek rejiminin karakteri de giderek otoriterleşiyor. Emeğin politik ve örgütsel gücünün parçalanması amacıyla topyekun bir saldırı hali mevcut. Direnişlere polis ve jandarma saldırısı, siyasallaşan yargı eliyle korkutma politikası ve grev-eylem yasaklarıyla sürekli bir OHAL koşulu inşa edildi. Emekçilerin hakları ve yaşamları için mücadele etme ve dayanışma pratiklerini inşa edebilme kapasitesi otoriter politikalarla sınırlandırıldı. Bu nedenle siyaset emeği dışlayan ve yalnızca siyasi elitlerin arasında vuku bulan bir alana sıkıştı.
Emeğin baskıyla giderek örgütsüzleştirilmesi ve sınıfı için bir özne olarak politika alanından silinmesiyle beraber işçi sağlığı güvenliği hizmetlerinin piyasalaştırılması tüm ülkeyi işçi mezarlığına çevirdi.
• İSİG verilerine göre 2025 yılının ilk 9 ayında 1566 işçi çalışırken hayatını kaybetti. AKP iktidarı boyunca yaklaşık 35 bin işçi çalışırken hayatını kaybetti. Sermaye için yok sayılan yaşamların ardından iktidar her ne kadar yıllardır ‘kader’ dese de gerçeklik bir toplumsal cinayettir.
Öte yandan sendikasızlığın ve örgütsüzlüğün yaygınlığının sonucu olarak asgari ücret genel ücret haline getirildi. AKP iktidarı boyunca peşi sıra getirilen grev yasaklarıyla emeğin üzerinde bitmeyen bir OHAL koşulu yaratıldı. Giderek artan borçlanma emeğin örgütlülüğünü engelleyen faktörlerden biri haline geldi. İktidar ise tüm baskı ve zor aygıtlarıyla açığa çıkan her emek mücadelesini bastırmaya çalışıyor.
Maaş alamadıkları için grev hakkını kullanan ancak haksız şekilde işten çıkarılan Şık Makas/CRS işçilerinin temsilcisi Buse Kara hakkında sosyal medya hesabındaki paylaşımları gerekçe gösterilerek ev hapsi ve yurt dışı çıkış yasağı verildi. Ücretli çalışanların istihdamdaki payı giderek artarken iktidarın sadece baskıya dayalı politikalarını nereye kadar sürdürebileceği ise önümüzdeki dönemin sorularından biri.
GÜVENCESİZLİK VE YOKSULLUKTA BİRLEŞENLERİN DEĞİŞİM TALEBİ
AKP iktidarı uzun yıllar neoliberal politikaların uygulanabilirliğini vakıf, tarikat ve cemaatler eliyle kurduğu sosyal yardım ağlarıyla sağladı. Bu sosyal yardım ağını siyasal ilişkileri doğrultusunda kullandı ve AKP kendisine bu şekilde rıza üretti. Gelinen noktada neoliberal politikaların neden olduğu krizin faturası emekçi halka kesiliyor. Derinleşen yoksulluk, siyasal İslamcı rejimin sosyal yardım ağlarıyla üzerini örtebileceği bir boyutta değil. Rejimin bunu sürdürebilme kapasitesi de ortadan kalkmış görünüyor. İktidar geçmiş yıllarda kolay borçlanma ile tüketimde artışı sağlarken artık temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan emekçi halk için borçlanmak mecburiyet haline gelmiş durumda.
YAŞLI YOKSULLUĞU DERİNLEŞİYOR
Devlet, yaşlılık gelirlerini garanti edemez hale geldi. Dört kişilik bir ailenin yeterli beslenebilmesi için belirlenen açlık sınırı Ekim ayında 28 bin 412 TL, yoksulluk sınırı ise 92 bin 547 TL olarak hesaplandı. 16.000 lira emekli maaşı ile açlık sınırına dahi yaklaşamayan emeklilerin yaşam hakkı ellerinden alınıyor. Dolayısıyla emekliler enformel emek piyasasında çalışmaya devam etmek zorunda kalıyor.
• Ekim ayında 65 yaş üstü 14 işçi iş cinayetinde hayatını kaybetti. Bu işçi cinayetlerine son olarak Ordu’nun Fatsa ilçesindeki taş ocağında 75 yaşında çalışmaya mahkum edilen ve göçük altında kalarak hayatını kaybeden Mustafa Ahmet Şahin eklendi.
62. Altın Portakal Film Festivalinde ödül konuşmasında sanatçı Bilge Şen ise Türkiye’de yaşlı yoksulluğunu açıkça ifade etti:
“65. senem, hala çalışıyorum. (…) devlet o kadar az maaş veriyor ki yoksulluk sınıfının altındayım. Özel ders veriyorum. 81 yaşında hala çalışıyorum.”
GENÇLER KRİZ SARMALINDA
Gençler ise sefalet ücreti ve barınma krizi sarmalı arasında kent yoksulları arasına dahil oluyor. Aldıkları eğitimin nihayetinde insanca yaşama koşullarına sahip olacaklarına inandırılmış olan gençler, üniversiteden mezun olduklarında asgari ücrete yakınsayan ücretlere mahkum bırakılıyor. İstihdama katılamayanlar ise diplomalı işsizlikle karşı karşıya kalıyor.
Eurostat verilerine göre Türkiye, 2024 yılında 33 ülke arasında üniversite mezunlarının işsizlik oranının genel işsizlik oranını aştığı tek ülke oldu. AKP milletvekili Orhan Yegin’in “yurt krizi yaygarası” olarak ifade ettiği barınma krizi eğitimde, eğitimin dışında, istihdamda ya da istihdamın dışında tüm gençler için katmerli bir problem haline geliyor. Bu neoliberal kriz aynı zamanda hem istihdamda yer almayan hem de eğitim sürecinde bulunmayan ev genci olgusunu yaratıyor.
• TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2024 yılında ev genci sayısı 4,7 milyona ulaştı.
Yukarıdaki tüm veriler; temel yurttaşlık haklarına erişemeyen, atomize edilmiş, sistemin ve rejimin yarattığı sorunlarla yalnız mücadele etmeye çalışan toplumun en geniş kesimini işaret ediyor. Emeğin sömürüsünden ve yoksulluk hallerinden bahsederken hukuk zemini üzerine kurulu yurttaşlık hakları etrafında düşünmek uzun zamandır mümkün değil. Güvencesizleştirilmiş, çalışma saatleri uzamış, asgari ücreti genel ücret haline, denetimsizliği ise kural haline getirmiş, örgütsüz emeğin halidir mevcut emek rejimi. Adına dileyen zombi neoliberalizmi veya canavarlar çağı diyor. Ne denirse densin, vahşi sistemin acımasız rejimlerinden kurtulmak ve yurttaşlığın onurunu yeniden kazanmak bugünün yegane sorumluluğu olarak duruyor.