“Çeviriden Tanıklığa: Ölü Kızlar’ın gerçek hikâyesi”

Y. Emre Ceren

Jorge Ibargüengoitia’nın sarsıcı romanı Ölü Kızların Türkçe çevirisi okurlarla buluştu. Gerçek bir suç vakasından esinlenen eser, belgesel diliyle roman estetiğini ustalıkla harmanlıyor.

Biz de Elif Kaya ile hem çeviri sürecini hem de Ibargüengoitia’nın benzersiz anlatı dünyasını konuştuk. 

Öncelikle nispeten yeni bir çevirmen sayılırsınız. Çeviri maceranız nasıl başladı ve yolunuz “Ölü Kızlar” ile nasıl kesişti? 

Okuma yazmayı öğrendiğim günden bu yana İspanyolca ve İspanyol kültürüyle iç içe oldum. Bu süreç boyunca çeviri, hayatımın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Yıllarca farklı kitapların hazırlık aşamalarında da yer aldım. Ancak kitap çevirisi yapmak benim için hiçbir zaman bir zorunluluk ya da devamlılık değildi. Her zaman gerçekten ilgimi çeken metinleri çevirmeyi istedim ve yolculuğumun da bu şekilde devam edeceğini düşünüyorum. 

Jaguar Kitap’ın sahibi Behlül Bey, bir sohbetimiz sırasında bana Jorge Ibargüengoitia’dan ve Ölü Kızlar’dan bahsetti. Kitabı incelediğimde yazarın üslubuna ve kullandığı anlatım tekniklerine hayran kaldım. Latin Amerika ve özellikle Meksika kültürüne duyduğum ilgi ve o coğrafyayı yakından takip etmem bu kararı vermemde etkili oldu. Böylelikle aklımda o dönemde kitap çevirmek gibi bir düşünce yokken kendimi Ölü Kızlar’ın çevirisini üstlenmiş olarak buldum. 

Yazarın çok farklı bir üslubu var. Yer yer belgesel dili hâkimken, yer yer tutanaklar, zabıtlar ve sorgular üzerinden ilerliyor metin. Zaman zaman da kişilerin itirafları mevcut. Siz yazarın bu eserindeki üslubu nasıl buldunuz? 

Bana göre Ibargüengoitia’nın üslubunu en çarpıcı kılan nokta, farklı anlatım biçimlerini büyük bir ustalıkla harmanlaması. Belgesel diliyle gerçeklere dokunuyor, tutanaklar ve sorgularla olaya resmi bir ağırlık katıyor, ardından karakterlerin itiraflarıyla insan ruhunun en gizemli ve samimi yanlarını açığa çıkarıyor. Bu geçişler metni dolambaçlı bir yapıya kavuşturuyor ve okura hem bir mahkeme dosyasının soğukluğunu hem de bir insanın hikâyesinin sıcaklığını aynı anda hissettiriyor. Benim için bu üslup, eseri daha da unutulmaz kılan bir özellik. 

Sürekli aniden değişen zamanlar ve geçişler söz konusu. Çeviri açısından zorluk yarattı mı bunun takibi? 

Evet, metinde sürekli zaman atlamaları ve ani geçişler var. Bu durum ilk başta takip açısından biraz zorlayıcı olabiliyor. Yine de ben bunu bir dezavantaj değil, aksine metnin temposunu artıran bir unsur olarak gördüm. Çeviri sırasında bu geçişleri net ve akıcı kılmaya özellikle dikkat ettim. Okurun metnin bu temposunu kaybetmemesi benim için çok önemliydi. 

Netflix vb gibi platformlarda gördüğümüz suç belgesellerini andıran şekilde hiç pasifleşmeyen bir anlatı vardı. Hatta sorgularda verilen konuyla alakasız detaylarla daha da renkli hale gelmiş. Anlatıya dair çevirmeni olarak düşünceleriniz neler? 

Gerçekten de kitabın anlatısı Netflix’te izlediğimiz suç belgesellerini andırıyor. Zaten kitap yayımlandıktan kısa bir süre sonra Netflix’te dizi versiyonu gösterime girdi. Yönetmen kitaptaki cümleleri bire bir kullanmış olsa da izleyicinin ilgisini çekmek için anlatıda hiç yer almayan sahneler yaratmış. Ben her zaman şuna inanıyorum: Bir kitabı okurken her okurun zihninde kendine özgü bir dünya kuruluyor. Karakterlerin yüzleri, mekânların atmosferi, hatta sesler ve duygular bile okurun hayal gücüne göre şekilleniyor ama dizi ya da film uyarlamaları bu hayali alanı bir kalıba sokuyor. Bir noktada okurun özgürce kurduğu imge dünyasını yıkabiliyor. Bu nedenle dizinin sadece ilk bölümünü izleyebildim, devam edemedim. Elbette bu tamamen benim fikrim. Hem kitaba hem de diziye dair olumlu yorumlar beni mutlu ediyor. 

Kitaba ve anlatısına gelirsek… Hiç durağanlaşmıyor, sürekli bir hareket ve merak duygusu var. Özellikle sorgularda verilen, konuyla doğrudan alakalı olmayan ama karakteri canlı kılan küçük detaylar metne renk katıyor. Çevirirken benim için en keyifli noktalar bunlardı. 

Peki kitaba konu olan suçların ve mekânların gerçekle bir bağı var mı? 

Ölü Kızlar, kurmacayla gerçeğin kesiştiği bir evrene sahip. Ibargüengoitia, Meksika’da yaşanmış ve kamuoyunda büyük yankı uyandırmış bir suç vakasından hareketle, belgelerden, tutanaklardan ve tanıklıklardan beslenen bir anlatı kuruyor. Mekânlar ve karakterler birebir aynı değil ama gerçek olayın ruhu, romanın dokusunda çok güçlü bir şekilde hissediliyor. Bu da eseri hem bir edebî kurgu hem de toplumsal bir tanıklık haline getiriyor diyebilirim.