ÇERÇEVELERİMİZDE KAYBOLMAK

Photo by pine watt on Unsplash

Var olan gerçeklikle bizim algıladıklarımız arasında bazen koca bir uçurum olsa da biz algıladıklarımızla şekillenen dünyamızda çoğu zaman kendimizden emin bir şekilde yaşıyoruz.

Hayatımız önce duyu organlarımız vasıtasıyla algıladıklarımızla sonrasında doğumumuzdan itibaren üzerimize giydirilen gömleklerle şekilleniyor. Ve biz de çevremizle inşa ettiğimiz kemik çerçeve ile oradan oraya koşturup doğrunun bu olduğunu haykırıyor, çerçeveye sığmayanları sınır dışı ediyoruz.

Yargılarımız da bu algı aldatmacasının sonucunda kendimizde haklı gördüklerimiz olarak kılıca dönüşüyor. Sapı bende ucu çerçevem dışındaki herkese değecek şekilde.

En son ne zaman kendimize döndürdük aynaları veya çerçevelerimizin ayarlarını değiştirmeyi, esnetmeyi denedik?!

Olan her hata ve yanlış sonrasında kendimizi gözden geçirerek gelişebilir, bilinçlenebiliriz. Dilimdeki, algımdaki, mantalitemdeki, zihnimdeki, kalbimdeki hata neydi, diyerek farkına varabilir, kazmayı kendi çerçevelerimize vurabiliriz.

Tefekkür bilincindeki insanların hayatında her zaman “bu iş başıma geldiyse bir hikmeti vardır” anlayışı hakimdir. Fakat gelip giden işlerin, olayların ve yaşananların ardından sadece kaderciliğe sığınarak hiçbir gelişme gösteremez ve derinleşemeyiz. ,

Eee oldu da ne oldu? Ben de ne değişti?

Günümüzde sosyal ve toplumsal anlamda birçok yapı erozyona uğramış ve anlamını yitirmiş halde. Anlamını yitiren diğer tüm nesneler gibi, insan da nesneye dönüşmek üzere. Fakat biz algıladıklarını anlamlandırabilen canlılar olarak nesneye dönüşemeyiz. Buna rağmen yaşam biçimlerimizdeki bu hızlı şekillenmeyle gitgide ruhumuzu yitirmekteyiz. Yani günün sonunda ne insan ne de meta haline gelebiliyoruz.

Susabilsek hiç duymadıklarımızın farkına varabileceğiz, fakat hem zihnimiz, hem kendimiz hem de çevremiz büyük bir gürültüye esir düşmüş halde. Tek yapabildiğimiz bu esarette kronik baş ağrısına çare arayabilmek. O da yine maddeyle, nesneyle bulunan bir yöntemle son buluyor ve yine kendimizi yeni bağımlılıkların kollarında buluyoruz.

En son kendimizi nerede, kiminle güvende hissettik? Dostluk, arkadaşlık, komşuluk, kardeşlik… Bağların birçoğu kopmuş veya başka bağlantılar araya girdiği için arızaya uğramış durumda. “Güven” sükutunun olmadığı yerde şüphenin gürültüsü her yeri kaplar. Kaygı ve endişeyle kaplı bir atmosferde hiçbir gerçek duygu gelişemez. Bağların yerini, çıkarlar ve sahtelikler alır.

Hepimiz öznelliğimizin farkına varıp, algılarımıza; çerçevelerimizin bilincinde bakabilsek bile bir anda ilerleyebilir, hayatımızda çok büyük sıçramaya yol açabiliriz.

Kendi hayatımızı belirleyen bizken başkalarının hayatlarını değerlendirmekten çok daha büyük işlerimizin olduğunu anlamalıyız. Beni şuana kadar yöneten tüm gömleklerime bakmalı, hangileriyle yanlış yol aldığımı fark edebilmeli ve üzerimden sıyırabilmeliyim. Kendimle bu kadar zor işlerim varken başkalarının gömlekleriyle de çerçeveleriyle de uğraşmanın, yargılamanın anlamsızlığını görmeliyim.

Boynumdaki tasmayla beni sokak sokak gezdiren travmalarıma mahkum olmadığımı da belki ancak derinleştiğimde anlayabilirim…

Hayata, insana, dünyaya ve kendi derinliğime dair katkıda bulunduğum an’ları ne kadar artırırsam o kadar yavaşlayacak, sessizleşecek, derinleşecek ve de mutlu olacağım. Toprağın altı kendisini hiç anlamayarak, anlamak için durup bir dakika kendine bakamayarak yaşamını tüketmiş insanlarla dolu. Durmadığımız ve susmadığımız sürece biz de o kervanın arkasından gidiyor olacağız.

Doğanın ve yaşamın temeline zıtlık hakim olmasına rağmen sistemin tümünde bir ahenk vardır. İnsan da her gün ölüm ve yaşam gibi iki zıtlığın arasında yaşam mücadelesi veriyor. Ve sonucunda bizim de ulaşmamız gereken denge “ahenk”. Onun hayatımızın tümüne yayılmasını sağlayabilmeliyiz ki, tümden, sahici bir değişim yaşayabilelim.

Photo by Andreas Gücklhorn on Unsplash

Modern insan için kendini tatmin etmek yerine başkalarını tatmin ederek yaşamak çok daha kolay. Başkalarının değer yargılarına sığmak ve onlardan alınan övgülerle hayata tutunmak… Etiketlerimizin başına konan sıfatlara verdiğimiz değer adeta apoletlere dönmüş vaziyette. Dışarıdan amiral içeriden kokuşmuş bir harabe olsak da farkına varamıyor, gelen kokunun da dökülen yıkıntıların da başkalarının suçu olduğunu düşünüyor ve hala konuşmaya devam ediyoruz. Hala susmuyoruz.

Mesafelerimiz çok yakın kalplerimiz çok soğuk. Gözlerimiz bakmaktan yoksun, kulaklarımız sağır. Duyu organlarımızın da önüne geçen bir yargı mekanizması hızla tüm organlarımızı kaplamış halde. Tefekküri bakış açısı eskiden bize durmayı, düşünmeyi, dinlemeyi, anlamayı ve bu mayalarla eyleme geçmeyi öğütler ve öğretirdi. Fakat şuan birçok adımı atlayıp eyleme ve yargılara varıyor, elimizdeki terazinin hak olduğunu savunuyoruz…

Kelimelerin ruhunu, hayatın şiirselliğini yeniden tatmalıyız. Bu demek değilki hayatı toz pembe görelim, göremeyiz de zaten. Modern yaşamın bize pompaladığı olumluluk düşüncesi de bizi körelten ayrı bir mekanizma. Olumlu duygularla beni tatmin etmediği sürece hayata bakış açım hep drama. Günübirlik mutluluklar, tatminler tüm menfezlerimizi tıkadı, mutluluk da yerini sadece olumluluğa bıraktı. Ben mutsuzsam, olumlulukla dolmadıysam her şey karanlığa dönüşüyor ve hayat anlamını yitiriyor…

Oysaki ışığın da karanlığın da bana katacağı anlam bambaşka. Derinleşme yolculuğumda başımda yanıp sönen ışıkla elimdeki kazmayı vuracağım yer yine kendim ve yargılarım olmalı. Orda beni hangi madenlerin beklediğini merak edebilmeli ve coşkuyla kazabilmeliyim ki kendimin karanlığını aydınlatabileyim.

Kendimize dönmediğimiz, derinleşmediğimiz, değişmediğimiz, durmadığımız, susmadığımız, çerçevelerimize herkesi sokmaktan ve başkalarının çerçevesine göre yaşamaktan vazgeçmediğimiz sürece bir adım yol alamaz, tefekküre yeniden ulaşamaz ve derinleşemeyiz.

Bu yazımda son zamanlarda okuduğum üç kitaptan bolca esinti bulabilirsiniz.

Simon Weil- Tanrı Sevgisi ve Bahtsızlık

Ichiro Kishimi-Kendinle Savaşma Sanatı

Byung Chul Han- Tefekkür Yaşamı ve Eylemsizlik

Yazı ve konu hakkındaki fikirlerinizi yorum olarak yazmayı unutmayın. Keyifli okumalar.

ÇERÇEVELERİMİZDE KAYBOLMAK was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.