Sisifos’un Taşı ve Hayata Yeniden Anlam Vermek
Bugün, iki yıl sürecek olan varoluşsal psikoterapi eğitimimin mülakatına girdim. Ben de sık sık hayatın anlamını sorgulayıp o varoluşsal boşluğa düştüm; diyorum çünkü çoğu insanın benim kadar sık bu evrelerden geçtiğini düşünüyorum — gerçek öyle mi bilemem elbette. Böyle anlardan birinde, kendimi bu eğitimi almak isterken buldum. Bu karar hem kişisel yaşamım için hem de mesleğimi yapmak için beni çok motive etti.
Karamsarlığa sık sık kapılıp, bu dünyaya isteğim olmadan “fırlatılmış” olduğumu hissettiğim umutsuz zamanlar oldu. Neden bazen hayata karşı çok aç ve istekli hissederken, bazen tüm enerjim ve isteğim bitiyor diye düşündüm. Hayata karşı umudumu yitirdiğim, amaçsız hissettiğim anlarda; çevremde kimse olmadan, kimseyle konuşmadan geçirdiğim günlerde, hiçbir şey yapmayıp kendimi soyutlamam maalesef “anlam” bulmama yardımcı olmadı. Her seferinde o döngüden çıkmak için kendimi akışa doğru itip zorlamam gerekti başlangıç olarak.
Yoğun ve meşgul olduğum her an, ruh halim gerçekten daha iyi oluyordu. Zamanımı ne kadar iyi planlarsam, o kadar mutlu hissediyordum. Yeni bir şeyler öğrenmeyi çok severim, genel olarak hayata karşı meraklı biriyim. Bu merak, sanırım beni hayata karşı motive eden en büyük şeylerden biri.
Motivasyonumuzu besleyen birçok farklı unsur var; bazen bu merakımız olur, bazen de derin bir bağlılık hissi. Mesela aşıkken de hayata karşı daha motive oluruz. Aşıkken, motivasyonumuzun gözle görülür biçimde arttığı bir duygudurum yaşarız. Benzer bir ruh halini, bir amaca kendimizi adadığımızda da hissederiz. Hayat birden anlamla dolar; bizse enerji ve umutla dolarız.
Zaman zaman hayatın anlamını kaybettiğimi sandım. Sanki anlam orada bir yerde duruyormuş da, ben ona ulaşıp ulaşıp kaybediyormuşum gibi hissettiğim anlar oldu. Hayatın içine karışmayıp izole olduğum her seferinde — ki asosyal olmaya eğilimim vardır — her şey daha da anlamsız görünmeye başladı kaçınılmaz olarak.
Zaten dışarıdan bakıldığında hayat şöyledir: doğ, okula git, işe gir, evlen, emekli ol ve öl… Doğumdan ölüme uzanan bu düzlemde hayat çoğu zaman sıkıcı bir çizgi gibi görünür. İşte bu yüzden hayata karışmak belki de en önemli şey. Çünkü bir anlamı olmayan hayatı ancak biz anlamlı hale getirebiliriz. Beş yılın ardından bunları Viktor Frankl’dan “duymaya” tekrar ihtiyaç hissettim dün ve bana yine çok iyi geldi.
Bana göre, eğer bir anlam yaratmazsak, hayatın kendiliğinden pek de anlamı yok. Bu noktada kendimi “absürdist” -’’varoluşçu” bakış açıları arasında gidip gelen biri olarak tanımlayabilirim. Albert Camus’nün dediği gibi:
“Il faut imaginer Sisyphe heureux.”
Yani: “Sisifos’u mutlu hayal etmek gerekir.”
Camus’nün bu sözü, absürdizm felsefesinin mükemmel bir özetidir. Hayatın içine karışmak, o taşı tekrar tekrar tepeye yuvarlamanın kendisidir aslında. Dışarıdan bakıldığında anlamsız görünebilir. Ama taşı yuvarlamaya başladığında artık bir amacın vardır; seni hayata bağlayan.
O taş bazen tutkuyla bağlı olduğumuz bir iş olur, bazen aşık olduğumuz bir sevgili… Bazen de yeni bir şey öğrenmeye karşı duyduğumuz dayanılmaz istek, bazen hepsinin karışımı. En güzeli de; bu bileşenlerin sağlıklı bir dengede olması, işte o zaman, hayat daha yaşanılır bir hale gelir.
Hepimiz, kendi taşımızı yuvarlamaya mahkum edildik, ama bunu karamsar bir yerden söylemiyorum. O taşı nasıl taşıdığımız, ona nasıl bir anlam yüklediğimiz tamamen bize bağlı. O yolculuk sırasında kurduğumuz ilişkiler, dokunduğumuz hayatlar da öyle. Belki de yapmamız gereken tek şey, elimizden gelenin en iyisini yapmaya devam etmek.
Bugün, iki yıl sürecek olan varoluşsal psikoterapi eğitimimin mülakatına girdim. was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.