Bu ülkede sabah uyanmak bile bir kariyer planı istiyor. Alarm çalıyor, gözünü açıyorsun; ama açtığın şey göz değil, gelecek kaygısı. Daha yataktan kalkmadan “Ben ne oldum?” sorusu kafana düşüyor. Olduysan yetmiyor. Olmadıysan ayıp. Olmaya çalışıyorsan komik. Bu ülkede herkes bir şey olmak zorunda çünkü hiç kimse kimseyi olduğu haliyle tolere edecek kadar sakin değil.
2025’in sonundayız. Takvim 2026’ya öpücük atıyor. Asgari ücret 28.075,50 lira olmuş. Virgülü bile ciddiye alan bir maaş. Hayallerle gerçekleri ayıran mesafe gibi. Marketten çıkınca fişi buruşturup cebine atıyorsun. Eve gidince fişi değil, hayatını çöpe atmış gibi hissediyorsun. Hesap tutmuyor. Hiçbir zaman tutmadı ama bu sefer iyice kabalaştı.
Eskiden “Ne iş yapıyorsun?” diye sorulurdu.
Şimdi soru daha rafine:
“Tek iş mi?”
Tek iş…
Ne kadar naif bir kavram. Nostaljik. Plak gibi. Kaset gibi. Bugün tek işi olan insan, ya çok zengindir ya da henüz farkında değildir. Ya da vakti yoktur sanırım.
Herkesin bir yanı var artık. Yan iş, yan umut, yan travma. Gündüz ofiste Q&A, akşam influencer. Sabah LinkedIn, gece halı saha. Bir yanda “kişisel gelişim”, öbür yanda fırında kaşarlı milföy ve hatay soslu döner. Döner bile soslu olmak zorunda. Sade kalamıyoruz. Türkiyedemizde hayat sade sevmiyor bizi.
Influencer’lık da bir umut biçimi artık. Kimse “Ben ünlü olmak istiyorum” demiyor. Daha mütevazıyız: “Bir tutarsa.” Tutmak… Hayatta kalan her şey gibi. Algoritma bizi sevsin istiyoruz. Annemizden, devletimizden, sistemden görmediğimiz ilgiyi reels’lardan bekliyoruz. Bir video tutsa, belki hayat da tutar diye düşünüyoruz. Tutmuyor. Ama tutabilir de.
Ülkemizde umut bile freelancer. Haliyle remote!
Akşam eve geldin. Televizyonu açıyorsun ve çok geçmeden kapatıyorsun. Her kanalda bir vahşet. Açıyorsun, kapatıyorsun, yine açıyorsun. Çünkü korku bile alışkanlık yapıyor. Her gün yeni bir olay. Her gün “yok artık” dediğimiz bir şey, ertesi gün “zaten belliydi”ye dönüşüyor. Şiddet sıradanlaşıyor. Ölüm haberleri hava durumu gibi sunuluyor. “Bugün Marmara’da cinayet var.” Ama zaten gün içinde tüm bunların sansürsüz halini Twitter’da okumuştun. Yetmedi mi?
Ve sen hala bir şey olmaya çalışıyorsun. CV’ni güncelliyorsun. CV’yi değil, kendini. “Takım çalışmasına yatkın” yazıyorsun ama kimseyle konuşacak halin yok. “Stres altında çalışabilirim” diyorsun çünkü başka seçeneğin yok. Stres artık başa çıkmak için değil de şiar ve biat etmek için var.
Gençliğimiz diye bir şey vardı eskiden. Şimdi sadece erken yıpranma var. 22 yaşında tükenmişlik sendromu. 25’te “geç kaldım” paniği. 30’da “neyi yanlış yaptım?”. Kimse sana yanlış yaptığını söylemiyor, ama kimse doğru yaptığını da söylemiyor. Sessizlikle cezalandırılıyoruz. E bu da sosyal çürüme işte.
Aile desen ayrı bir TSSB.
“Eee ne oldu?”
Ne olacak? Oldum mu? Olmadım mı? Daha ne olmam gerekiyor?
Ev? Araba? Kariyer? Evlilik? Yatırım? Bir şeyler?
Bu ülkede “olmak” fiili hiç bitmiyor. Olduğun an geçersizleşiyor.
Diploma var ama yetmiyor.
Tecrübe var ama yeterince değil.
Yetenek var ama torpil yok.
Torpil var ama sıra yok.
Sıra var ama zaman yok.
Zaman var ama para yok.
Para var ama huzur yok.
Huzur zaten yok.
Huzur zaten yok.
Bu ülkede bıktık demek bile lüks oldu. “Herkes bıktı ama herkes devam ediyor.”
Çünkü durmak yasak.
Durursan düşersin.
Düşersen görünmez olursun.
Görünmezlik…
Belki de sorun bir şey olamamak değil sanırım.
Belki de sorun, bu kadar çok şey olmaya zorlanmak olabilir.
İnsan bazen keşke sadece insan olmak istese. Neyse. Yine de sabah alarm çalacak. Yine kalkacağız. Yine bir şey olmaya çalışacağız. Çünkü başka bir ülkemiz yok. Başka bir hayatımız da yok.
Hatırlamakta fayda var.
Bu kadar şeye rağmen hala ayakta kalıyorsak, belki de zaten fazlasıyla bir şey olmuşuzdur.
Bu olmuşluk hali de bir madalya değil, daha ziyade bir yara izi gibi duruyor üzerimizde. Her sabah otobüsün, metronun veya metrobüsün kapısında verilen amansız fiziksel istif mücadelesi, aslında ruhumuzun bir çeşit sıkışmışlığının bir yansıması. Birbirimizin omuzlarına çarparak ilerlerken aslında kişilere değil, hayal kırıklıklarına, ertelenmiş diş randevularına, ödenememiş kredi kartı asgarilerine çarpıyoruz. Kimse kimseden özür dilemiyor, çünkü herkes haklı derecede öfkeli ve herkes haksız derecede yorgun. Gerçekten bıktık.
Artık hobilerimizle bile para kazanma derdi var. Eskiden sadece kafa dağıtmak için bir şeyler karalardık; şimdi “Etsy’de satar mıyım?” diye fırça tutuyor, “İçerik çıkar mı?” diye yemek yapıyoruz. Dinlenmek bile bir performans kriterine dönüştü. Pazar günleri suçluluk duygusuyla uyanıyoruz; “Bir şey yapmam lazım, geri kalıyorum” hissi, masadaki zeytinden daha tuzlu geliyor genzimize. Boş durmanın günah sayıldığı, sadece nefes almanın vakit kaybı olarak kodlandığı bir laboratuvarın içindeyiz. Deney fareleri gibiyiz ama peynirin yerini sürekli değiştiriyorlar.
2026’ya girmeye hazırlanırken içimizde eski, ışıl ışıl yılbaşı heyecanlarından eser yok. Saat 12 olunca dansöz yok ama bu başka bir mesele. Sadece bir atlatma hissi var. Bir yılı daha çok fazla eksilmeden, delirmeden ve iflas etmeden devirmenin buruk tesellisi. Eskiden büyük hayaller kurardık, şimdiyse en büyük hayali borçsuz bir sabah olan insanların ülkesinde, yıldızlara bakacak vaktimiz kalmadı. Telefonun mavi ışığı, kutup yıldızından daha parlak. Telefonun mavi ışığındaki haber sayfasında ya da mobil bankada bir sonraki ayın kira zammını, bir sonraki vergi paketini veya bir sonraki toplumsal infiali bekliyoruz.
Birine güvenmek, en riskli yatırım aracına dönüşmüş durumda. Kimse kimsenin gözünün içine Nasılsın?”diye bakamıyor; çünkü gelecek olan ağır cevabı taşıyacak mecalimiz yok. Hepimiz birer hayatta kalma uzmanı olduk ama yaşamayı, öylece durup rüzgarı hissetmeyi, hiçbir şey olmadan sadece var olmayı unuttuk. Diplomalar duvar süsü, tecrübe ise sadece daha fazla mobbinge dayanma kapasitesi haline geldi. Buna rağmen beyaz yaka işçi olduğunun farkında değil.
Yine de, bu kadar gri bulutun arasında hala bir şaka yapabiliyorsak, hala karton bardakta kahveyi alıp “neyse ya” diyebiliyorsak, bu bizim gücümüzden değil, mecburiyetimizden. Biz bu coğrafyada sadece yaşamıyoruz; biz her gün yeniden inşa ediliyoruz. Yıkılıyoruz, molozlarımızı topluyoruz ve ertesi sabah yine takım çalışmasına yatkın maskemizi takıp sahadaki yerimizi alıyoruz. En büyük başarımız, bu kadar şey olmaya zorlanırken, hala bir yerlerde bir parça insan kalabilme inadımızdır. Neyse umarım bir gelecek sene her şey yoluna girer.
Matheus Guimarães from Pexels
Bu Ülkede Herkes Bir Şey Olmak Zorunda was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.