Bu şartlarda kimse tarımda kalmak istemiyor

Denizli’nin Sarayköy ilçesinde çiftçiler sokaktaydı. Ortada bir tabut, üzerine “Sarayköylü çiftçiler öldü” yazıyor ve yanına “rahmetli de icralıktı” yazılı bir karton iliştirilmiş. Tabutun bir tarafı kürsü, diğer tarafta çiftçiler ve destek için gelenler, en dış halkada traktörler meydanı doldurmuş… Her geçen gün daha da derinleşen sorunlar altında üretimin yükünü taşımakta zorlanan çiftçiler bir kez daha sokakta itirazlarını dile getiriyorlar. 

Sorunlar değişmiyor. Meydanda yapılan konuşmalarda girdi maliyetlerinden pazarlamaya, hayvancılıktaki çöküşten kırsalın demografik yapısına kadar geniş bir yelpazede birçok konuya değiniliyor. Her biri Türkiye’de tarımın artık hem ekonomik hem sosyo-politik bir çözülme evresine girdiğini gösteriyor. 

*** 

Üreticilerin sözleri de yaşanan krizin ağırlığını net biçimde ortaya koyuyor: “Hasat zamanı para kazanacağımız gün diye bekliyoruz, o gün ithalat izni çıkıyor”; “Mazot ikiye katlandı, gübreye yetişemiyoruz; ürün para etmiyor, kazanç faize gidiyor”; “Bu şartlarda kimse tarımda kalmak istemiyor, düğün yapmayı geçtik, gelecek kuramıyoruz”… 

Eylemde dikkat çeken önemli bir konu, eylem öncesi dolaştığı ifade edilen “sübvansiyon tehdidi”ydi. Üreticilere, eylem yapılmazsa destek verileceği, yapılırsa bunun riske gireceği yönünde mesajlar verildiği iddiası dillendirildi. Daha önce ürünü ücretsiz dağıtana veya  traktörle yollara çıkana da ceza kesilmesiyle birlikte düşünüldüğünde gittikçe artan bu örnekler, tarım politikasının hızla bir disiplin aygıtına dönüştüğünü gösteriyor.  

*** 

Bu koşulluluk, tarımın neoliberal dönüşümünde desteğin bir hak olmaktan çıkarılıp üreticiyi piyasaya sıkıştıran ve pazarlık gücünü zayıflatan bir araca dönüştürülmesinin yerel bir yansıması olarak okunabilir. Aslında bu baskı, desteklerin işlevini üreticiyi güçlendirmekten çıkarmayı ve tarımsal alanın siyasal kontrolünü sağlayan bir enstrümana indirgemeyi öngörmektedir. 

Bu tür bir koşulun (siyasal koşulun) sorunlara, küçük veya orta ölçekli çiftçiye bir faydası olmayacağı açık. Dahası, tarım politikası üreticinin özerkliğini değil, onun üzerindeki kontrol kapasitesini artırmaya odaklanan bir alan haline gelir. Kamunun sorumluluğu tersine çevrilir, demokratik katılım daralır, ekonomik kırılganlık derinleşir. 

Krizin ekonomik olduğu kadar demokratik bir boyutu da burada ortaya çıkıyor. Kırsalda geçim koşulları çökerken, üreticinin itiraz hakkı da daraltılıyor. Buna rağmen Sarayköylü çiftçiler geri adım atmaması da önemli. Meydandaki en güçlü mesajlardan biri belki de buydu.  

Öte yandan desteklerin siyasal araçsallaştırılması ile üreticinin borca mahkum edilmesi aynı mekanizmanın iki yüzü olarak ele alınabilir. Bir yanda itiraz edeni kontrol altına alma girişimi, diğer yanda üretimden kopmaması için sürekli borçlandırılan ama borç ağı içinde bağımlılaştırılan bir üretici profili. 

Gerçekten de kredi koşullarının gevşetilmesi nefes gibi sunulurken, uzun vadede üreticinin mülkiyetini, gelirini ve karar alma kapasitesini sınırlar derken dikkat çektiğimiz gibi borç bir finansman kanalı olmanın ötesinde, üreticinin üretim üzerindeki tasarrufunu sınırlayan bir kontrol mekanizmasına tekabül ediyor. 

*** 

Bu bağlamda, destek sisteminin koşulsuz bir temel gelir hakkına dönüştürülmesi hayati önem taşıyor. Ayrıca, mazot ve gübrede Tarım Kredi Kooperatifleri gibi yapıların tekelci uygulamalarının kırılması ve tarımsal girdilerin kamu üretimiyle çiftçiye ulaştırılması borç döngüsünü kırmanın ön koşuludur. 

Neticede Sarayköy’de yükselen itiraz, sadece maliyet artışına değil, üreticiyi hem ekonomik hem siyasal olarak bağımlılaştıran bu rejime bir tepki olarak görülmeli. Borç yükünün hafifletilmesi, finansmana erişimde eşiklerin kaldırılması, destek sisteminin hak temelli işleyişe dönmesi, kooperatifleşme, sulama yatırımları gibi çözüm önerileri ancak bu denetim-borç eksenli düzenin son bulması halinde gerçek anlam kazanabilir.