Yeraltını aşan buhar odası
Sabah uyanıyorsun.
Yüzünü yıkıyorsun.
Aynada aynı yabancı.
Diş fırçanda aynı ölü deri.
Pencereden aynı kırık dünya.
Ama birini görüyorsun.
Hastane kapısından çıkıyor.
Kolundaki bileklik henüz kesilmemiş.
Yüzü solgun ama gözleri…
Gözleri yanıyor.
“Yeniden doğmuş gibiyim,” diyor.
Herkes başını sallıyor.
O özel, sahte, saygılı baş sallama.
İnsanların anlamadıklarında yaptığı.
Sokak diline geçelim:
Hiçbir şey değişmedi.
Ev aynı boktan ev.
Borç aynı borç.
Karın aynı surat.
Çocuğun aynı sorular.
Değişen tek şey şu:
Hayatın otomatik pilotu
bir saniyeliğine kesti.
Ve sen,
uçak düşerken
pilot koltuğunda oturduğunu fark ettin.
HAYAT DEDİĞİN
Hayat dediğin şey şudur:
Önce hayatta kalmayı öğrenirsin.
Sonra buna “yaşamak” dersin.
Aradaki farkı unutursun.
Kalp durduğunda,
kaza olduğunda,
ölüm yanından geçtiğinde…
İşte o an
beyin kısa devre yapar.
Ve sen, ilk kez,
sessizce şunu söylersin:
“Ben buradayım.”
Ne anlam.
Ne kader.
Ne tanrının planı.
Sadece bu.
Ve bu, bütün felsefelerden daha ağırdır.
SOKAKTAN BİR SAHNE
Hastane önü.
İki adam sigara içiyor.
“Abi, adam ölümden dönmüş.”
“İyi de dönmüş de ne olmuş?”
Haklılar.
Çoğu insan ölümden dönüyor
ama hayata varmıyor.
Bir hafta dikkatli araba kullanıyor.
İki hafta karısına bağırmıyor.
Üçüncü hafta…
Eski hız.
Eski küfür.
Eski kayıtsızlık.
İnsan, mucizeyi bile rutine çevirebilir.
Bu konuda çok yetenekliyiz.
ASLINDA NE OLDU?
Şu oldu:
Bir anlığına
rolünden düştün.
Baba rolü.
Eş rolü.
Güçlü adam rolü.
Mağdur rolü.
Hepsi yere serildi.
Altından biri çıktı.
Çıplak.
İsimsiz.
Unvansız.
Ama farkında.
İşte o…
biriciksin.
GERÇEK DİYALOG
“İyi misin?”
“Bilmiyorum.”
“Nasıl bilmiyorsun?”
“Eskiden cevap verirdim.
Şimdi duruyorum.”
Bu delilik değil.
Bu, iyileşmenin başladığı yerdir.
Toplum cevabı sever.
Duraksamayı sevmez.
Çünkü durursan,
herkesin koşturduğu yönü
sorgularsın.
Ve bu tehlikelidir.
YERALTIYLA DALGA GEÇMEK
Kendimizle.
Sonra biri çıkar, der ki:
“Yeraltına inmiş.”
Gülüyoruz.
Çünkü yeraltı da
bir süre sonra rahatlar.
Orada da ezberler vardır.
Orada da “ben farklıyım” pozları.
Karanlığın bile modası geçer.
Kabul edelim:
Biz de yaptık.
Oturduk karanlıkta,
“Gerçek burada,” dedik.
Ama şunu fark ettik:
Yeraltında bile serin kalanlar var.
Ve serin kalan biri,
henüz hiçbir şeyi bırakmamıştır.
BUHAR ODASINA GİRİŞ
Kapı tesadüfen açılır.
Eski bir spor salonu.
Soyunma odasının arkası.
Paslı bir kapı.
“Ne var içeride?”
“Hiçbir şey.”
“Onun için giriyoruz.”
Kapı kapanır.
Sıcak.
İlk an boğulursun.
Sonra…
Bir şey çözülür.
Terlersin.
Herkes terler.
Kimse kim olduğunu anlatmaz.
Kimse ne bildiğini ispatlamaz.
Biri fısıldar:
“Garip… burada savunma yapasım yok.”
Bir başkası güler:
“Çünkü kaçacak yer yok.”
BUHAR ODASI
Burası karanlık değildir.
Sisli.
Ama tuhaf bir şekilde berrak.
Çünkü saklayacak bir şeyin kalmamıştır.
Buhar her şeyi örter:
Yüz ifadelerini.
Yaşları.
Sınıfları.
Gururu.
Burada arınmazsın.
Temizlenmezsin.
Sadece
hafiflersin.
Yeniden doğmazsın.
Fazlalıklarını bırakırsın.
ÇIKIŞ
Kapıyı açarsın.
Soğuk hava yüzüne çarpar.
Aynaya bakarsın.
Aynı yüz.
Ama bu sefer…
Üzerine bir şey eklenmemiştir.
Üzerinden bir şey çıkarılmıştır.
Ve o an anlarsın:
Hayat,
anlaşılacak bir şey değil.
Taşınacak bir şey.
Ve bazen,
biraz terleyince
hafifler.
SON SÖZ
Dışarı çıkarsın.
Sokak aynı sokaktır.
İnsanlar aynı insanlardır.
Ama sen…
Biraz daha boş.
Biraz daha hafif.
Biraz daha yersiz.
Ve belki de
aydınlanma dedikleri şey budur:
Yukarı çıkmak değil.
Derine inmek de değil.
Bir süre
hiçbir yere ait olmamak.
Çünkü ait olduğunu sandığın an,
oraya hapsolursun.
Bu buhar odası…
Belki de gerçek yeraltı buydu:
Kimsenin, hiçbir yere ait olmadığı yer.
Ve artık biliyorsun:
Yarın yine uyanacaksın.
Yine yüzünü yıkayacaksın.
Ama belki…
sadece belki…
Biraz daha az taşıyarak.
NOT DEFTERİNE
Hayatı anlamaya çalışma.
Sadece taşı.
Ve ara sıra
buhar odasına gir.
Çıplak.
Terli.
Ve hiçbir şey olmadan.
Çünkü hiçbir şey olmak,
her şey olmaktan
daha özgürdür.
ÇIKTIN AMA KURTULMADIN -4
Sadece Bakışın Yer Değiştirdi.
Kapıdan çıktığın an dünya yeniden doğar. Sen değil.
Güneş aynı yerde,asfalt aynı, ambulans sesi arkada kalır.
Sen doğmazsın.Çünkü sen hep aynısındır.
Sadece bakışın değişir.
“Yeniden doğmuş gibiyim” dersin.
İnsan bunu demeyi sever.Cümle hafiftir, taşınır.
Gerçek daha ağırdır:
Ölümün eşiğinden dönenin öğrendiği tek şey vardır:
Hiçbir şeyin gerçek olmadığı.
Sokak aynı sokaktır.
Adam otobüs bekler,küfreder, telefonunda kaydırır.
Kadın marketten çıkar,poşetler ağırdır ama alışmıştır.
Çocuk ağlar,kimse bakmaz.
Ve sen düşünürsün:“Bütün bunlar ne?”
Bir fincan kahve doksan lira olmuş.
Bir ömür seksen yıl.
“Ben”dediğin şey:
Bir et yığını,anılar koleksiyonu, pişmanlıklar mezarlığı.
Bu düşünceyle yürürken kimse sana çarpmaz.
Çünkü herkes kendi mezarlığını taşır.
Yeraltı kahvesine döndüm. Kapı her zamanki gibi gıcırdadı.
Güzel.
Cevdet sigarasını içiyordu.Meryem pencereye bakıyordu. Muhtar çay demliyordu.
“Geldin,” dedi Cevdet, bakmadan.
“Hastaneden çıktım.”
“Herkes çıkıyor,”dedi Meryem, dönmeden. “Çıkmak mesele değil. Nereye çıktığın.”
Muhtar fincanı önüme koydu: “Çay ilaç gibidir. Sıcakken iyi gelir, soğuyunca zehir.”
“Yeniden doğmuş gibi hissediyorum,” dedim. Sesim gereğinden yüksekti.
Güldüler. Üçü birden.
Çaycı.Sigara tiryakisi. Ve kim olduğu hiç belli olmayan kadın.
“Ne var?” dedim küçülerek.
“Yeniden doğmak yok,”dedi Cevdet, kül tablasını iteklerken. “Sadece uyanmak var.”
“Uyanınca ne oluyor?”
“Uyanınca bir parça daha ölüyorsun.”
Meryem döndü, ilk kez gözlerime baktı: “Hastanede ne gördün?”
“Neredeyse ölecektim.”
“Herkes neredeyse ölüyor.Asıl soru: Neden ölmedin?”
Sustum. Sessizlik burada en dürüst cümleydi.
Bütün teoloji sıradan insanın tecrübesinde saklıdır.
Market kuyruğundaki kadın: İki poşet. Biri ağır, diğeri daha ağır.
Hangisini hangi eline alacağını düşünüyor.Bu bir tercihtir.
Bu,tanrının insana sorduğu en sade sorudur: Hangi elin ağrıyacak?
Otobüs şoförü: Her gün aynı rota, aynı insanlar.
Ama bugün camda bir çatlak var.
O çatlağa bakıp içinden geçiriyor:“Ben de çatladım.”
İşte bu,bir insanın tanrıyla kurduğu en samimi diyalogdur.
“Gerçek özne sensin,” dedi Meryem aniden.
“Ne demek o?”
“Tek özne.Hepimiz senin zihninin ürünü olabiliriz. Belki burada değiliz. Belki hâlâ hastane yatağındasın.”
Cevdet araya girdi: “Ya da biz gerçeğiz, sen hayalsin. Kim bilecek?”
Muhtar çayı tazeledi: “Çay gerçek. Isısı gerçek. Yaktığında can yakar. Gerisi hikâye.”
O an anladım:
Hayat bir hastaneden çıkma halidir.
Her sabah uyanır,kapıdan çıkar, “yeniden doğdum” dersin.
Ama sokak aynı,insanlar aynı, sen aynısın.
Değişen tek şey:
Artıkçatlağı görürsün.
Poşetinağırlığını hissedersin.
Şoförün gözündekiyorgunluğu fark edersin.
Hakikat budur: Hiçbir şey değişmez.
Değişen sadece,değişmediğini görebilme kapasiten olur.
“Peki nasıl yaşamalı?” dedim.
Cevdet: “Ölecekmiş gibi.”
Meryem:“Zaten öleceksin. O yüzden hiç ölmeyecekmiş gibi.”
Muhtar:“Çayını iç. Sıcakken.”
Dışarı çıktım. Yağmur başlamıştı.
Adam hâlâ otobüs bekliyordu.
Kadın poşetleri taşıyordu.
Çocuk ağlıyordu.
Ama şimdi başka görünüyorlardı.
Çünkü ben başka bakıyordum.
Her biri kendi hastanesinden yeni çıkmış gibiydi.
Her biri kendi iç sıcaklığına bir anlığına dokunmuş gibiydi.
Kimse buna isim vermiyordu.Ama hepsi biliyordu.
Ve hepimiz aynı soruyu soruyorduk:
“Bütün bunlar ne?”
Hayat dediğin şey:
Bir hastanenin kapısı.
İçeri girenler vardır.
Çıkanlar vardır.
Bir de arada,koridorda bekleyenler.
Sen hangisisin?
Hepsi.
Aynı anda.
Çay soğumadan iç.
Yağmur dinmeden yürü.
Ölmeden yaşa.
Gerisi hikâye.
Ve hikâyeyi anlatan da,dinleyen de sensin.
Biricik sensin.
Ve bu,hem cehennemdir hem cennet.
Aynı anda.
BU HAYAT DA NEDİR? -3 ve 4. Bölümler was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.