Caner ALMAZ
Birey olarak yaşadığımız toplumdan ister istemez etkileniriz. Hele Türkiye gibi gündemi her an büyük hadiselerle sarsılan bir ülkede yaşıyorsanız bu kaçınılmaz bir durumdur. Siyaset ve ekonomi her şeyi etkiler çünkü. Her ne kadar dışında kalmaya çalışırsanız çalışın gündemin ağırlığı altında ezilirsiniz. Üstelik bu yeni bir şey değil, yakın geçmişimizden bugünümüze ve belli ki yarınımız da böyle olacak, bundan kaçacak köşemiz yok.
Özlen Alpaslan, bu bağıntıyı romanlarında işleyen bir yazar. Hem ‘Yarım’ hem de ‘Mahalle’ romanlarında da bu izlek üzerinde yürümüştü. 1970’li yıllardan günümüze ülkenin bir kuşağını etkileyen, sonraki kuşakları da büken yılları metinlerinde aktarmıştı. Üçüncü romanı ‘Yara’da da benzer bir iz üzerinde yürüyor. Ancak bu sefer perspektif biraz daha kişisel bir noktada.
‘Yara’ romanında bireyin içsel kırılganlıklarını, aile bağlarının karmaşık dokusunu ve sevgi ile yalnızlık arasındaki ince çizgiyi ele alıyor Alpaslan. Yazarın önceki eserlerinde de hissedilen gündelik hayatın içindeki tanıdıklık, bu romanda daha da yoğun biçimde işlenmiş. Ancak ‘Yara’, sadece bireysel bir travma hikâyesi değil. Aile, aşk ve toplum üçgeninde var olma mücadelesinin bir tasviri.
Romanın merkezinde İpek karakteri var. Anlatının büyük kısmı, onun terapi seanslarıyla kesilen iç monologları ve anılarının parçalı aktarımı üzerinden şekillenir. Anlatımız düz bir olay örgüsünden ziyade, hatırlama ve yüzleşme üzerine kurulu çok katmanlı bir anlatı sunar. İpek’in terapi seanslarında açığa çıkan anıları, çocukluğundan gençliğine yaşadıklarıyla annesiyle babası arasındaki çatışmalara, kardeşleriyle ilişkilerine kadar uzanır. Çocuklukta yaşanan bu yaralar, yetişkinlikte aşk ilişkilerinde yeniden kanar. İpek’in Mahir’le olan aşkı da bu bağlamda bir iyileşme ihtimali olduğu kadar, geçmişin tekrar eden bir yankısıdır.
İlk gençlik yıllarında Mahir’le tanışması, hayatında dönüm noktasıdır: Aşk onun hem tanımadığı bir sığınak olur. Ancak bu sığınak, zamanla İpek’in yalnızlığına çare olmaktan çok, onun kırılganlığını görünür kılar.
İpek, roman boyunca hem güçlü hem kırılgan bir figür olarak karşımıza çıkar. Çocukluğundan itibaren “istenmemiş bir çocuk” olma duygusuyla büyür. İpek’in Mahir’le ilişkisi de bu geçmişin bir yansımasıdır. Onunla birlikteyken bile yalnızlığını bastıramaz: “Yalnızlığımı mesele edecek kadar yalnızım. Ancak bir kedisi bile olmayanların anlayacağı bir yalnızlık benimki” (s.27). Bu yalnızlık, roman boyunca hem içsel bir gerçeklik hem de toplumsal ilişkilerdeki eksikliklerin sembolü olur. Mahir, hikâyenin başlarında idealist bir gazeteci olarak mesleğine tutkuyla bağlıdır, daha sonra babasının fabrikasında onun boyunduruğu altına girecektir. Kentli ve liberal bir ailenin tek erkek çocuğu, ailesine benzeyecektir. İpek bunu en başta göremez ve aşkın körlüğü bedeninde yeni yaralar açar.
Diğer yandan İpek’in anne ve babası, romanın görünmez ama belirleyici figürlerindendir. Babasının öfke patlamaları, annesinin sevgisini göstermekteki yetersizliği çocukların hayatını şekillendiren temel unsurlardır. Bunun yanı sıra Mahir’in ailesi de İpek’in yaşamında belirleyici bir rol oynar. Özellikle Mahir’in annesi Süreyya Hanım hem korumacı hem de müdahaleci tavrıyla çiftin ilişkisinde görünmez bir baskı oluşturur.
Romanın temel gerilimi, karakterlerin hayat karşısında verdikleri kararlarla oluşur. İpek, çoğu zaman “uyum sağlamak” ile “kendi yolunu seçmek” arasında kalır. Mahir’i seçmesi, aslında kendi yalnızlığını dönüştürme arzusunun bir sonucudur. Ancak Mahir’in işine ve ailesine öncelik vermesi, İpek’in yaralarını iyileştirmek yerine yeniden kanatır.
‘Yara’nın asıl meselesi, sevginin koşullu ya da koşulsuz biçimlerde nasıl deneyimlendiği ve bireyin bu sevgi biçimleriyle nasıl şekillendiğidir. İpek’in çocukluktan itibaren yaşadığı “sevilmeme” duygusu, onun bütün ilişkilerinde tekrar eder. Babasının öfkesi, annesinin ilgisizliği, Mahir’in uzaklığı ve Mahir’in ailesinin müdahaleci sevgisi, farklı biçimlerde aynı yaraya işaret eder: Kabul edilmemek. Alparslan, bu evrensel meseleyi gündelik ayrıntılar ve içten bir üslupla işleyerek, okuru kendi yaralarıyla yüzleşmeye davet eder. Diğer yandan da ülke gündemi metne sızar. Gezi’ye uğrarız. Atanamamış öğretmenleri anarız. Ülkenin şiddetli sınıf ayrımını yeniden fark ederiz.
Özlen Alpaslan’ın ‘Yara’ romanı, bireysel travmaların ve ilişkilerdeki kırılganlıkların derinlemesine işlendiği bir eser. İpek’in hikâyesi, yalnızca bir kadının kendi yaralarıyla yüzleşmesinin hikâyesi değildir. Bu yaralarının kökenine indiğimiz, yaraların geçmişine yolculuk ettiğimiz bir metin. Eminim ki çoğu okurun kendi yaşamlarından izler yakalayacağı bir hikâye.