Bir Sonraki Satırda Sen Varsın

Uykuyla uyanıklık arasında bir yerde yürüyordu. Göz kapaklarının arasından süzülen ışık fazla parlak, seslerse sanki suyun altından geliyordu. Adımlarının yankısı bile ona ait değilmiş gibiydi. Her şey tanıdık ama garipti; sanki dünya bir perde arkasından izleniyordu.

Rüzgârın yönü yoktu. Ne sabah ne de akşamdı. Hava durgundu ama içinde bir titreşim vardı; görünmeyen bir şey, sanki onu çağırıyordu.

Bir süre durdu. Ayaklarının altındaki toprak yumuşaktı, bir anlığına denizin tabanında yürüyormuş gibi hissetti. Işığın kırıldığı yüzeyler, uzakta dalgalanıyordu. Gökyüzüyle su birbirine karışmış, sınırlar silinmişti.

Samimi bir şekilde, “Neresi burası, ben neredeyim?” diye sordu. Karşısındaki kişi alaycı bir gülümsemeyle, “Dünya,” diye cevap verdi. Bu cevap, “Nerelisin?” sorusuna “Dünya” deyip geçiştiren kadınların alaycı zarafetini taşıyordu; hem kaçış, hem ima. “Dünya mı?” diye düşündü.

Sular evet, sulardan anlamalıydım, dedi içinden. İnanılmaz güzel görünüyordu; maviyle yeşilin birbirine karıştığı o genişlik insana nefes aldırıyordu ama bu güzelliğin içinde açıklayamadığı bir ağırlık vardı. Bir adım attı, suyun kıyısına yaklaştı. Ayak bileklerine kadar giren serinlik, hem tanıdık hem yabancıydı. Gökyüzü sessizdi. Ne kuş sesi, ne rüzgârın uğultusu vardı. Sadece suyun kalp atışı duyuluyordu

Bir yerden sesler geliyordu; çocuk kahkahalarına benzeyen ama tam olarak insana ait olmayan bir tını. Başını çevirdiğinde, uzakta camlarla çevrili dev bir alan gördü. Işığın kırıldığı yerde, suda süzülen gölgeler belirdi. Yaklaştıkça şekiller netleşti: yunuslar, balinalar… Kalbi sıkıştı. “Bilgeler, koruyucular…” diye kekeledi.Burada ne işleri vardı? Neden camın arkasındaydılar?

Birden bedeni titredi, gözleri bulanıklaştı. Sanki transa girmişti. Yunuslardan biri gözlerinin içine baktı; sesi, kelimeler olmadan zihninde yankılandı. Denizin çok altında, kimsenin bilmediği bir yerde hapsedilen birçok yunustan bahsetti. Üzerlerinde deneyler yapıldığını söyledi. Kelimeler zihninde yankılanırken kalbi hızla çarpmaya başladı. Neler oluyordu?

Birden zihninde görüntüler belirdi. Yunusun sesi yankılanırken, denizin derinliklerinde cam kubbelerle çevrili dev makineleri gördü. Işıklar solgun, duvarlar metalikti. İçeride insanlar, soğukkanlı bir dikkatle çalışıyordu. Yunuslar o cam bölmelerin ardındaydı; küçük tanklarda yüzüyor, zaman zaman başlarını cama vuruyorlardı.

Denizaltı laboratuvarları dedi kendi kendine. Burada, bu makinelerin arasında ne yapıyorlar size? Zihninin içinde yankılanan o ses yumuşak ama derindi, dalgaların içinden geliyordu sanki. Yunus yavaşça yaklaştı, gözleri suyun içindeki ışığı kırıyor, bir anlığına yıldız gibi parlıyordu. “Zamanı gelince” dedi yunus, sesi hem uzaktan hem içinden duyuldu. “Henüz vakti var. Bu bilgiyi unut ama zamanı geldiğinde hatırla.”

Bir an sessizlik çöktü. Su berraklaştı, camın ardındaki görüntü yavaşça silindi. Geriye yalnızca kalbinde yankılanan o cümle kaldı: “Zamanı gelince hatırla.” İyi de neyi hatırlayacaktı?

Photo by Louis Maniquet on Unsplash

Ne olduğunu anlayamadan nefesinin cama doğru buğulandığını fark etti. Bir süre öylece baktı, neden öyle donup kaldığını kendisi de bilmiyordu. Sonra yürümeye devam etti. Adımları yavaşladı, enerjisi düşmüştü. Canı deli gibi tatlı istiyordu. Bu zararlı yiyecekleri neden istiyorum ki? diye söylendi kendi kendine. Kaynakla bağlantısı kesilmişti. Belki de bu yüzden sürekli bir şeyler yiyor, açlığını başka şeylerle bastırmaya çalışıyordu. En azından başka bağımlılıklarım yok, diye düşündü alayla. Kaynağa bağlanmalıyım, diye mırıldandı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, odaklanmaya çalıştı ama yapamadı. Ne kadar denese de o bağı hatırlayamıyordu. Sanki birisi, zihninin içindeki ışığı sessizce söndürmüştü.

Yürürken kedileri, köpekleri, böcekleri, arıları gördü. Hepsi buradaydı ama ne kadar da küçülmüşlerdi. Oysa yukarıda bambaşkaydılar. Her biri bir yerleri yönetiyor, görünmez karar mercilerinde görev alıyordu. Burada sadece sessiz bir kalabalığa dönüşmüşlerdi.
Bir rüzgâr esti, kuru ve yönsüzdü. Etrafındaki her şey, sanki görünmez bir el tarafından yavaşça siliniyordu. Ağaçların gövdeleri soluyor, renkler griye dönüyordu. Yürüdükçe dünya, giderek daha da bulanıklaştı.

Bir köşede bir kedi duruyordu; gözleri onu izliyordu. Kedinin bakışı bir anlığına derinleşti, sanki içinden bir şey fırladı. Bir görüntü, kesik bir hatıra, denizin altında parlayan bir ışık. Sonra her şey yeniden sıradanlaştı. “Hatırlayamıyorum,” dedi kısık sesle. Kedi başını yana eğdi, sonra arkasını dönüp uzaklaştı.

Bir an sonra yer titredi. Derinlerden bir uğultu yükseldi, neredeyse kalp atışı gibiydi. Zamanın atardamarı mıydı bu, yoksa dünyanın kendisi mi nefes alıyordu? Bir adım daha attı. Zemin artık toprak değildi; sanki camın üstünde yürüyordu. Her adımda aşağıda, sayısız küçük ışık titreşiyordu. Şehir mi, yıldız mı, ayırt edemedi. Kedinin gittiği yöne baktı ama ortalıkta hiçbir şey kalmamıştı.

Belki de hikâyeler tek bir kalemden değil, hatırlayan kalplerin ortak ritminden doğar.
Ben sadece ilk adımı attım; duyan, gören, hisseden biri isterse, hikâye onunla birlikte yönünü bulacak. Her kalp, bir öncekinden aldığı sözü kendi sesiyle yeniden söylerse, ortaya hepimizin dokunduğu ortak bir hikâye çıkabilir. İkinci bölümü kurgulamak istersen, kelimeler seni bekliyor…

Bir Sonraki Satırda Sen Varsın was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.