Başlığın İngilizce tek sözcükle ifadesi “lawfare”. Kavramın mucidi de ABD Hava Kuvvetleri’nde savcılık yapmış Tümgeneral Charles J. Dunlap, Jr. “Warfare” (savaş) kavramına bir gönder olan “lawfare”i popülerleştiren, onun “Yaklaşan Çatışma: Hukukun Savaş Silahı Olarak Yeni Kullanımı” makalesi.
Hukukçu general o makalede, modern savaşlarda hukukun önemli bir silah haline geldiğini, siyasi ya da askerî hedeflere ulaşmak için kullanıldığını, çatışmanın taraflarının yasa ve hukuku asimetrik olarak kullandığını, bunun da en fazla demokrasileri tehdit ettiğini savunuyor; ABD’nin bunu kavrayıp uyum sağlaması gerektiği uyarısında bulunuyordu. Kısaca, hukukun artık aktif bir savaş alanı hâline geldiği ve askerin de hukuki araçların ve hukuki anlatıların modern çatışmalarda stratejik üstünlük elde etmek için kullanılan silahlar olduğunu kabul etmeleri gerektiğini söylüyordu.
Ardından bu kavram etrafında çok şey yazıldı. General Dunlap da “Hukuk ve Askeri Müdahaleler: 21. Yüzyıl Çatışmalarında İnsani Değerleri Korumak” ve “Lawfare: 21. Yüzyıl Çatışmalarında Belirleyici Bir Unsur” makalelerinde tartışmasını derinleştirdi. Irak’ta Abu Gureyb’den, İsrail ordusundan somut örneklerle kavramın önemini, bazen askerî olarak kazanırken Abu Gureyb gibi skandallarla yenildiğinizi anlatarak, düşmanın da kullandığı bu “lawfare” silahı konusunda ordunun eğitiminin şart olduğunu vurguladı.
Dunlap’ın derdi, Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin askerî üstünlüğünün uluslararası hukuk mekanizmaları ve insan hakları normları kullanılarak zayıflatılabilmesiydi. Ancak onun kavramı hızla askeri sınırlarını aşarak siyaset alanında da kullanılmaya başlandı.
İç siyasette, medya ve algı yönetimiyle desteklenen bir yargı aracılığıyla siyasi rakipleri tasfiye etmeyi anlatan bir kavrama dönüştü. Hukukun adalet için değil de siyasi mücadeleyi kazanmak için bir araç olarak kullanılmasının en çarpıcı örneği olarak Brezilya’da 2018 seçimlerinde, anketlerin açık ara önde gösterdiği Lula da Silva’nın mahkeme kararıyla adaylığı yasaklanarak hapse atılmasıdır.
Hukukun bir silah olarak (lawfare) etkin olmasının yolu, toplumda hukuka olan inancın bir nebze de olsa devam etmesine de bağlı. İmamoğlu için 2.5 yüzyıla yakın hapis isterken ana muhalefet partisinin kapatılması tartışmalarını başlatan iddianameyi baştan sona okuyup hukuki değerlendirmeler yapabilecek biri değilim.
Ancak dikkat çekici “rastlantılar” var. İddianamenin açıklanmasıyla “ah” derken, hemen ardından Ahmet Özer tahliyesiyle “oh” diyorsunuz. Mutlak butlan kararı çıkmadı diye “oh” derken İmamoğlu casuslukla suçlanıyor “ah” diyorsunuz. İmamoğlu casusluktan ifade veriyor ve tam ağzınızdan “ah” çıkarken PKK Türkiye’den çekiliyor haberiyle “oh” diyorsunuz. Sürekli bir gelgit ve sanki toplumsal muhalefeti hep arafta tutmaya dönük “rastlantılar”.
Peki, kendisine karşı “lawfare” kullanılan muhalefet ne yapacak?
Öncelikte arafta kalmayacak; kendinden ve durduğu yerden emin olacak. Hukuki zemini profesyonelce yöneterek yargı tuzaklarından kaçınacak ama asıl mücadelenin farklı alanlarda olduğunu kavrayacak. Ulusal ve uluslararası meşruiyetini güçlendirecek ve en geniş kitlelerle bütünleşmeyi önceleyecek. “Lawfare”i asıl boşa çıkaracak olanın toplumsal muhalefetin birliği olduğunu unutmayacak. Toplumun her kesimine hitap eden adalet ve ekonomi merkezli bir hikâye yaratacak. Barışçıl kitlesel gösterilerden geri durmayacak.
Siyasal ve toplumsal tarih; şu ya da bu araçla ana muhalefet tasfiye edildiğinde geride kalan herkesin tasfiyesinin çok daha kolay olduğunu öğretiyor. Bir de; ana muhalefetin tasfiyesinin siyasi çatışmayı yok etmediğini, rejimi daha baskıcı ama daha kırılgan hâle getirdiğini!