Bir iyileşme hikâyesi: Zuhal

Yeşer SARIYILDIZ

Kimi insanlar akıllarına heyecan verici bir fikir düştüğünde sayfalarca fizibilite yapar, maliyet hesaplarıyla kısa sürede o fikrin yapılamayacağına ikna olur. Kimileriyse eldeki imkânlarla yapabileceğinin en iyisini yapar ve yola çıkar. Hayat ikincileri sever; Öykü Su Okur da onlardan biri.

Bir gün sosyal medyada “Bağımsız bir sanatçısın ve afiş bütçen yok” başlıklı bir videoya rastladım. Genç bir kadın el yazısıyla hazırladığı, her biri farklı afişlerle Zuhal isimli tek kişilik oyununu tanıtıyordu. Birkaç ay sonra TheraPera’da sahneleneceğini gördüğümde tereddüt etmeden bilet aldım.

Zuhal’i sadece bir tiyatro oyunu olarak tanımlamak eksik kalır. Alana adım attığımız anda bizi, çizimler, listeler, küçük notlarla örülü bir evren karşılıyor. “Ayıp olmayan şeyler listesi”, “Korktuğum şeyler listesi” gibi ifadelerle, günlüklerden, notlardan kopup gelmiş parçalarla Zuhal’in dünyasına giriyoruz. Öykü kendisinin en maskesiz ve filtresiz halini ortaya koyuyor. Seyirci de hikâyenin bir parçasına dönüşüyor. Performans bittikten sonra da bu dünyada kalıyoruz; çünkü Öykü seyircileri listelere kendi cümlelerini eklemeye davet ediyor, bazen kendisi de korkularına yenilerini ekliyor. “Kolektifin gücüne ve şifasına inanıyorum” diyor. “İnsanlar olarak gerçekten birbirimize iyi gelme gücüne sahibiz. Yardım isteyemediğim günlerde ‘yardım iste’ maddesini yeniden yazıyorum.”

HIKÂYESİ SAHNEDEN ÖNCE BAŞLADI

Zuhal’in hikâyesi sahneden çok önce başlıyor. “Zuhal ile depresyondayken tanıştık,” diyor Öykü. “Çocukluğumdan beri önce büyüdüğüm evin, sonra okulun ve sokağın neşeli kızı olmuştum. Pozitif, enerjik ve zıpır. İnsanlar bu halimi çok sevince bir noktada mutsuzluğun bana ait olmadığını düşünüp utandım. Başta kendim kırılgan yanlarımı sevmezken, kimse sevmez diye düşündüm. O dönemde yazdığım şiirlerde bu kıza Zuhal ismini verdim. Evimin kentsel dönüşümle yıkılacağını öğrendiğimde, bu eve ve Zuhal’e veda etmeye karar verdim. Zor günlerdi. Günlüğümdeki şiirler ve terapi notlarından kolajladığım bir metin vardı; amacım Zuhal’e alan açıp gitmesine izin vermekti. Önce 1, ardından 3 arkadaşıma okudum. 12 gün boyunca evimde iki seans olacak şekilde bu metni anlatmaya, anlattıkça rahatlamaya başladım. Annem ve babamı çağırdım. Sarıldık, ağladık. iyileştik. Zuhal’i de Öykü gibi sevdiler. Kimisi daha çok sevdi. Ev yıkıldı; ama Zuhal bana veda etmedi. Elimden sıkı sıkı tuttu. İyi ki öyle oldu.” 

İMKÂNSIZLIKTAN YARATILAN BİR SAHNE

Metinle ilgili “Belki başka birisi bunu elime verse ‘bu hikâye sahnede oynanamaz’ derdim” diyor. “Ama dert ve kelimeler öylesine bana ait ki, bir şekilde oyunlaştırarak anlatırken buluyorum kendimi.” Sahnesi, büyük prodüksiyonlarla kurulmuş bir tiyatro dekorunun aksine, imkânsızlıklardan doğan bir yaratım alanı. “Konservatuvardayken bir hocam ‘imkânsızlıktan yaratıcılık doğar’ demişti. Gerçekten de öyleymiş” diyor. Tek kişilik dev kadro olan Öykü dekorunu kâğıt, kalem ve bantla yapıyor. Sahnede oynayacak bütçesi olmadığı için evinin, arkadaşlarının salonlarında, bahçelerde oynayarak başlıyor.

Öykü’nün bugünlerde yaptığı tek proje Zuhal değil. Ana akım dizilerden Bahar’da ve Afife oyununda yer alıyor. “Ana akım işler size görünürlük ve maddi olarak biraz daha rahat etmenizi sağlayacak bir gelir sağlıyorlar, bu benim gibi genç sanatçılar için çok elzem. Dünyada hem genç hem sanatçı olmak oldukça zor. Sistem sizin tüketmenizi desteklerken ortaya çıkıp ‘hayır ben üreteceğim’ diyorsunuz. Böyle işlerde olduğum için minnettarım. Bana kendimi güvende hissettirdiği için daha rahat yol alabiliyorum” diyor.  

Tam da sözlerini destekler şekilde, geçen günlerde Zuhal’in birinci yaşını kutlamak için Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda herkese açık ve ücretsiz bir sokak tiyatrosu düzenledi. Öykü Su Okur, kendisi ortaya koyma cesaretine sahip, çalışkan, yaratıcı ve pes etmeyen genç bir kadın. Tam da bu yüzden takip etmenizi ve Zuhal’i izlemenizi öneririm, hayallerinizin altın tepside size sunulmasına gerek olmadığını bir kez daha görmeniz ve harekete geçmeniz için.