Beyazperdede adalet arayışı

Festival sağanağı dur durak bilmiyor. Geçen hafta uzun bir liste yayınlamıştım. Gene de unuttuklarım olmuş. Ekim ayı içinde 8. Foça Uluslararası Arkeoloji ve Kültürel Miras Belgesel Film Festivali ve İstanbul’da 10. Türk Dünyası Belgesel Gösterimleri de gerçekleşmiş. Türk Dünyası Film Festivali 10. yılında 10 ülkenin 10 kentinde düzenleniyormuş. Festivallerin çeşitlenmesi sevindirici bir gelişme. Kim bilir kaç yazımda belirttim; aynı filmlerin yarıştığı, birbirinin tıpa tıp benzeri film festivallerinin sinema sektörü adına fazla bir yararı olmayacağını… Kuşkusuz bir film festivaline sahip olmayan daha çok kentimiz var. İlle de festival ve ulusal yarışma yapmak gerekmiyor. Her kentin kimliğine uygun bir tema bulmak zor olmasa gerek. Bu yönde atılan adımları her zaman destekledim; desteklemeye de devam edeceğim. Neden derseniz, sinema salonlarında film izleyenlerin sayısı giderek azalıyor. Festivaller, seyirciyi salonlara çekmek ve yeni seyirci yetiştirmek gibi önemli bir işlev üstleniyor.    

ANTALYA İKİ DALDA İDDİALI

Bugün başlayan 62.  Antalya Altın Portakal Festivali’nde Sungu Çapan Uluslararası Sinema Yazarları Ödül Jürisinde görev yapacağım. Önümüze, Türkiye’de ilk gösterimini yapacak 10 film gelecek. Aralarında, bu yıl Cannes Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde gösterilen Harris Dickinson’un ‘Urchin’, Simon Mesa Soto’nun ‘A Poet’, Eleştirmenler Haftası’ndan Laura Wandel’in ‘Adam’s Sake’ filmlerinin, Sundance’den bir kara komedi ‘If I had Legs I’d Kick You’ ve başrolünde Saadet Işıl Aksoy’un oynadığı Çağla Zencirci- Guillaume Giovanetti’nin ‘Confidante’nin de olduğu sürprizlere açık bir liste… Yarışma dışı ‘Sınırlardan Sınırsızlığa’ adlı bölümde de ilginç filmler var. Aralarında, Cannes’da büyük ses getiren Khouter Ben Hania’nın ‘Hind Rajab’ın Sesi’nin de olduğu, Gazze katliamına tanıklık eden filmler yer alıyor. 

Antalya’nın en başından bu yana en iddialı olduğu bölüm, ‘Ulusal Yarışma’daki 12 film de Türkiye ilk gösterimini Antalya’da yapacak. Yarışmacıların çoğunluğunun ilk filmlerini izleyeceğiz. Aralarında tanıdık iki isim var: kısa filmi ‘Be deng/ Sesiz’le Altın Palmiye kazanan Ziya Demirel ve genç kuşağın önde gelen ustalarından Özcan Alper. Bakalım onlardan ve yeni tanışacağımız gençlerden ne sürprizler gelecek… Jüri saatleri ile çakışmadığı için Ulusal Yarışmayı da izleme şansım olacak. Haftaya sizlerle paylaşırım herhalde. 

FİLM EKİMİ’NDE ‘ADALET’

Yazının spotunda Film Ekimi’nde izlediklerimi yazma sözü verdim ama köşemin sınırları içinde bakalım kaçına değinme şansımız olacak. İKSV’nin sonbaharda ikinci bir festival yapması akıllıca. Çünkü, Cannes Festivali’nde bizim dağıtımcılarımızın Türkiye haklarını satın aldığı ve yıl içinde gösterime girecek filmleri bir an önce seyirciyle buluşturma işlevini üstleniyor. Dağıtımcılar için de önemli bir fırsat, belki sinemaya gitmeyecek seyirciyi festivalde yakalama, iyi bir tanıtım yapma şansına sahip oluyorlar. İstanbul, Ankara, Eskişehir ve İzmir seyircisinin de beklediği bir festival Film Ekimi. 

Bu yıl izlediğim filmler içinde iki tema ortaya çıkıyordu: adalet arayışı ve aile sorunları. Yılın en iyisi olduğunda pek çok kişinin hemfikir olduğu, İranlı yönetmen Cafer Panahi’ye Cannes’da Altın Palmiye kazandıran ‘Görünmez Kaza’ günümüz İran’ından insan manzaraları sergilerken, işkenceden medet uman bir polis devletine duyduğu hıncı incelikle, mizah duygusuyla vermeyi başarıyordu. Tarzan ve Arab Nasser  ‘Bir Zamanlar Gazze’de’, İranlı yönetmen Sepideh Farsi ‘Yüreğini Eline Al ve Yürü’de ülkelerindeki adaletsizliğe ışık tutmayı başarıyorlar. Ari Aster’in ‘Eddington’u da bir adalet arayışı ama bireysel bir intikam öyküsü nihayetinde… Cannes’da En İyi Yönetmen ödülünü kazanan Brezilyalı Kleber Mendenco Filho’nun ‘Gizli Ajan’ını izleme şansım olmadı, ama diktatörlüğe ayak direyen bir muhalifin öyküsünün bir adalet arayışı olduğuna kuşku yok . 

Fransız yönetmen Oliver Laxe’ın Fas çöllerinde çektiği ‘Sırat’da iki farklı kuşağı buluşturan-çarpıştıran öyküsünde çivisi çıkmış bir dünya tablosu çiziyordu. Eşitliğin ve insani değerlerin esamesinin okunmadığı bir dünya… Bu dünyaya Fransa’nın Altın Palmiyeli genç yönetmenlerinden Julia Ducournau farklı bir gözlükle baksa da, ‘Alpha’da anlattığı dünya en az ‘Sırat’daki kadar korkutucu. Bu kez ölümcül bir salgının pençesinde kıvranan insanoğlunu izliyoruz. Uyuşturucuya tutsak, umutsuz insanlar arasında umudu yaşatmak için çırpınan genç bir kadın doktor ve kızının öyküsünde 21. yüzyılın çılgınlığını, saçmalığını ve karamsarlığını anlatıyor. Çarpıcı görsel anlatımı, ses efektleri ve müziği ile son derece etkileyici.  ‘Body horror’dan hazzetmesem de filmi beğendiğimi söylemeliyim. Bütün bu filmler içinde Panahi ile birlikte öne çıkan Ukraynalı usta yönetmen Sergey Loznitsa’nın ‘İki Savcı’sı, adaletin çürüdüğü bir toplumda yaşanan adaletsizliği yalın bir sinema diliyle anlatıyordu. Loznitsa her zaman olduğu gibi görüntülerden alıyordu gücünü, ama oyuncuların katkısı da azımsanmayacak boyutta… 

AİLE SORGULANIYOR

Politik temalar yerine insan psikolojisine ve cinsler arası ya da aile fertleri arası sorunlara eğilmeyi seçen yönetmenlere de saygımız sonsuz. Hele sinema dilini ustaca kullandılarsa… Amerikalı Richard Linklater’in ‘Mavi Ay’ı ve Norveç-Danimarkalı yönetmen Joachim Trier’in ‘Manevi Değer’i duyarlı anlatımları ve mükemmel oyunculukları ile 2025 sinema dünyasının parlayan yıldızları arasına girmeyi başarıyor kanımca. İki filmde de, benmerkezci bireylerin çevreleri ile ilişki kurmakta karşılaştıkları sorunlar ele alınıyor. Bir ortak yanları da sanat dünyasının yapıcı ve yıkıcı yanlarına el atmaları… Amerikalı yönetmen Oliver Hermanus’un ‘Sesin Hikâyesi’ de sanatçının dünyasını yorumluyor; toplumca uygun görülmeyen bir aşk öyküsü çerçevesinde. Mascha Schilinski ‘Düşüşün Tınısı’nda farklı dönemlerde yaşamış dört genç kızın aile ilişkilerine yöneltmiş kamerasını, feminist bir tavırla. Ama inandırıcı olmayı, seyirciyi peşinden sürüklemeyi başaramıyor. Belçikalı Dardenne kardeşler de farklı genç kızların annelikle başetme -daha doğrusu edememe- çabalarını anlatıyor, her zamanki gerçekçiliği, inandırıcılığı ve yalınlığı ile.  ‘Genç Anneler’ bu yılın filmleri içinde ön sıralarda yer alması gereken bir film. Cannes’da En İyi Senaryo ödülü almıştı. Az bile…