Atahan Uğur
Ülke büyük bir yol ayrımının eşiğinde. Halkın değişim talebinin karşısında yol ayrımının farkında olan Saray yönetimi de tüm toplumsal muhalefet güçlerini hedef almayı sürdürüyor.
Önceki gün başlatılan ‘casusluk’ soruşturmasının ardından TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın gözaltına alınması ve kanala kayyum atanması bu saldırıların son örneği oldu. Aynı gün yeni bir operasyon dalgasına başlayan tek adam rejiminin CHP üzerindeki Kurultay iptali planı boşa düşerken hemen akşamında TMSF eliyle Tele1’e atanan kayyum kararı yeni bir eşiğin başlangıcı olabilecek nitelikte.
Bugünün BirGün’ü
MUHALEFETE GÖZDAĞI
Saray yönetimi, casusluk suçlamasıyla başlattığı yeni operasyon dalgasını muhalif medyayı da kapsayacak şekilde genişletirken düzenlenen saldırılarda artık dur durak bilmeyeceğini de bir kez daha ilan etmiş oldu.
Bu anlamda ortaya atılan casusluk iddiaları, CHP Cumhurbaşkanı Ekrem İmamoğlu’nu da Gazeteci Merdan Yanardağ’ı da aşan tüm toplumsal muhalefet güçlerine verilen bir gözdağına dönüştürüldü. Rejimin ayakta kalma çabası olarak da ortaya çıkan bu saldırılar bir yandan yeni yöntemler içermezken bir yandan da halkın değişim talebinin karşısında başka yollarının kalmadığının göstergesi olarak orta çıktı.
AKP’nin iktidara geldiğinden bu yana 23 yıllık tarihlerinde her bir kritik eşik, yargı eliyle gerçekleştirilen benzer kumpaslarla aşılmaya çalışıldı.
İktidarın FETÖ ile ortaklığı döneminde hayata geçirdiği Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk operasyonları ile rejim bugünlere kadar gelebildi. Bu operasyonların merkezine her daim yargı oturtuldu.
İNANDIRICILIKLARI KALMADI
Bugün gelinen aşamada en büyük fark ise rejimin halkın çoğunluğunun desteğini kaybetmesi.
Belediye başkanlarına başlatılan operasyonlardan CHP İstanbul İl Yönetimine atanan kayyuma şaibeli kurultay iddialarına kadar her bir saldırı girişimi karşısında toplumun geniş kesimleri tüm bu yaşananların iktidarın ayakta kalma çabası olduğunu ortaya koydu.
Kurultay iptali davasının boşa düşmesi de toplumsal muhalefet güçlerinin direngen yapısının bu operasyon karşısında doğru konum almasıyla gerçekleşti.
Muhalif bir medya kanalına atanan kayyumun gösterdiği en büyük emarelerden birisi ise rejimin artık bu saldırılara devam etme zorunda olduğu. 12 Eylül Darbe döneminde bile rastlanmayan saldırıların yoğunlaşması bu anlamıyla da yeni bir eşiğin işaretleri.
Yaşananları eski vekil Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ve Siyaset Bilimci Ersin Kalaycıoğlu değerlendirdi.
“Tele1’e yönelik kayyum kararı, hukuki iddiaların ötesinde, doğrudan muhalif medyayı susturma girişimidir” diyen Cihaner, “Cezalarla, soruşturmalarla ya da başka yollarla susturamadıkları bir kanalı bu kez ele geçirerek etkisizleştirme çabasıyla karşı karşıyayız” dedi.
Cihaner şöyle konuştu: “Bunu hukuki boyuta girmeden de anlamak mümkün. Eğer gerçekten “yönetim kayyumu” atıyorsanız ve TMSF’ye devrediyorsanız, en azından etik ve hukuki olarak o kurumun yayın çizgisine yakın, işleyişini sürdürebilecek bir yönetici atanması gerekir. Oysa tam tersi yapıldı: Tele1’in başına Yeni Şafak gibi iktidarın sesi haline gelmiş bir gazetenin yazarını getiriyorsunuz. Bu kişi daha gelir gelmez YouTube kanalındaki eleştirel videoları sildiriyor, yayın çizgisini kökten değiştirmeye çalışıyor. Bu tablo, asıl amacın ne olduğunu açıkça gösteriyor: basını susturmak.
Hukuki anlamda kamuoyuna yapılan tek açıklamadan anlıyoruz ki, Merdan Yanardağ’a yöneltilen suçlama, yerel seçim sürecini “medya aracılığıyla etkilemek”miş. Eğer bu gerekçeyle bir kanala el konulabiliyorsa, Türkiye’de neredeyse hiçbir medya kuruluşu bu suçlamadan muaf kalamaz. Hele ki seçim dönemlerinde açıkça iktidar lehine yayın yapan kanallar düşünülürse, bu kararın hukuken ne kadar absürt olduğu ortaya çıkar.
YAŞANANLAR HUKUKİ DEĞİL
Bir de “casusluk” iddiası var. Ancak kimin lehine, neyle ilgili bir casusluktan bahsedildiği bile belli değil. Türk Ceza Kanunu’nda casusluk suçunun tanımı açık: devletin gizli bilgilerini yabancı ülkelere ya da istihbarat örgütlerine aktarmak. Böyle ağır bir suç yöneltiliyorsa, ortada ciddi kanıtların olması gerekir. Üstelik bu tür soruşturmalar gizli yürütülmelidir, oysa biz görüyoruz ki bilgiler belli gazetelere servis ediliyor. Bu tablo, sürecin hukuk içinde yürütülmediğini gösteriyor.
Bu siyasi hamlenin arkasında, kuşkusuz iktidarın artık rıza üretememesi yatıyor. İktidar, siyasetin olması gereken mekanizmalarıyla eğer halkın rızasını alamıyorsa mecburen baskıya başvurmak zorunda kalıyor. Gözaltılar, yasaklar, medya baskısı… Hepsi bu çaresizliğin sonucu. Bunun sebebi ülkedeki başta ekonomik kriz olmak üzere tüm sorunlar karşısında yanlış politikalar sonucunda rıza üretememesidir. Üretilemeyen rıza sebebiyle baskıyı arttıran iktidar, bunun sonucunda Tele1 gibi yüksek mecraları susturmak zorunda kalıyor. Bence bu süreç bu şekilde ilerlemez, bu baskılar sürdürülebilir bir strateji değildir. Bir deyim vardır: “Süngüyle her şeyi yapabilirsiniz ama üzerine oturamazsınız.” İşte bu yüzden bu baskılar böyle devam edemeyecek ve bir yerden sonra yurttaşta karşılık bulamayacak.
REJİMİN MEDYA DÜZENİ
Ortada araştırılmış bir suçun, mahkeme kararının ya da iddianamenin olmadığının altını çizen Ersin Kalaycıoğlu ise “Bu tür girişimler devam ederse, ortada yalnızca rejimin yandaşlarından oluşan bir medya düzeni kalacaktır” dedi. Kalaycıoğlu, şu ifadelere yer verdi: “Ayrıca bu tür adımların tek bir nedeni olmaz. Bu olayla birlikte kamuoyunun gündemi hızla değişti. Mesela vergi düzenlemelerini, bütçeyi, Meclis’in ani tatil edilmesini konuşmuyoruz. Onun yerine Tele1 ve Merdan Yanardağ’ı konuşuyoruz. Bu da iktidarın, toplumun dikkatini başka yöne çekme stratejisinin bir parçası gibi görünüyor.
CEZALANDIRMA GİRİŞİMİ
Genel olarak bakıldığında karar, aceleyle alınmış bir siyasi müdahale gibi duruyor. Bu aynı zamanda medyaya bir mesaj niteliğinde: “Ayağınızı denk alın, eleştirilerden hoşlanmıyoruz’’. Hesap vermekten de hoşlanmayan bir rejim var. Dolayısıyla Tele1’e yönelik bu adım, hesap soran ve denetim yapan bir medyayı cezalandırma girişimi olarak değerlendirilebilir.