Başkanın Pastası

Bir diktatörlük son günlerini yaşıyor, ama muktedirler farkında değil bu gerçeğin. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in doğum gününe hazırlanıyor ülke… Caddeler Başkanın resimleriyle donanmış. Bağdat’a çok uzak olmayan bir kasaba ilkokulundayız. Yoksul ailelerin çocuklarının okuduğu bir okul bu. Öğretmen, Saddam’ın doğum gününü kutlamak adına her çocuğun okula bir armağan getirmesini talep eder. Annesiz-babasız büyüyen, büyükannesinin yanında yaşayan 9 yaşındaki Lamia’dan da bir pasta ister. Lamia pastanın nasıl yapıldığını nerden bilsin, büyükanneden pasta için gereken malzemeleri öğrenir ve amcası ile birlikte bu malzemeleri almak üzere yola koyulur. Bağdat’a vardıklarında türlü maceralar geçer başından; sonunda malzemeleri alıp kasabasına döner. Öğretmen pastadan bir dilim atar ağzına, “Aferin, güzel olmuş der”. Belki bir dilim de Lamia’nın payına düşecektir, ama birden büyük bir patlama duyulur; okul başlarına yıkılır. Amerikan uçaklarından gelen bombalarla… Film, bir televizyon haberinden görüntülerle sona erer; Saddam’ı ve çevresindeki yalakaları izleriz, kocaman bir doğum günü pastasını midelerine indirirlerken… 

Iraklı yönetmen Hasan Hadi’nin Irak-ABD-Katar ortak yapımı olarak çektiği film büyük laflar etmeden baskıcı bir rejimde yaşayan insanların çektiği sıkıntıları dile getiriyor. ’Başkanın Pastası’na En İyi Film Ödülü’nü layık gören uluslararası jüriye katılmamak elde değil. Ama ABD’nin ne menem bir ‘kurtarıcı’ olduğuna hiç değinmediğini vurgulamadan geçmeyelim. Aynı şey, bir Filistin yapımı olan “Hind Rajab’ın Sesi” için de geçerli. Amerikan sinema endüstrisinin Demokrat kanadında yer alan ünlü yönetmen ve oyuncuların -yapımcı olarak- destek verdikleri filmde İsrail ordusunun vahşeti sergilenirken, bu orduya her türlü desteği veren ABD’den söz edilmiyor. Sean Penn, Jonathan Glazer, Alfonso Cuaron, Joaquin Phoenix gibi isimlerin Amerika’yı temize çekmek gibi bir niyetleri olmadığına, İsrail şiddetine karşı duruşlarının samimi olduğuna inanıyorum ama bu gerçeği de vurgulamadan geçmek istemedim. 

HİND RAJAB’IN SESİ

Gene bir kız çocuğu var başrolde. Ama bu kez kendisini görmediğimiz, yalnızca sesini duyduğumuz bir kız… Vaka tümüyle gerçek. Filistinli bir ailenin tüm fertlerinin araçları içinde tank ateşi ile öldürülmelerinin öyküsü… Aldıkları bir mesaj üzerine, araçta sıkışıp kalan 13 yaşındaki Hind Rajab’ın telefonuna ulaşan Filistin Kızılay merkezi görevlilerinin bir gün içinde yaşadıkları dehşeti anlatan film son derece başarılı. Bu merkezdeki görevlileri canlandıran oyuncular da çok inandırıcı. Hind Rajab’ın  telefon kayıtlarındaki gerçek sesi filmin etkisini artırıyor. Kızı kurtarma operasyonunu ‘koordinasyon’ kuralları çerçevesinde yürütmek isteyen ekip sorumlusu ile İsrail ordusunun iznini beklemeden müdahale etmek gerektiğini savunan görevlinin tartışmalarını izliyoruz film boyunca. Sonuçta izin geliyor ama… Tunuslu yönetmen Kaouther Ben Hania bu zor işin altından başarıyla çıkmış. Yaşanan gerilime seyirciyi ortak etmeyi başarıyor. 2026 Oscar’ları Uluslararası Film kategorisinde Tunus’un adayı olan filmin kazanma olasılığı çok yüksek kanımca. 

Boğaziçi Festivali’nin ‘Filistin Seçkisi’nde bu etkileyici filmin yanı sıra dört film daha vardı: Annemarie Jacir’in ‘Filistin 36’sı Filistin sorununun kökenlerine uzanıyor, İngiliz mandası altında yaşayan Filistinlilerin ayaklandığı, Nazi teröründen kaçan Yahudilerin bölgeye yerleştiği yılları anlatıyor. Filistin, Birleşik Krallık, Fransa, Danimarka, Norveç, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün ortak yapımı olan film, Oscar’lar için Filistin’in gösterdiği aday. Ama ‘Hind Rajab’ın yanında ilk beşe girme şansı fazla değil kanımca. Filistin halkının mücadelesini konu alan diğer yapımlar ise: Cherien Dabis’in ‘Senden Geriye Kalan’ adlı filmi Sundance’te ilk gösterimini yaptıktan sonra San Francisco’da Altın Köprü Ödülü’nü kazanmış. Kamal Aljafari’nin ‘Hasan’la Gazze’de ve Areeb Zuaiter’in ‘Yallah Parkur’ adlı belgeseli de Filistin’in Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri ile ortak yapımları. 

DJ AHMET VE BİZİMKİLER

Uluslararası Yarışma’da izlediklerim arasında, ‘Başkanın Pastası’nın yanı sıra çok beğendiğim bir film daha var. Kuzey Makedonya, Çekya, Sırbistan, Hırvatistan ortak yapımı ‘DJ Ahmet’.  Yönetmen Georgi M. Unkovski bir Makedon yörük köyünde geçen sıcacık bir aşk hikayesi anlatıyor. Filmin kahramanı müziğe tutkulu bir çoban. Traktörüne amfileri yerleştirip kendi diskosunu oluşturuyor, sevdiği kıza gökyüzünün altında müzik dinletmek için. Ne var ki kızın babası kızını zengin bir adama vermeyi kafasına koymuş… Bu basit öyküden yalın ve şiirsel bir film çıkartmayı başarıyor Unkovski. Festivalde Jüri Özel Ödülü’nü alırken, oyuncusuna da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandırıyor. Uluslararası Yarışma’da dikkate değer birkaç film daha vardı: İran filmi ‘Adımı Fısılda’ ve Rus filmi ‘Kuma Gömülü Hayaller’ festivalden ödülsüzdöndü ama Danimarka, İsveç, Fransa ortak yapımı ‘Aşktan Geriye Kalan’ iki ödülle ayrıldı, tıpkı DJ Ahmet gibi… Hlynur Palmasan En İyi Yönetmen, Ingvar Sigurdsson En İyi Kadın Oyuncu ödüllerinin sahibi oldu. 

Ulusal Yarışma’da ‘Tavşan İmparatorluğu’ rakipsizdi kanımca. Ama jüri -Antalya Jürisinin kararını tekrarlamaktan kaçındığı için olsa gerek- Seyfettin Tokmak’a En İyi Yönetmen ve Claudia Becerril Bulos’a En İyi Görüntü Yönetmeni ödüllerini vermekle yetindi. Ve, En İyi Film Ödülü’nü ‘Parçalı Yıllar’a verdi. Bununla da yetinmeyip, En İyi Senaryo Ödülü’nü filmin yönetmen- senaristi Hasan Tolga Pulat’a verdi. Evet, iyi fikirdi Yeşilçam’ın seks furyası yıllarına bakmak, ama yeterince değerlendirilememiş bir fikir olarak kalmıştı. ‘Tavşan İmparatorluğu’ ve Naim Kanat’a En İyi Kurgu ödülünü kazandıran Tunç Davut’un ‘Kesilmiş bir Ağaç Gibi’ adlı filmi bu dalda daha yetkin ürünlerdi. Erkek Oyuncu Ödülü’nün Murat Çeri’nin başarısız Necip Fazıl Kısakürek uyarlaması ‘Bir Adam Yaratmak’taki başrolü ile Engin Altan Düzyatan’a gitmesi bence festivale eksi puan kazandıran bir karar oldu. Oysa Festival, Sanat Direktörü Enes Erbay’ın -ödül törenindeki sözleriyle ‘aramızdaki görünmez duvarları kaldırmayı’ hedeflemiş ve büyük ölçüde başarmıştı. 

Boğaziçi Festivali’nin ödül töreninde hiçbir aksaklık yaşanmaması, festival çalışanlarının işlerine ciddiyetle ve samimiyetle sarılmaları etkileyiciydi. Tabii bu başarıda T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı ile sponsorların katkısını unutmamak gerek. Turkcell’den THY’na ülkemizin en güçlü kuruluşları sinemaya desteğini esirgememiş. Ne diyelim, darısı başka festivallerin başına… Başka festivallerden söz etmişken, hemen bir çağrı yapalım. Ankara Film Festivali hafta sonunda başladı. Ne yapın edin yolunuzu Büyülü Fener’den geçirin. Haftaya bu köşede Ankara izlenimlerimi paylaşmak vaadiyle, bol filmli günler diliyorum.