Hafta içinde bir 29 Ekim’i daha coşkuyla yaşadık.
Anmalara halk kitlelerinin çok yoğun katılımı bir kez daha kanıtlıyor ki, Cumhuriyet karşıtları on yıllardır “dört koldan” sürdürdükleri “yıkım işini” bir türlü başaramıyorlar.
Bu gerçek karşısında, önce, Cumhuriyet’in yaşamasını sağlayan temellerin bir kez daha özetlenmesi, sonra da olası gelişmelere karşı uyanık olunması gerektiği büyük önem taşıyor.
AYAKTA TUTAN
Cumhuriyet’i ayakta tutan, kuruluşuna giden yolda ve sonrasında, içselleştirdiği “değerlerdir”.
Ülke insanının “kul olmaktan çıkıp, insan olmasını gerçekleştiren bu değerlere kısaca bakalım.
Sömürgecilere ve yerli işbirlikçilerine karşı kazanılan ve sıkı durun, bu süreçte, “egemenliğin gökten yere indirilerek halkın kılınması; bu olanağı sağlayan “Müdafaa-i Hukuk” temelli halk örgütlenmeleri, TBMM’nin açılışı, çok zor koşullarda verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı ve onu uluslararası düzlemde, Kapitülasyonları kaldırtarak onaylatan Lozan Barış Anlaşması, bunların tümü Cumhuriyetin kuruluş dayanaklarıdır.
Cumhuriyet, insanlığın, “insanın ürettikçe özgürleştiği ve özgürleştikçe daha çok ve daha nitelikli ürettiği” diye özetlenebilecek bilimsel gelişme doğrultusunun yaşama geçirilmesidir.
Bu temel üzerinde, Hilafetin ve Saltanatın kaldırılması; laiklik temelli bir kamu yönetimi; eğitimin birliğinin sağlanması; hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü; kurumlaşma, kadın-erkek eşitliği, kadının seçme ve seçilme hakkı, devletin değişik özel yerli sermaye kesimlerine “eşit uzaklıkta” olması ve harf devrimi atılan ilk “devrim” niteliğinde adımlardır.
Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı sırada toplanan İzmir İktisat Kongresinde Kurucu Mustafa Kemal’in “Tam bağımsızlık için şu kural var: ulusal egemenlik, ekonomik egemenlikle taçlandırılmalıdır”. Bu kutsal ve büyük hedeflere ulaşılması için tek ve güçlü temel ekonomidir” bilinciyle uygulamaya geçilir. Bu bağlamda, “yerli üretime” verilen büyük önem; “enflasyonsuz ve dış borç almadan kalkınma; Osmanlı borçlarını ödeme, güçlü TL, şeker ve dokuma ile başlayan ve demir çeliğe uzanan devlet eliyle büyük sanayileşme atılımı; Atatürk Orman Çiftliği ve diğer örnek çiftliklerle tarıma önem verilmesi belirtilmelidir.
Güçlü ekonomi nitelikli işgücü ile gerçekleşir. Salgın hastalıklarla ve bilgisizlikle savaşan Cumhuriyet, insan aklını önyargıdan ya da bağnazlıktan kurtararak bireyin “yaratıcı yeteneklerini” geliştiren eğitim seferberliği, bunu tamamlayan Köy Enstitüleri, Halk Evleri ile eğitimin kültür, sanat ve spor ile tamamlanması; bilimin yol göstericiliği; lise edebiyat kitaplarında Nazım Hikmet’in şiirleri yer alır; Alman faşizminden kaçan bilim insanlarının üç yıl içinde derslerini Türkçe verdiği çağdaş üniversite; bağımsız ve barışa dayalı dış politika demektir. Birlikte ele alındığında kolayca anlaşılır ki Cumhuriyet, Batılaşma değil, çağdaşlaşmadır.
Cumhuriyet kuruluş değerlerinden 1945’te ABD ile aşırı yakınlaşma ya da Soğuk Savaş ile hızla uzaklaşmaya başladı. İki dereceli seçime dayalı TBMM’den, 14 Mayıs 1950’de, tek dereceli seçimle oluşan TBMM’ye geçilmesi, bu halkın binlerce yıllık tarihinde sandıkla yaptığı iktidar değişikliği, gerçekte, Cumhuriyet’in “demokrasi devrimidir”. Ülkenin, Avrupa Konseyi üyesi olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin yazılmasına ve bu hakları korumak üzere kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sürecine etkin katılımı bu yükselişin doğrudan sonucudur.
ESKİYE ÖZLEMLE GELİNEN…
1950’de işbaşına gelen DP iktidarı eskiye dönüşün yollarını açtı: CHP’nin mallarına el konuldu; Köy Enstitüleri ve Halkevleri kapatıldı; Türkçe karşıtlığı başladı… Nazım yasaklandı. Çok ağır bir ekonomik ve siyasal bunalım sonucu askeriyenin yönetime el koyması sonrasında oluşan 1961 Anayasası Cumhuriyet’in temel değerleri, hak ve özgürlüklerin, kişisel, siyasal ve ekonomik ögeleri ve yasama meclisleriyle güçlendirildi. Sanayileşmeye dayalı ekonomik gelişme politikası izlendi. Ancak, özgürlüklerin bu “en güzel” dönemi, yalnızca on yıl sürdü. Ekonomi halkın isteklerini karşılayamıyor gerekçesi, sağcı iktidar, askeriye ABD üçlüsünün işbirliğiyle, önce, 12 Mart 1971 daha sonra da 12 Eylül 1980 faşist askeri darbeleriyle yok edilmek istendi. Bu yıllarda, bir taraftan bir kısım Siyasal İslamcılar ve onlarla “sentez” olan sözüm ona milliyetçiler, dile kolay tam 45 senedir, karşıtlarını acımasızca öldürerek, kurum ve kuruluşları eğip bükerek, ülkeyi bugünlere getirdiler.
ABD Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’ye, Ortadoğu’da Ilımlı İslam’ın örnek ülkesi olma görevi verdi. CIA İkinci Başkanı G. Fuller, 1950’de iktidarın eşit koşullarda yapılan seçimle iktidarın el değiştirmesini ve 1960’ların demokratikleşmesini görmezlikten gelerek “Kemalistlerin ülkeye demokrasiyi getirmedikleri, bunu Ilımlı İslam iktidarının başaracağını” Yani Türkiye Cumhuriyeti (2017) kitabında öne sürer. Sonuç ortadadır.
AKP iktidarı, 2010’dan sonra, o zamanki “CHP yönetiminin, bugün bile tam açıklanmayan, büyük desteğiyle iktidarını sürdürüyor. Bugün, kamu kurumları etkinlikten çok uzak, nitelikli işgücünü yitiren ekonomi, eğitim ve bilim dökülüyor. Tüm bilimsel gelişmelerin anası Evrim kuramı ders programlarından çıkarıldı. Paramız pul oldu, sporu bile yönetemiyorlar. Toplumsal yaşamın her hücresinde eşitlik yok oluyor; kimi silahların yerli yapımı bir yana, yerli üretim “toplu iğne” üretimiyle açıklanıyor.
Ülke, bugün, Cumhuriyet’in değerleriyle çağdaş bir demokrasi özelliğini kazandığı, CHP’nin iktidarı, hukuk, eşitlik ve barış içinde devrettiği 1950’den o kadar uzaktaki ki Alman Başbakanı F. Merz, iki gün önce Ankara’daki ortak basın toplantısında Türkiye’nin “demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü” alanlarındaki durumunu, ağır bir biçimde eleştiriyor.
Yönetimini değiştirdikten sonra Yerel seçimleri kazanan CHP, özündeki Cumhuriyet değerlerini, Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu öncülüğünde, bu 29 Ekimde yurdun her karış toprağında sergilendiği gibi toplumsallaştırarak, hapisleri, baskıları ve saldırıları hiçe sayarak iktidara yürüyor. Kasım Kurultay’ının “içeriği ve kadrolarıyla” kapsamlı bir “İktidar Yürüyüşü” olması gerekiyor.