Bana hikâye anlatma!

Unutmuş olabilirsiniz, fakat mutlaka yüzeyde izi kalmıştır, o size kendini hatırlatır. Yüzeydeki izler, geçmişe açılan kapılardır, tıpkı bedenlerdeki yara izleri gibi. Fakat geçmişe dalmak tehlikelidir, hızla yüzeye çıkarsanız vurgun yemeniz işten bile değil. Katmanlarda oyalanmanız, geçmiş hayatlardan geriye kalan bellek nesneleriyle zaman geçirmeniz gerekir. Bellek nesneleri yaşanmış olanı size hazır olarak vermez. Parçaları bir araya getirip geçmişi kurgular ve canlandırırsınız. “Hayatımızın her saati, tıpkı kimi halk efsanelerindeki ölülerin ruhları gibi, ölür ölmez, somut bir nesnenin içine gizlenerek onda vücut bulur. Orada hapsolur ve biz o nesneye rastlamazsak, temelli orada hapis kalır. Biz nesne aracılığıyla onu tanır, çağırırız, o zaman kurtulur” (Marcel Proust, Sainte-Beuve’e Karşı, Doğu Batı Yayınları). Geçmişe dalanlar yeniden yüzeye çıktıklarında kurtardıkları geçmişi de beraberinde getirirler. Fakat geçmiş, yüzeye her çıktığında aynı olan geri dönmez, farklılaşır ve yüzeydeki mevcut olanı da farklılaştırır. Hayatın ritmi değişmiştir.  

Bedenler ve nesneler birbirlerinin arasına yerleşmiş, iç içe geçmişlerdir; birbirlerinden etkilenir ve birbirlerini etkilerler. Kimi nesneler size kederli bir geçmişi hatırlatır, kimi nesneler ise sevinçli bir deneyimi. Her karşılaşma bedenin duygu rejimini değiştirir; beden bir var olma gücünden diğerine geçer, karşılaşmalara bağlı olarak kimi zaman yaşama kudreti azalır, kimi zaman çoğalır. Beden, hep ilişkilerin ortasındadır. Beden, bellek nesneleriyle şimdi ve burada her karşılaştığında, farklı geçmişler arasında, yeryüzünün geçmişi ile bedenin geçmişi arasında geçişler gerçekleşir. Bedenin dizi halinde ileriye taşıdığı geçmiş, biyolojik ve kültürel düzeyleri içerir. Böylece geçmiş, farklı bir geleceğe doğru geçerken, zamanın hem geçmiş ile gelecek arasında hem de farklı düzeylerdeki geçmişler arasında uzanan farklı boyutlarını kat ederek yeniden etkinleşir. Yitirilen zaman, bedenlerin ritimlerine yeniden dahil olur. Zaman, ritimdir.

Geçmişin ritimleri ile modern zamanların ritimleri şimdi ve burada birbirine karıştığında artık hiçbir şey eskisi gibi değildir ve sadece tekil bedenlerin değil, topyekûn hayatın ritmi de değişir. Yarım kalmış bir hikâyeyi anlatan geçmişin sesleri, yüzeydeki seslere karışır, yeryüzünün seslerine eklemlenir. Etkinleşen geçmiş yüzeydeki hikâyeleri dönüştürür, farklılaştırır. Hikâyeler asla sona ermez, fakat sürekli yarım kalır. İnsan hikâye anlatmak zorundadır. Ne demişti antropolog Geerzt? “İnsan kendi ördüğü anlam ağlarında asılı kalmış bir hayvandır.” Yoksa hakikat yüzünden ölebilir. Fakat her hikâye doğası gereği çok geçmeden havada asılı kalır. Zira yeryüzünün kuvvetleri peyzajı değiştirmiştir. Anlatılan hikâyeler şimdi ve buranın hikâyeleridir. Hem şimdi hem de burada değiştiğinde çoğu hikâye artık yeryüzüne tutunamaz olur ve insan anlam ağlarında asılı kalır. Gökyüzü havada asılı kalmış insanlarla doludur. Yeryüzüne tutunabilen hikâyeler, doğanın kuvvetleriyle birlikte dans hikâyelerdir. Yeryüzüne ve bedenlerine dokunan hikâyeler. Yeryüzünün sürekli değişen ritimlerine ayak uydurmayı beceren bedenlerin hikâyeleri.

Yeryüzündeki her bedenin bir ritmi vardır ve her beden bir diğerine kontrpuanla bağlandıkça yeryüzüne özgü içkin bir koreografi ortaya çıkar. Bedenler, bu koreografiye eklemlendiği ve yeryüzüyle birlikte dans edebildiği ölçüde ayakta kalabilir. Ritim sözcüğü, Yunanca “akıp gidiyorum, akıyorum” anlamına gelen ‘rheo’dan gelir. Bir beden, yeryüzüyle birlikte aktığı sürece hayatta kalabilir. Doğa ayak değiştirdiğinde ayak değiştirir, bitimsiz bir doğaçlama. Zamanın akıp gittiği ve değiştiği hissine işaret eden tek şey ritimdir. Yeryüzü sadece mekânların çokluğuyla değil, zamanların, ritimlerin çokluğuyla da tanımlanır. Yuvalar, yurtlar, mekânlar ritimlerle kurulur. Ötücü kuşlar şarkılarıyla yerli yurtlu hale gelirler. Yeryüzüne tutunamayan hikâyeler, yeryüzünü olumsuzlayan despotların yeryüzüne dair anlattıkları yalanlardır. Ve bu yalanlara hakikat olarak inananlar da vardır. “Yalvarıyorum kardeşlerim, yeryüzüne sadık kalın ve size doğaüstü umutlardan söz edenlere inanmayın” (Nietzsche). Şöyle de söylenebilir: Bize hikâye anlatmayın!