Dağların kalbinde, nehrin kıvrılarak aktığı vadiye bakan bir tepede, adı yalnızca bilgelikle anılan bir kestane ağacı yaşardı.
Yüzlerce yaşındaydı ve çevresindeki her fidanın, her çiçeğin büyümesine tanıklık etmişti. Ona Bal Kestane diyorlardı, o sadece meyve vermiyor, aynı zamanda mevsimlerin şarkısını da dinliyordu.
Bal Kestane’nin en büyük hayali, meyvelerinin sadece karın doyurması değil, aynı zamanda tohumlarının dünyanın dört bir yanına yayılarak yeni ormanlar yaratmasıydı.
Bir keresinde, henüz on yaşında olan genç bir çam fidanı, “Sen neden bu kadar yavaş büyüyorsun, Bal Kestane?” diye sormuştu. “Ben her yıl bir metre uzuyorum!”demişti.
Bal Kestane, gölgesinde yorgun bir kuşu dinlendirirken cevap verdi: “Hızlı büyümek önemlidir evlat, ama önemli olan köklerinin ne kadar derine indiğidir. Benim sabrım, beni rüzgarlara karşı ayakta tutan köklerimdir.”
Yıllar geçti. Kışın en acımasız soğuğunda, tüm ağaçlar yapraklarını döktüğünde, Bal Kestane dallarını karla kaplanmış olarak gökyüzüne uzatırdı. Baharda, her yanı uykudan uyanırken, o en son çiçek açanlardan olurdu. Çünkü biliyordu ki, eğer çiçekleri erken açarsa, Mart aylarının sinsi donları onları yakıp kül edebilirdi. O, beklerdi. En güvenli, en ılık zamanı beklerdi.
Nihayet, yaz güneşi toprağı ısıtmaya başladığında, Bal Kestane’nin dalları narin, kremsi beyaz çiçeklerle dolardı. Ardından, yaz boyunca meyveleri olgunlaşırdı. Her bir kestane, sert, dikenli bir kabuğun içinde, dünyanın tehlikelerinden korunarak büyürdü.
Sonbahar geldiğinde, bütün emeklerinin karşılığını alırdı. Rüzgarın ilk güçlü esintisiyle, binlerce kozalak yere düşerdi. O ses, Bal Kestane için bir zafer narasıydı.
O yıl, ormanın eteklerinde yaşayan küçük bir çocuk olan Ece, ailesiyle birlikte hasat için gelmişti. Ece, yere düşen bir kestaneyi eline aldı. Kestanenin parlak, pürüzsüz yüzeyine hayran kaldı.
“Bu ne kadar sağlam, baba?” diye sordu.
Babası gülümsedi ve Bal Kestane’yi işaret etti: “Bu, Bal Kestane’nin sabrıdır, kızım. O, acele etmedi. Ne baharın erken çiçek açma hevesine kapıldı, ne de yazın kavurucu sıcağında meyvesini olgunlaştırmaya zorlandı. O, her şeyi doğru zamanında yaptı. Bu parlaklık ve güç, sabrın sonucudur.”
Ece, kestaneyi cebine koydu. O gün, Bal Kestane’den sadece bir yemiş değil, aynı zamanda hayatının en değerli dersini de almıştı. O günden sonra doğaya ve kestane ağacına sevgiyle bağlanmıştı.
Bal Kestane, yüzlerce yıldır olduğu gibi, sessizce tepeye kök salmaya devam etti. Biliyordu ki, onun meyveleri sadece insanlara enerji vermiyordu; aynı zamanda onlara, doğanın en büyük öğretisi olan sabır hikayesini de fısıldıyordu.
İşte bu hikaye bize; bazen en güçlü ve uzun ömürlü sonuçların, aceleci eylemlerle değil, bekleme, köklenme ve doğru anı bilme yeteneğiyle elde edileceğini, hayatta kalmanın sadece büyümekten değil, aynı zamanda ne zaman durulacağını ve ne zaman hareket edileceğini bilmekten geçtiğini öğretmektedir.
BAL KESTANE was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.