Bakırköy’de perde ‘Çirkin’ ile açıldı

İstanbul’daki Bakırköy Belediye Tiyatroları, yeni sezonunu Marius von Mayenburg’un Der Hässliche (Çirkin) oyunuyla açtı. Bu seçim, yalnızca bir repertuvar kararı değil; yüzeyin, estetiğin ve ‘ideal görünüm’ün bireyselliği ezdiği çağımıza karşı keskin, cesur bir başkaldırı. Almanca orijinalinden Dilek Altuntaş’ın zarif çevirisi ve Yelda Baskın’ın enerjik rejisiyle Leyla Gencer Sahnesi’nde prömiyer yapan bu kara komedi, tiyatronun dönüştürücü gücünü ortaya koyuyor. Ceren Ercan’ın dramaturjisi, metnin entelektüel katmanlarını bir cerrah titizliğiyle örüyor. Tomris Kuzu’nun kostümleri ise yalnızca giysi değil; bedenin, kimliğin ve sistemin dayattığı ‘kusursuzluk’ saplantısına ironik bir yanıt olarak sahnede konuşuyor. Her bir parça, karakterlerin dönüşümünü ve metalaşmasını görselleştiren bir dil yaratıyor. Tolga İskit, İlkin Tüfekçi, Can Esmeray ve Ali Rıza Kubilay’ın dinamik performansları, oyunun grotesk ve komedi tonunu büyük bir dengeyle taşıyor. Özellikle İskit’in Lette rolündeki yorumu, kapitalist dünyada kimliğin pazarlanabilir bir ürüne dönüşümünü neredeyse fiziksel bir acıyla hissettiriyor. Baskın’ın rejisi, Mayenburg’un metnini Avrupa sahnelerinin steril kara mizah yorumlarından sıyırarak adeta bir psikolojik laboratuvara dönüştürüyor. Her sahne hassasiyetle kurgulanmış, ancak alt metinlere nefes alacak kadar da alan bırakılmış. Ortaya canlı, nabzı atan bir dünya çıkmış. Baskın’ın temposu kusursuz, mizahı soğukkanlı ama keskin. Uzun zamandır bir sahneden böylesine zihni kıvılcımlarla dolu ayrılmadığımı itiraf etmeliyim.

GÖRÜNENİN ÖTESİNDEKİ DİL

Kostümler, oyunun ruhunu görselleştiren en güçlü unsurlardan. Lette’nin şeffaf montu, onun kurumsal zırhını temsil ederken, gri takımıyla kimliği tamamen sistemle bütünleşmiş. Scheffler’in çizgili takım elbisesi yapay bir şıklık sunarken, neon tişörtü kapitalizmin cool deformasyonunu yansıtıyor. Karlmann’ın kostümü, yüzeyselliği komik bir neşeyle maskeliyor. Benim favorim, Fanny’nin pembe ışıltılı muşamba elbisesi; güzellik endüstrisinin plastik feminenliğini, kırılgan ama suni bir parıltıyla sahnede parlatıyor. Ödüllü kostüm tasarımcısı Tomris Kuzu ile bu estetik yaklaşımı konuştuk; çünkü Mayenburg’un evreninde görüntü, yalnızca bir yüzey değil, ideolojinin ta kendisi. Kuzu’nun tasarımları bu buyruğu teşhir eden, çıplaklaştıran en güçlü sahne dili haline geliyor.

Kostüm tasarımlarıyla, Çirkin’in merkezindeki ‘güzellik, kimlik, kimliksizleşme ve deformasyon’ temalarına estetik ve kavramsal bir yanıt üreten Kuzu, bu tercihin ardındaki motivasyonu şöyle anlatıyor: “Tam olarak derinlik yok, sadece yüzey var. Oyunun modern kapitalist toplum eleştirisini görselleştirmek için steril, yapay ve plastik bir dünya kurmayı hedefledim. Gri muşambalar, şeffaf katmanlar ve plastik yüzeyler, insan bedenini nesneleştirirken, bireyi koruyan değil, saklayan bir kabuk gibi işliyor. Şeffaflık, hem görünürlüğü hem de mahremiyetin yok oluşunu temsil eden çifte kodlu bir estetik tercih. Lette, Scheffler, Karlmann ve Fanny, kimliklerini toplumsal normların, estetik takıntıların ve üretim-tüketim çarkının içinde yitiriyor. Tasarımlarımda bu kimlik aşınması, transparanlık, parlaklık ve muşamba, plastik dokularla vücut buluyor.”

Kuzu, bu teatral dilin arkasındaki ‘kişisel sözünü’ ise şöyle özetliyor: “Modern insan, kendi yüzünü bir vitrine dönüştürürken içeriden siliniyor. Kostümler artık karakteri ifade eden bir araç değil, onun yokluğunu, boşluğunu, maskesini temsil ediyor. Bu açıdan tasarımlar, sadece teatral değil, neredeyse kavramsal sanat düzeyinde Mayenburg’un grotesk ironisini giyilebilir hale getirdi.”

GÜZELLİK VE ÇİRKİNLİK

Kuzu’nun bu yaklaşımı, ‘güzellik’ kavramını yalnızca estetik değil, felsefi bir mesele olarak da yeniden düşünmeye davet ediyor. Antik Yunan’dan bugüne güzellik ve çirkinlik, sanatın ve felsefenin en eski meselelerinden biri. Platon için güzellik ‘hakikatin pırıltısı’ iken, Aristoteles çirkinin sanatta estetik bir biçimle temsil edilebileceğini savunur. Rosenkranz, çirkinliğin ancak biçimsel güzellikle hazza dönüşebileceğini söylerken; Nietzsche, onu hem çöküşün hem de yaratıcı gücün parçası olarak görür. Postmodern sanat bu ikiliği sabit anlamlarından koparır: Güzellik ve çirkinlik artık algıya, bakışa ve bağlama göre yeniden şekillenir. Mayenburg’un ‘Çirkin’i bu kırılmayı, tüketim kültürü ve metalaşma üzerinden sahneye taşır. Bu prodüksiyon, tiyatronun yalnızca bir eğlence değil, bir sorgulama alanı olduğunu hatırlatıyor. Bu cesur açılışla sezonun kalibresi epey yukarı çekilmiş durumda. Ve belki de en çok şimdi, güzelliğin diktasında çirkinliğin özgürlüğünü hatırlamaya ihtiyacımız var. ‘Çirkin’ bunu hatırlatan nadir sahne deneyimlerinden biri.