Ülkemizde asgari ücret tartışmaları bu yıl erken başladı. Çalışan kesim, yılbaşında açıklanan asgari ücretin, yılın ortasına gelinmeden enflasyon nedeniyle ciddi oranda kayba uğraması nedeniyle, öncelikle bu kayıplarının giderilmesini istiyor. Ardından konunun 2026 için hedeflenen enflasyon oranında değil, gerçekçi bir yaklaşımla ele alınmasını bekliyor.
ENFLASYON KAYIPLARI DİKKATE ALINMIYOR
Gerçekler çok net: 2024 yılı enflasyonu yüzde 44,38 (resmi) olarak gerçekleşti. Buna karşılık 2025 yılı için asgari ücrette yapılan artış yüzde 30 ile sınırlı kaldı. Yıl ortasında ise asgari ücrete herhangi bir artış yapılmadı. Bu fark, çalışanların yılın ortasına gelinmeden dahi alım gücünde ciddi kayıpların yaşadığını gösteriyor. Dolayısıyla ücretlerin durumu yalnızca rakamlarla değil, çalışanların yaşam standardını etkileyen vergi ve fon yükleri ile birlikte, enflasyon etkisi de dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
ÜCRETTEN KESİLEN VERGİ VE PRİMLER
Türkiye’de bir çalışanın eline geçen net ücret, işverene olan toplam maliyetin çok altında kalıyor. Sosyal güvenlik primleri, işsizlik sigortası primleri, gelir vergisi ve damga vergisi, çalışanların net ücretini ciddi şekilde etkiliyor.
• Asgari ücretli çalışanlar asgari ücret istisnası sayesinde gelir vergisi ödemiyor (Türkiye’de asgari ücretin gelir vergisinden tamamen muaf tutulması uygulaması, 1 Ocak 2022 tarihinde yürürlüğe girmiştir).
• Asgari ücretin üzerinde kazananlar, vergi matrahından asgari ücret tutarı düşüldükten sonra kalan üzerinden gelir vergisine tabi oluyor.
Net ücretin brüte oranı şöyle:
Asgari ücretliler brütlerinin %85’ini alırken 30.000 TL brüt kazanan bir çalışan net olarak yaklaşık yüzde 83,2’sini, 50.000 TL brüt kazanan yaklaşık yüzde 78,5’ini ve 100.000 TL brüt kazanan ise yaklaşık yüzde 75’ini alabiliyor.
Yani brüt ücret yükseldikçe, vergi ve prim yükleri net ücreti daha fazla düşürüyor.
DÜNYADAKİ ÖRNEKLER NASIL
Dünyadaki uygulamalara bakıldığında durum Türkiye’den farklı: Avustralya’da çalışanlar brüt ücretlerinin yüzde 90’ını, Lüksemburg’da yüzde 88’ini, Çekya’da yüzde 87’sini alıyor. Almanya’da bu oran yüzde 78, Fransa’da yüzde 77, İsveç’te ise yüzde 75. Bu karşılaştırma, Türkiye’de asgari ücretin biraz üzerinde kazananların bile yüksek vergi ve fon kesintileriyle karşılaştığını, bazı ülkelerde ise brüt ücretin çok daha fazlasının çalışana kaldığını gösteriyor.
VERGİ DİLİMLERİ ANAYASA İLE ÇELİŞİYOR
Türkiye’de asgari ücretliler ve asgari ücretin üzerinde ücret alanlar, yalnızca yüksek vergi ve fon kesintilerinden etkilenmiyor; kronikleşen enflasyon ve vergi adaletsizliği nedeniyle gerçekten yoksulluk sınırına yakın bir hayat sürmek zorunda kalıyor.
Vergi dilimlerindeki yetersiz artış, yıl ortasına gelinmeden çalışanları üst vergi kesintilerine tabi kılıyor ve bu durum çalışanların alım gücünü hızla eritiyor. Yalnızca asgari ücretli çalışanlar değil, asgari ücretin biraz üzerinde kazananlar da bu vergi yükünden pay alıyor.
Bu tablo, Anayasamızın 49. Maddesinde vurgulanan devletin çalışma hayatını geliştirme, çalışanların hayat seviyesini yükseltme ve iş barışını sağlama sorumluluğu ile doğrudan çelişiyor. Devlet, çalışanların yaşam standardını korumak ve güçlendirmek için vergi politikalarını ve ücrete yönelik düzenlemeleri gerçekçi enflasyon verileriyle uyumlu hâle getirmelidir.
Sonuç olarak, ücret tartışmaları, asgari ücrete ne kadar artış yapılacağı zemininde kalmamalıdır; yüksek vergi ve fon yükleri, yetersiz enflasyon artışı ve vergi adaletsizliği, çalışanların yaşam standartlarını ve alım gücünü doğrudan etkileyen ciddi bir sosyal ve ekonomik sorun olarak ele alınmalıdır. Tartışmalar Devletin çalışanlara yönelik Anayasal görevlerini de hatırlayarak yeni bir senenin arifesinde bu olumsuzlukları giderecek ileriye dönük ve kalıcı düzenlemelerle acilen çözülmelidir.
Bu noktada, asgari ücret tartışmalarının yalnızca miktar üzerinden değil, belirlenme yöntemi açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü ücretin düzeyi kadar, nasıl ve kimler tarafından belirlendiği de çalışanların yaşam koşullarını doğrudan etkileyen bir unsurdur.
∗∗∗
ASGARİ ÜCRET NASIL BELİRLENİYOR?
Türkiye’de asgari ücret, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 39. maddesi gereği her yıl Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından belirlenir. Komisyon; devlet, işçi ve işveren temsilcilerinden oluşan 15 üyeli bir kurul şeklindedir ve Aralık ayında toplanarak yeni yılın ücretini oy çokluğuyla karara bağlar.
Ancak karar süreçlerinde hükümetin ve işveren tarafının belirleyici rolü, sendikalar tarafından sıkça eleştirilmektedir. DİSK, mevcut yapının “antidemokratik” olduğunu ve işçi temsilcilerinin etkisiz kaldığını savunurken; Türk-İş de zaman zaman toplantılara katılmama kararı alarak sürece tepki göstermektedir.
Birçok ülkede ise asgari ücret, siyasi karar yerine bağımsız kurullar veya enflasyon ve geçim endekslerine bağlı sistemler aracılığıyla belirlenmektedir. Bu yönüyle Türkiye’deki yöntemin, demokratik temsiliyet ve şeffaflık bakımından yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.